Bugün muhalefet, ortak bir cephe olarak hareket etmeye son yirmi yılda olduğundan daha yakınsa bunun nedeni, CHS kurallarının bunu kolaylaştırması değil, iktidarı güçlendiren CHS’nin muhalefette kalmanın maliyetini tüm toplumsal kesimler için artırmış olması.
2017 yılında halkoylamasında kabul edilip 2018 Haziran seçimleriyle birlikte hayata geçen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS), Türkiye’deki siyasi rekabet dinamiklerini nasıl etkiledi? CHS, Mart 2003’ten beri yürütmenin başı olarak ülkemizi yöneten AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarını korumasını mı kolaylaştırdı, yoksa geri teperek muhalefetin şansını mı artırdı?
CHS’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AKP’ye yaramadığına yönelik bir görüş, oldukça yaygın (farklı çizgilerden birkaç örnek için bkz.
Ahmet Hakan’ın,
Soner Çağaptay’ın ve
Özgür Ünlühicarcıklı’nın yazıları). Bu görüşün dayandığı iki temel iddiayı şöyle özetleyebiliriz:
1) Cumhurbaşkanlığını kazanmak için en az %50 oy alma zorunluluğu, Erdoğan’ın işini zorlaştırdı. Erdoğan ve AKP, bu yüzden iktidarı MHP’yle paylaşmak zorunda kalarak ona “bağımlı” hâle geldi.
2) Meclis seçimlerini önemsizleştiren ve iktidarı bireyselleştiren CHS sayesinde, farklı partilerden mürekkep muhalefetin Erdoğan karşısına bir aday çıkarmak üzere birleşmesi kolaylaştı.
Bu yazıda bu iki savın da yanlış olduğunu, CHS’nin mevcut cumhurbaşkanının işini kolaylaştırmak için tasarlanmış ve bu amaca önemli ölçüde uygun işleyen bir sistem olduğunu savunuyorum. Eğer yaklaşan 2023 seçimlerinde muhalefet başarılı olur da iktidar değişirse—ki bu hiç garanti görünmüyor—bu sonuç CHS sayesinde değil, ona rağmen olacaktır. Hem seçim sürecinde iktidar ve muhalefet aktörlerinin stratejilerinin kamuoyu tarafından daha doğru anlaşılması, hem de ülkemizin geleceğinde hükümet sistemlerinin rolünün sağlıklı tartışılabilmesi için bu konu önemli.
Önce 1 numaralı iddiayı ele alalım. Erdoğan/AKP, MHP’ye gerçekten ne kadar bağımlıdır, bu tartışılabilir, ancak söz konusu “bağımlılığın” CHS’den sonra ve bu sistem yüzünden başladığı doğru değil. Son yılların siyasi kronolojisini anımsayalım: Oy desteği 2011’deki zirve noktasından sonra zayıflama trendine giren AKP daha Haziran 2015’te meclis çoğunluğunu kaybettiğinde, iktidarda kalabilmek için başka bir partinin desteğine ihtiyaç duyar hale gelmişti zaten.
MHP lideri Bahçeli diğer partilerle koalisyon kurmayı reddedince, iç güvenliğin birincil gündem maddesi haline geldiği bir ara dönemi takip ederek yapılacak ve AKP’nin meclis çoğunluğunu yeniden kazanabileceği Kasım 2015 seçiminin yolunu açmış oldu. CHS’ye geçiş de MHP’nin 2017’de verdiği referandum desteği sayesinde oldu.
Bu da Erdoğan/AKP ve Bahçeli/MHP arasında *karşılıklı* bir bağımlılık yarattı. Zira Bahçeli’nin Erdoğan lehine tasarrufu, o zamana kadar AKP’nin karşısında muhalefet yapan MHP’nin içindeki bir kanadın Bahçeli karşısında parti liderliğine talip olmasını da beraberinde getirdi. Bu MHP içi muhalefetin partiden tasfiye edilişi, ancak hükümetin de kendi tarafını belirli ettiği tartışmalı bir yargı süreci sayesinde, yani açıkçası devlet desteğiyle gerçekleşti. Sonuç itibariyle Erdoğan/AKP ile Bahçeli/MHP arasında 2015 yazına kadar giden ve 2018’de Cumhur İttifakı adıyla resmileşen bir işbirliği söz konusudur. MHP bu işbirliğini terk ettiği taktirde bir muhalefet partisi muamelesi görecek ve—en basitinden—seçim barajı ve ilgili yasa değişikliği gibi konularda iktidarın desteğinden mahrum kalacaktır. Kısacası karşılıklı bağımlılığın tarihi CHS’ye geçişi öncelemektedir ve CHS bunun sebebi olmaktan ziyade bir ürünüdür.
Ayrıca AKP’nin MHP’ye ne derece bağımlı olduğu konusunda da kamuoyunda kısmen yanlış bilgi kaynaklı bir kafa karışıklığı var. Bu kafa karışıklığı, birkaç yıldır sıklıkla duyduğumuz isabetsiz erken seçim öngörüleriyle kendini gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, MHP’nin (ya da muhalefetin) istediği zaman erken seçime giderek hükümeti bozabileceği şeklinde yaygın bir zan söz konusu.
Oysa ki bu doğru değil. CHS kurallarına göre, TBMM erken seçim kararını ancak üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu ile alabilir. Bu yüzden de mevcut milletvekili sayılarına göre meclis kararıyla Erdoğan hükümetini bozup ülkeyi yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimine götürebilmek için
48 MHP’li milletvekilinin tamamıyla birlikte AKP’li milletvekillerinden en az 64’ünün de cumhurbaşkanı karşısında muhalefetle birlikte hareket etmesi gerekir.
Özellikle son aylarda muhalefeti sarsıyor görünen aday tartışmaları, bireysel hırs ve kapris meselesi olarak görülmekten ziyade CHS’nin ürünü olan bu açmaz ışığında okunmalı.
Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan istemediği takdirde bu siyaseten mümkün görünmüyor. Yani MHP tek başına erken seçim istemek ya da hükümeti bozmak gibi bir pazarlık kozuna yasal ve pratik düzeyde sahip değil. Eğer ki MHP iktidar ortaklığını terk etmek isterse seçime kadar biçimsel olarak tek yapabileceği, hükümetin meclisten geçirmek istediği kanunlar için verdiği desteği sakınmaktan ibaret olacaktır.
Bu da önemlidir ama parlamenter sistemdeki kadar önemli değildir zira CHS nedeniyle kanunların (Cumhurbaşkanlığı kararnameleri karşısındaki) önemi nispeten azalmış durumdadır. Parlamenter sistemden CHS’ye geçişin AKP-MHP işbirliği arasındaki iktidar paylaşımı üzerinde yaptığı etkiyi şu şekilde de netleştirebiliriz: 2018 seçimlerine göre meclis çoğunluğunu kaybetmiş olan AKP, aynı sonucu parlamenter sistemde almış olsaydı, hükümet kurabilmek için MHP ile koalisyon kurmak zorunda kalacaktı (zira meclisteki milletvekillerinin yarısının kararıyla erken seçime gidilebilirdi), bu da teamülen birtakım bakanlıkların, mesela İç İşleri veya Savunma bakanlıklarının MHP’ye verilmesini gerektirecekti. Mevcut durumdaysa MHP’nin güvenlik bürokrasisi üzerinde herhalde bir nüfuzu veya “hatırı” vardır, ancak bakanlıkları doğrudan yönetmeye kıyasla bu daha zayıf bir güç kaynağıdır.
Kısacası, CHS bağlamındaki iktidar ittifakı, parlamenter bir koalisyona kıyasla, çok daha gevşek ve cumhurbaşkanlığı makamını kazanan Erdoğan/AKP lehine daha asimetrik bir işbirliği anlamına geliyor. Ayrıca CHS, erken seçime giderek bu işbirliğini bozma opsiyonunu pratikte Cumhurbaşkanına vermiş durumda. Demek ki CHS yalnızca yürütme yetkilerini tek makamda toplamakla ve o makamın üzerindeki meclis denetimini zayıflatmakla kalmadı. Cumhurbaşkanlığı makamını kazanan kişinin, değişen toplumsal koşullara rağmen erken seçim riskinden korunaklı biçimde en az beş yıl iktidarda kalmasını da neredeyse garantilemiş oldu.
2018’de uzun yılların yıpratıcı deneyimi ardından kendi partisiyle meclis çoğunluğuna sahip olamadan kurulmuş olan Erdoğan hükümeti, ilk aylardan başlayan şiddetli bir ekonomik kriz, akabindeki yerel seçim yenilgisi ve o zamandan beri her ay dile getirilen erken seçim beklentilerine rağmen, 2023 itibariyle 1946 sonrasının en uzun ömürlü hükümeti olacak (daha önceki en uzun hükümetler 2003-2007 Erdoğan ve 1983-87 Özal hükümetleriydi). Bu sonuç, 2023 seçimlerinde ne olursa olsun şimdiden Türkiye tarihinde CHS vasıtasıyla gerçekleştirilmiş önemli bir kurumsal tasarım ürünü olarak bir kenara yazılmalı.
Bu da bizi ele aldığımız konunun 2 numaralı ayağına yani muhalefet ve iktidarın seçim kazanma şanslarına getiriyor. Yüzde 50 oy alma gerekliliğinin Erdoğan’ın işini zorlaştırdığı şeklinde yorumlar var. Nedense aynı gerekliliğin Erdoğan’ın olası rakipleri için de geçerli olduğuna pek dikkat edilmiyor. Bu oy çokluğuna erişebilmek için, farklı ideolojik önceliklere sahip muhalefet bileşenleri, en geç cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu itibariyle bir ortak aday arkasında birleşmek zorunda.
Muhalefet için işbirliği araçlarında bir kolaylaşmadan ziyade işbirliği ihtiyacının artmasından bahsetmek daha doğru olur. Bu iki önermeden ikincisinin muhalefet açısından daha kötümser bir tabloya işaret ettiğini vurgulamak isterim.
Bu da kolay değil, çünkü yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi, cumhurbaşkanlığı, çok güçlü ve korunaklı bir iktidar makamı haline gelmiş durumda. Bu makamı kazanan liderin, kendisini desteklemiş partilere olan bağımlılığı, kazandığı andan itibaren azalacaktır.
Bu da muhalefet partileri için bir açmaz yaratıyor. Ortak bir aday bulup seçim kazanmaya çalışacaklar, ancak o aday iktidara gelirse, parlamenter sisteme dönülmediği sürece, partilerin hükümete doğrudan katılımı bulunmayacak. Muhalefet bileşeni parti liderleri, cumhurbaşkanının istediği gibi atayıp azledebileceği birer bakan ya da cumhurbaşkanı yardımcısı olmak isterlerse milletvekili olamayacak.
Üstelik parlamenter sisteme dönüş, yalnızca liderin ve bileşenlerin niyetlerine bağlı değil, çünkü anayasayı değiştirebilmek için de meclis üye tamsayısının beşte üçünün onayı gerekiyor. Yani muhalefet üç yüz altmış milletvekili bulamazsa ne parlamenter sisteme dönüşü garantileyebilecek ne de farazi yeni cumhurbaşkanı karşısında erken seçim isteme kozuna sahip olacak. Bu yüzden muhalefet bileşenleri hem seçim kazanabilecek hem de seçildikten sonra onları bir kenara atarak geniş yetkilerini istismar etmeyecek bir aday bulmak zorunda. Bu bir çelişki yaratıyor zira en çok seçmene hitap edebilecek aday profili ile eğer bir parlamenter sisteme geçiş olacaksa bunu başlangıç taahhütlerine en sadık biçimde yürütecek aday profili birbirinden farklı, ya da öyle algılanıyor.
Özellikle son aylarda muhalefeti sarsıyor görünen aday tartışmaları, bireysel hırs ve kapris meselesi olarak görülmekten ziyade CHS’nin ürünü olan bu açmaz ışığında okunmalı. Bugün muhalefet, ortak bir cephe olarak hareket etmeye son yirmi yılda olduğundan daha yakınsa bunun nedeni, CHS kurallarının bunu kolaylaştırması değil, iktidarı güçlendiren CHS’nin muhalefette kalmanın maliyetini tüm toplumsal kesimler için artırmış olması.
Yani muhalefet için işbirliği araçlarında bir kolaylaşmadan ziyade işbirliği ihtiyacının artmasından bahsetmek daha doğru olur. Bu iki önermeden ikincisinin muhalefet açısından daha kötümser bir tabloya işaret ettiğini vurgulamak isterim. Zira siyasi liderlerin, işbirliği zorluklarının üstesinden gelip, temsil ettikleri toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarına başarıyla hizmet edeceğinin garantisi yok.
Parlamenter sisteme dönüş, yalnızca liderin ve bileşenlerin niyetlerine bağlı değil, çünkü anayasayı değiştirebilmek için de meclis üye tamsayısının beşte üçünün onayı gerekiyor.
Üstelik muhalif toplumsal talepler de ideolojik çelişkiler barındıran bir yelpazeden geliyor. Birinci tercihi muhalif aday adaylarından biri olmasına rağmen, başka bir isim aday olduğu taktirde ehven-i şer düşüncesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy vermeye hazır geniş seçmen kitlesi de mevcut. Özellikle Kürt meselesine dair tarafların değişen duruşları bu konuda son ana kadar bir fark yaratabilir. Tüm bunlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan aday olmayabilir, aday olup seçimi kaybedebilir, yani muhalefet yine de kazanabilir. Ancak işleri kolay değil ve bu biraz da CHS nedeniyle.
Bitirirken açıklığa kavuşturmak gereken iki konu var. Yürütme üzerindeki denetimi azaltan CHS, plansız komuta ekonomisi diyebileceğimiz bir ekonomik yönetim tarzı ile birlikte geldi. Bu da ekonomik sıkıntıları artırmış ve iktidarın seçmen desteğini zayıflatmış görünüyor. Yani CHS, siyasi rekabetin biçimsel kurallarını iktidar lehine değiştirirken, belki bir yandan da iktidarın performansını düşürdü (birim toplumsal destek başına kullanılabilen yetkiler artarken toplumsal destek düştü). Bu ayrı bir konu. Ayrıklığını fark etmek de şu yüzden önemli.
Yarın bir gün, hem piyasanın dönemsel koşullarının değişmesinden ötürü, hem de daha kurallı ve kolektif bir ekonomik yönetim tarzını uygulamaya razı bir cumhurbaşkanının varlığı sayesinde, CHS’nin (belki tadilatlarla) baki kaldığı ancak ekonominin daha sağlıklı göründüğü dönemler gerçekleşebilir. Böyle bir durumda, o zamanki muhalefetin siyasi rekabet açısından işi yine zor olacaktır, bugünkünden de daha zor olabilir. İçinde bulunduğumuz siyasi tablonun ne kadarı ekonomik durumun ne kadarı doğrudan doğruya kurumsal faktörlerin sonucudur, bunun incelikli ayırt edilmesinde fayda var.
Son olarak, CHS’nin iktidarı korumaya alıp muhalefetin işini zorlaştırdığını iddia ederken bunu CHS için bir övgü olarak kastetmiyorum. Hükümetlerin ömrünü azamileştirmek en öncelikli amacımız olsaydı, seçim gibi demokratik kurumlara ihtiyaç kalmazdı ki demokratik bir cumhuriyet olması gereken ülkemiz için istediğimiz bu olamaz. İstediğimiz, halkın, hükümetini makul bir sıklıkla adil seçimler vasıtasıyla değiştirebilmesi olmalıdır.
Not: Bu yazı yayın sürecinde bulunan iki akademik makalede daha detaylı ele alınan incelemelere dayanmaktadır.