Pazar Politik Gündem

BDDK ne yapmaya çalıştı?

Abone Ol
BDDK’nın aldığı son karar ile kredi genişlemesinin durdurulması hedefleniyor. Ancak iktidar bu son düzenlemeyle ne kadar başarılı olabilecek? Ekonomi yazarımız Arda Tunca yorumladı.

Loading...

23 ve 24 Haziran’da, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından iki ayrı duyuru yapıldı. Duyuruların iki amacı olduğu anlaşılıyor: kredi genişlemesini yavaşlatmak ve dövize yönelimi durdurmak. Son dönemlerdeki tüm uygulamaların Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) devreden çıkarılmış olmasından kaynaklandığının altını çizmek gerekiyor. BDDK, konut kredilerinde düzenlemeler yaptı. Birinci el olmak şartıyla, 2 milyon TL’ye kadar değerli konutlarda konut değerinin %90’ı kadar kredi imkânı sunulabilecek. 2 ila 5 milyon TL arası değeri olan konutlarda kredi imkânı %70. 5 ila 10 milyon TL arası değerli konutlarda azami 3,5 milyon TL kredi imkânı olacak. İkinci el konutlarda kredi imkânları düşüyor. 10 milyon TL ve üzerinde değerli konutlara kredi yok. Konutların enerji verimliliği de kredi imkânının bir ölçütü. A, B ve C olarak sıralanan enerji verimliliği sınıflaması da krediye ulaşma imkânını belirliyor. 2020’deki Kovid-19 krizi sırasında konut kredilerinin kullanımı özendirildi. İlerleyen süreçte de konut kredilerinde kolaylıklar sağlandı. Yeni düzenleme ile konut kredilerinin genişlemesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Bu tutarsızlığın nedeni nedir? Faizi düşük tutarak konut kredisi kullanımını cazip kılmak konut talebini patlattı. Talebin yeni ev edinmeye yönelik olmadığı daha sonra anlaşıldı. Yani, ağırlıklı olarak mevcut evlerin sahipliği değişti. Kredilerle desteklenen talep, konut fiyatlarını artırdı. Konut fiyatları artışı enflasyonu besledi. Faizin düşük tutulmasıyla enflasyondaki genel artış kira fiyatlarının artışını da besledi. Konut sektörü, faiz-kredi-talep-enflasyon döngüsünün ekonomide nasıl çalıştığını anlamak için çok güzel bir vaka çalışması örneği sunuyor. Konut fiyatlarındaki artışın kredi mekanizması dışında inşaat ve inşat malzemeleri maliyetlerindeki artıştan önemli ölçüde etkilendiğinin altını da çizmek gerekiyor. Diğer yandan, TL'nin negatif reel getiri sunması da gayrimenkulün bir finansal ürün olma özelliğini artırdı. Gayrimenkul, her zamankinden daha fazla enflasyona karşı korunma sağlayan bir yatırım olarak görüldü. BDDK’nın diğer bir duyurusu türev işlemlerle ilgili oldu. Buna göre, bir Türk bankası bir Türk firmasına kredi verecek ve bu Türk firması, Türk olmayan bir finansal kuruluşla yurt dışında türev işlemi yapacak. Türk bankasının kullandırdığı kredi Türk şirketi tarafından böyle bir işleme konu ediliyorsa, BDDK bankaya bu duyuruyla diyor ki, Türk bankasının kullandırdığı kredinin risk ağırlığı %500 olacak. Bu durumda, bu kredinin bankaya maliyeti çok ağır oluyor. Banka da bu krediyi müşterilerine vermek istemeyecektir. Yani, bir firmanın riskten kaçınmak için yurt dışı ile yapacağı bir işlem engelleniyor. Risk ağırlığı kavramını anlamak için eski bir yazıma göz atma ihtiyacı olabilir. Türk bankası müşterisinin yurt dışında yaptığı bu işlemi nasıl öğrenecek? Bu işlem, Türkiye'deki kayıt sisteminin dışında yer alıyor. Bu konu önümüzdeki günlerde netleşecektir ya da ne yapılacağı anlaşılamadan başkaca uygulamalar devreye alınacaktır. 24 Haziran’daki başka bir duyuru da kredi kullanımının önüne geçmeye çalışıyor. Bu konuya girmeden önce bazı hatırlatmalarda bulunmak gerekiyor. Kur korumalı mevduat (KKM) daha çok firmaların ilgi gösterdiği bir ürün oldu. Kendilerine, KKM hesabı açmaları için önemli vergi avantajları sunuldu. 17 Haziran tarihli son BDDK verilerine göre, Türkiye’deki toplam mevduat büyüklüğü yaklaşık 7 trilyon TL. KKM hesaplarında biriken tutar ise yaklaşık 1 trilyon TL. Toplam 7 trilyon TL’lik mevduatın 4.1 trilyonluk kısmı yabancı para (YP) cinsinden. KKM de kura endeksli olduğu için toplam mevduatın 5.1 trilyon TL’lik kısmı YP ile ilgili. Yani, Türkiye’deki mevduatın %73’ü ya YP cinsinden ya da YP’ye endeksli. Sadece YP mevduatın toplam mevduat içindeki payı dahi %59. Yani, KKM ile Türk bankacılık sistemindeki dolarizasyon sorunu çözülemedi. TL, cazip bir para birimi haline gelemedi. KKM ile kur yükselişinin önüne de geçilemediği için Temmuz sonu ile ilgili bir korku var. Temmuz sonunda vadesi dolmaya başlayan KKM hesapları dövize talep yönünde kullanılırsa, kur daha da yükselir. KKM hesaplarıyla toplumun ödediği vergiler kurdaki artış oranında kamu kesimi tarafından KKM hesaplarının sahiplerine aktarılıyor. Böylece, sosyal adaletsizlik yaratılıyor. Durum, kamu maliyesini de bozucu olduğu için hükümet kurda artış istemiyor. Kurda artış olmazsa KKM hesapları sahipleri getiri elde edemiyor. Bu durumda, Temmuz sonrasında kur talebi patlar mı? Bu korkunun da tetiklediği bir karar ile döviz talebinin önüne geçilmeye çalışıldı ve 24 Haziran akşamı yeni bir duyuru yapıldı.
Şirketlerin kredi kullanımının önüne geçilmeye çalışılması da yukarıda aktarılan diğer bazı uygulamalar gibi dövize yönelmeyi engellemeye çalışmak anlamına geliyor. Hem de bu yolla kredi kullanımının da kısılabileceği düşünülüyor.
Bağımsız denetime tâbi olan şirketlerin güncel finansal tablolarına (temel olarak bilanço ve gelir tablosu) göre banka hesaplarında karşılığı 15 milyon TL’ye denk gelen YP mevduat varsa ve YP varlıklar bilanço büyüklüğünün ya da bir yıllık net satışın %10’unu geçiyorsa nakdi ticari kredi kullanılamıyor. Bilanço büyüklüğü ile satış hasılatı karşılaştırılacak ve büyük olan rakam kriter olarak alınacak. 15 milyon TL’nin karşılığı kabaca 900.000 Amerikan Doları. Bu, bir firma için yüksek bir rakam değil. Dolayısıyla, küçük ve orta boy işletmelerin de dahil olduğu çok sayıda firma bu yeni düzenlemenin kapsamında. Bu arada, gelire endeksli senede (GES) ilgi de düşük oldu. Yani, TL’yi cazip kılmaya, YP’yi tutmayı cazip olmaktan çıkarmaya yönelik olduğu hükümet tarafından düşünülen diğer bir uygulama da sorun çözücü olamadı. GES’e yönelen talep sadece 6.6 milyar TL. Şirketlerin kredi kullanımının önüne geçilmeye çalışılması da yukarıda aktarılan diğer bazı uygulamalar gibi dövize yönelmeyi engellemeye çalışmak anlamına geliyor. Hem de bu yolla kredi kullanımının da kısılabileceği düşünülüyor. Fakat, üretim yapısı gereği Türk şirketleri ithalat yapmadan üretim yapamıyor. Dolayısıyla, ihracatçı da ihracat yapamıyor. Yazmaktan yorulduk ama yine yazalım. Türkiye, hammadde ve ara malında dışa bağımlı. Yani, dövize ihtiyacı var. Sistem de kredisiz yaşayamaz hale geldi. Çünkü, sürekli kredi genişlemesiyle büyümeye çalışan bir ekonomi yaratıldı. Bazı firmalar, yurt dışındaki firmalarını devreye sokarak karşılarına çıkan bu engeli aşmaya çalışacaklardır. Fakat, bu imkana sahip olmayan firmalar için nakit akışı problemleri doğacaktır. Bankalar tüm müşterilerinin finansal verilerini tek tek inceleyip kime kredi kullandırıp kullandıramayacaklarını anlamaya çalışacaklar. Dolayısıyla, Pazartesi sabahı itibarıyla büyük ihtimalle dururlar. Kaç gün için duracaklarını ne kadar hızlı tespitlerde bulunacakları belirler. Ancak, müşterileri kapılarını kredi için çalıyor olacaklar. Türkiye’deki firmalar genel olarak mali verilerini üçer aylık dönemler itibarıyla bankalara sunuyorlar. Yani, Mart, Haziran, Eylül ve Aralık mali verileri ile bankalar tarafından değerlendiriliyorlar. Son güncel veri olarak bu aylar kriter alınacaksa ve bu mali verilerle firmalar yeni kriterleri tutturamıyorlarsa, bir sonraki mali verinin ilanına kadar yeni kredilere veda edecekler demektir. Bu, ani ve sert bir duruş demektir. Piyasa gelişmelerini izleyeceğiz. Son dönemlerin yarattığı belirsizlik ve artan riskler nedeniyle kredi piyasasında vadeler kısaldı. Çok sayıda firmanın kredilerinin önemli bir bölümü hemen kapatılmak durumunda. Gecelik kullanılıyorlar çünkü. Bu kredilerin kapanması ve yeni kredi kullandırılamaması durumunda firmaların nakit akışları nasıl yönetilebilecek?
Firmalar, kredi kullanabilmek için döviz bulundurmayacaklar. Döviz bulundurmayınca, ithalat ödemesi için hazırlık yapamayacaklar. Reeskont kredilerini kullanmanın da anlamı yok.
Firmalara ithalat için gerekli olan döviz alımını sadece ödeme olacağı gün yaptırıyor bankalar. Bu, bankaların değil, ekonomi yönetiminin bankalardan istediği bir uygulama. Yani, bankalar kurun yükseleceğini ön görerek önceden döviz alımı yapamıyorlar. Yani, dövize ilişkin nakit akışlarını ve pozisyonlarını kendi kararlarıyla yönetemiyorlar. Bir de kredi kullanımına yönelik kısıtlama gelmiş oldu. Ayrıca, TCMB’den uygun maliyetli reeskont kredisi kullanacak ihracatçıya da krediyi kullandıktan sonra 1 ay boyunca döviz aldırmıyorlar. Bu durumda, bu krediyi ihracatçı neden alsın? Çünkü, ithalat yapmadan ihracat yapamıyor. Firmalar, kredi kullanabilmek için döviz bulundurmayacaklar. Döviz bulundurmayınca, ithalat ödemesi için hazırlık yapamayacaklar. Reeskont kredilerini kullanmanın da anlamı yok. Gelişmeler, bir nakit akışı sorununa dönüşecek olursa, çok sayıda şirketin yaşama şansı kalmaz. Şirketler bir süre kâr etmeden yaşayabilirler ama nakit akışı sorunu sadece bir kez yaşanan bir sorundur. Hükümet bunu görürse, yeni uygulamalar açıklayacaktır. Zira, bir uygulama tutmayınca, sürekli başka uygulamalar açıklanıyor. Bankalar ve şirketler neredeyse her hafta yapılan yeni uygulama duyurularını anlamaya çalışmaktan yorgunlar. TCMB verilerine göre, Türkiye’deki toplam yabancı para mevduatın %37’si şirketler tarafından tutuluyor. Kredi kullanabilmek için bu mevduatın önemli bir bölümünü bozduramazlar. İthalat yapmaları gerekiyor çünkü. Bir miktar bozdurulsa dahi, kur ilk etapta bir miktar gevşer ama Türkiye’nin yukarıda dile getirilen kendi yarattığı riskler nedeniyle TL’de değerlenme yaşaması mümkün gözükmüyor. Şirketler dövizi kur artışından kar elde etmek için değil, ithalat ödemeleri için banka hesaplarında tutuyorlar. Bu nedenle, bozdurdukları dövizi yine satın almak zorundalar. 24 Haziran akşamı kurdaki gevşeme büyük ihtimalle kamu kaynaklı döviz satışından geldi. Önümüzdeki günlerde anlayacağız bunu. Eğer durum buysa, “lan nasıl” tarzında bir açıklama beklememiz gerekir. Bu uygulamalarla ekonomi bir kilitlenme durumuna gidiyor. Önemli olan beklentileri yönetebilmekti. TCMB’nin devrede olmadığı koşullarda beklenti yönetilemiyor. Hükümet de bunu başaramıyor. Her yanlışı yeni bir uygulama ile kapatmaya çalışmak ekonomide “politikasızlık” koşulları yaratıyor. Son haftaların uygulamaları ile kredi piyasasında faizler yükseldi. Yani, faizi düşürmeye çalışan hükümet piyasa faizlerini patlattı. Faiz ve enflasyon arasında uyum gerekiyordu ama bunun yolu her hafta yeni düzenleme açıklayarak belirsizlik ve beklentisizlik yaratmak değildir. Aniden artan faizin de olumsuzlukları vardır. Hükümet, faiz düşünce enflasyon düşer dedi ve faizi düşük tutmaya çalıştı. Faiz düşük tutulunca kredi genişledi, enflasyon patladı, piyasa faizleri aniden sıçradı. Ne yapılsa olmuyor, hiçbir dikiş tutmuyor.