Loading...
Şirketlerin kredi kullanımının önüne geçilmeye çalışılması da yukarıda aktarılan diğer bazı uygulamalar gibi dövize yönelmeyi engellemeye çalışmak anlamına geliyor. Hem de bu yolla kredi kullanımının da kısılabileceği düşünülüyor.Bağımsız denetime tâbi olan şirketlerin güncel finansal tablolarına (temel olarak bilanço ve gelir tablosu) göre banka hesaplarında karşılığı 15 milyon TL’ye denk gelen YP mevduat varsa ve YP varlıklar bilanço büyüklüğünün ya da bir yıllık net satışın %10’unu geçiyorsa nakdi ticari kredi kullanılamıyor. Bilanço büyüklüğü ile satış hasılatı karşılaştırılacak ve büyük olan rakam kriter olarak alınacak. 15 milyon TL’nin karşılığı kabaca 900.000 Amerikan Doları. Bu, bir firma için yüksek bir rakam değil. Dolayısıyla, küçük ve orta boy işletmelerin de dahil olduğu çok sayıda firma bu yeni düzenlemenin kapsamında. Bu arada, gelire endeksli senede (GES) ilgi de düşük oldu. Yani, TL’yi cazip kılmaya, YP’yi tutmayı cazip olmaktan çıkarmaya yönelik olduğu hükümet tarafından düşünülen diğer bir uygulama da sorun çözücü olamadı. GES’e yönelen talep sadece 6.6 milyar TL. Şirketlerin kredi kullanımının önüne geçilmeye çalışılması da yukarıda aktarılan diğer bazı uygulamalar gibi dövize yönelmeyi engellemeye çalışmak anlamına geliyor. Hem de bu yolla kredi kullanımının da kısılabileceği düşünülüyor. Fakat, üretim yapısı gereği Türk şirketleri ithalat yapmadan üretim yapamıyor. Dolayısıyla, ihracatçı da ihracat yapamıyor. Yazmaktan yorulduk ama yine yazalım. Türkiye, hammadde ve ara malında dışa bağımlı. Yani, dövize ihtiyacı var. Sistem de kredisiz yaşayamaz hale geldi. Çünkü, sürekli kredi genişlemesiyle büyümeye çalışan bir ekonomi yaratıldı. Bazı firmalar, yurt dışındaki firmalarını devreye sokarak karşılarına çıkan bu engeli aşmaya çalışacaklardır. Fakat, bu imkana sahip olmayan firmalar için nakit akışı problemleri doğacaktır. Bankalar tüm müşterilerinin finansal verilerini tek tek inceleyip kime kredi kullandırıp kullandıramayacaklarını anlamaya çalışacaklar. Dolayısıyla, Pazartesi sabahı itibarıyla büyük ihtimalle dururlar. Kaç gün için duracaklarını ne kadar hızlı tespitlerde bulunacakları belirler. Ancak, müşterileri kapılarını kredi için çalıyor olacaklar. Türkiye’deki firmalar genel olarak mali verilerini üçer aylık dönemler itibarıyla bankalara sunuyorlar. Yani, Mart, Haziran, Eylül ve Aralık mali verileri ile bankalar tarafından değerlendiriliyorlar. Son güncel veri olarak bu aylar kriter alınacaksa ve bu mali verilerle firmalar yeni kriterleri tutturamıyorlarsa, bir sonraki mali verinin ilanına kadar yeni kredilere veda edecekler demektir. Bu, ani ve sert bir duruş demektir. Piyasa gelişmelerini izleyeceğiz. Son dönemlerin yarattığı belirsizlik ve artan riskler nedeniyle kredi piyasasında vadeler kısaldı. Çok sayıda firmanın kredilerinin önemli bir bölümü hemen kapatılmak durumunda. Gecelik kullanılıyorlar çünkü. Bu kredilerin kapanması ve yeni kredi kullandırılamaması durumunda firmaların nakit akışları nasıl yönetilebilecek?
Firmalar, kredi kullanabilmek için döviz bulundurmayacaklar. Döviz bulundurmayınca, ithalat ödemesi için hazırlık yapamayacaklar. Reeskont kredilerini kullanmanın da anlamı yok.Firmalara ithalat için gerekli olan döviz alımını sadece ödeme olacağı gün yaptırıyor bankalar. Bu, bankaların değil, ekonomi yönetiminin bankalardan istediği bir uygulama. Yani, bankalar kurun yükseleceğini ön görerek önceden döviz alımı yapamıyorlar. Yani, dövize ilişkin nakit akışlarını ve pozisyonlarını kendi kararlarıyla yönetemiyorlar. Bir de kredi kullanımına yönelik kısıtlama gelmiş oldu. Ayrıca, TCMB’den uygun maliyetli reeskont kredisi kullanacak ihracatçıya da krediyi kullandıktan sonra 1 ay boyunca döviz aldırmıyorlar. Bu durumda, bu krediyi ihracatçı neden alsın? Çünkü, ithalat yapmadan ihracat yapamıyor. Firmalar, kredi kullanabilmek için döviz bulundurmayacaklar. Döviz bulundurmayınca, ithalat ödemesi için hazırlık yapamayacaklar. Reeskont kredilerini kullanmanın da anlamı yok. Gelişmeler, bir nakit akışı sorununa dönüşecek olursa, çok sayıda şirketin yaşama şansı kalmaz. Şirketler bir süre kâr etmeden yaşayabilirler ama nakit akışı sorunu sadece bir kez yaşanan bir sorundur. Hükümet bunu görürse, yeni uygulamalar açıklayacaktır. Zira, bir uygulama tutmayınca, sürekli başka uygulamalar açıklanıyor. Bankalar ve şirketler neredeyse her hafta yapılan yeni uygulama duyurularını anlamaya çalışmaktan yorgunlar. TCMB verilerine göre, Türkiye’deki toplam yabancı para mevduatın %37’si şirketler tarafından tutuluyor. Kredi kullanabilmek için bu mevduatın önemli bir bölümünü bozduramazlar. İthalat yapmaları gerekiyor çünkü. Bir miktar bozdurulsa dahi, kur ilk etapta bir miktar gevşer ama Türkiye’nin yukarıda dile getirilen kendi yarattığı riskler nedeniyle TL’de değerlenme yaşaması mümkün gözükmüyor. Şirketler dövizi kur artışından kar elde etmek için değil, ithalat ödemeleri için banka hesaplarında tutuyorlar. Bu nedenle, bozdurdukları dövizi yine satın almak zorundalar. 24 Haziran akşamı kurdaki gevşeme büyük ihtimalle kamu kaynaklı döviz satışından geldi. Önümüzdeki günlerde anlayacağız bunu. Eğer durum buysa, “lan nasıl” tarzında bir açıklama beklememiz gerekir. Bu uygulamalarla ekonomi bir kilitlenme durumuna gidiyor. Önemli olan beklentileri yönetebilmekti. TCMB’nin devrede olmadığı koşullarda beklenti yönetilemiyor. Hükümet de bunu başaramıyor. Her yanlışı yeni bir uygulama ile kapatmaya çalışmak ekonomide “politikasızlık” koşulları yaratıyor. Son haftaların uygulamaları ile kredi piyasasında faizler yükseldi. Yani, faizi düşürmeye çalışan hükümet piyasa faizlerini patlattı. Faiz ve enflasyon arasında uyum gerekiyordu ama bunun yolu her hafta yeni düzenleme açıklayarak belirsizlik ve beklentisizlik yaratmak değildir. Aniden artan faizin de olumsuzlukları vardır. Hükümet, faiz düşünce enflasyon düşer dedi ve faizi düşük tutmaya çalıştı. Faiz düşük tutulunca kredi genişledi, enflasyon patladı, piyasa faizleri aniden sıçradı. Ne yapılsa olmuyor, hiçbir dikiş tutmuyor.