GPS aynı zamanda demokrasiye geçiş anlamına geliyor. Yani Tüsiad’dan Müsiad’a iş çevreleri bu konularda konuşurken biraz daha özgür olacaklar. Ama bugünkünden daha ilkeli, sorumlu ve vicdanlı davranırlar mı?
Loading...
Altılı Masa ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS) uzlaşmasına getirilen eleştirilerden biri şu: halkın hayatına nasıl yansıyacak, ne kazanımı olacak? İlk bakışta kısmen haklı bir eleştiri. Çünkü hükümet sistemi ilk etapta daha çok siyasetçiler, yönetenler ve devletin kurumlarının işleyişi ve aralarındaki ilişkileri ilgilendiren bir konu. Ama aslında doğrudan halkı da ilgilendiriyor.
Geçen haftaki acımız Bartın’ı örnek alalım. Eğer Soma’dan ders çıkarılmış olsaydı, Sayıştay’ın uyarıları sonucu gerekli asgari tedbirler alınmış olsaydı bazılarımız kader bazılarımız “kaza” diyebilirdi. Ama bunlar yapılmadığı için “iş katliamı” dememiz gereken Bartın’dan bahsediyorum.
Eğer mevcut otoriter Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yerine GPS olsaydı Bartın olmaz mıydı? Ne değişirdi ve ne değişmezdi?
Önce neler değişirdi hemen ona bakalım.
- Cumhurbaşkanı devletin başı ve birleştirici bir makam olarak partiler arasında tarafsız olduğu için bu olay karşısında iktidar partisini ve kendisini savunmak yerine öz eleştirel, yol gösteren ve adil bir tutum takınabilirdi. Devlet Denetleme Kurulu’nu gereken her yerde devreye sokardı. Bir kez olmak üzere 7 yıllığına seçildiği, görevini tamamladıktan sonra aktif siyasette görev alamayacağı için siyasal hesap değil sadece vicdanıyla hareket edebilirdi.
- Meclis’te bu katliamla ilgili (muhalefetin ve iktidarın ortak inisiyatifiyle) özel oturum yapılır, sorumluları ve önlemler tartışılırdı.
- İş güvenliği konusunda muhalefet partilerinin görüşme ve yasa önerileri gündeme alınırdı.
- Bu katliamın sorumlularının
bağımsız bir yargı tarafından yargılanacağından emin olabilirdik.
- İş cinayetleri ve güvenliğiyle ilgili bir komisyon kurulabilir ve başta işçiler olmak üzere farklı kesimleri dinleyip gerçek anlamda bir müzakereyle anlamlı önerilerde bulunabilirdi.
- Konuyla ilgili bakanlar Meclis önünde soruları yanıtlar, haklarında gensoru verilebilirdi. Bu nedenle de soruları çok daha ciddi yanıtlarlardı. Aynı nedenlerle kamuoyunu da daha ciddiye alır, gazetecileri iyi senaryoda yanaklarını okşayarak, kötü senaryoda hakaret ederek ve işten attırarak savuşturmazlardı.
- Böyle bir facia olduğunda zor sorularla karşılaşacaklarını ve gensoruyla görevden alınabileceklerini bildikleri için Sayıştay’ın ve diğer denetleme organlarının uyarılarını çok daha ciddiye alırlardı. Yeterli veya yetersiz bazı önlemeler alırlardı. Özel şirketler ve çıkar gruplarıyla ilişkilerinde en azından daha dikkatli olurlardı.
- Sayıştay’dan bakanlıklara kadar devletin kurumları hükümetten daha bağımsız olacaktı ve görüşleri daha ciddiye alınacaktı.
- Medya böyle bir katliamın sorumlularını çok daha özgür bir şekilde araştırabilecek ve eleştirebilecekti. Bunun sonucunda da sorumluların istifası gündeme gelebilecekti. Böyle bir denetim olduğu için de yetkililer daha dikkatli olurdu.
- Medya, sivil toplum ve siyaset tek başına bu olayın nedenlerinden öte ülkemizdeki iş kazalarının arkasında yatan sosyal ve ekonomik politikaları tartışabilecekti. Örneğin ülkemizin her yerinde hem doğayı hem de insanı hızla sömüren ve iktidar politikaları tarafından desteklenen “madencilik fırtınası” sorgulanacaktı. Uzun vadeli ülke çıkarlarına mı hizmet ediyor yoksa kısa vadeli özel kârlar uğruna geleceğimizi yok ediyoruz, bunu tartışabilecektik.
- Seçim barajı yüzde 3’e düşürüldüğü için emek ve çevre dostu partiler Meclis’e daha kolay girer ve sesleri daha çok çıkardı. Partilerin devlet yardımı alma sınırının yüzde 3’den yüzde 1’e inmesi de bu durumu pekiştirirdi.
- Mecliste komisyon ve Genel Kurul açık görüşmeleri canlı olarak yayınlanacağı için çoğunluk partisi muhalefet önerilerini baştan savmadan veya “kader bu” demeden önce bir kez daha düşünürlerdi.
- Torba kanun uygulamasına son verileceği için çevre ve emek karşıtı değişiklikler ilgisiz konuların arasında saklanıp geçirilemeyecek, daha zor yasalaşacaktı. Keza Bakanlar Kurulu'nun bu tür ayrıcalıkları KHK ile çıkarma yetkisi de Meclis tarafından kısıtlanacaktı.
- Başkanı ana muhalefet partisinden Kesin Hesap Komisyonu hükümetin bütçesini ve harcamalarını çok daha etkili biçimde denetleyecek, devlet iş güvenliği ve sosyal devlete ne kadar özel çıkarlar ve sermaye yararına ne kadar harcıyor ifşa edebilecekti.
- Tüm bu konular sosyal medyada da daha özgürce konuşulabilirdi.
Tüm bunlar elbette sadece Bartın için geçerli değil. Göz göre göre gelen ve bir azınlık yararına çoğunluğu yoksullaştıran enflasyon için de geçerli, üniversite öğrencisinden siyasetçiye hak ihlaline uğrayan herkes için de.
Eğer GPS olsaydı, medya, sivil toplum ve siyaset tek başına bu olayın nedenlerinden öte ülkemizdeki iş kazalarının arkasında yatan sosyal ve ekonomik politikaları tartışabilecekti.
Peki ne değişmezdi?
- Eğer ülkedeki herkesin acısını yüreğinde hissetmiyorsa, partisiz ve siyaset üstü bir Cumhurbaşkanı da bu konularda yeterince adil olmazdı.
- Bağımsız yargı mutlaka
adil ve tarafsız olacak anlamına gelmiyor. İktidardan bağımsız yargı sermayeden ve diğer güçlerden bağımsız olacak anlamına gelmiyor. Bağımsız bir yargı her zaman hukuk devleti ilkesine ve adalete bağlı kalacak diyemeyiz.
- Adil ve tarafsız yargı bağımsızlık yanında hukuk fakültelerinde verilen eğitimden barolara, güvenlik güçlerine ve mahkemelerde uygulanan usule kadar (işe soruşturmanın uzun yargılamanın kısa sürmesinden başlanabilir) birçok köklü reform gerektiriyor.
- Bağımsız medya da her zaman tarafsız olacak anlamına geliyor. Eğer medya sahipleri aynı zamanda madencilik dahil başka işlere girebiliyorsa, gazetelerin iş güvencesi yoksa, sermaye ve emek arasında, devlet ile vatandaş arasında ne kadar tarafsız olabilir? Gerçekten özgür ve demokrasinin güvencesi bir medya için de kapsamlı reformlar gerekiyor.
- Keza siyasal partiler ve yerel yönetimler de finansal olarak iş çevrelerine bu kadar bağımlı oldukları sürece emek ve çevre konusunda adil politikalar geliştiremezler. Siyasal partilerin mali konularda daha şeffaf, güvencede ve halka dayalı olmalarını sağlayacak kapsamlı reformlar şart.
- Altılı masa ve Emek ve Özgürlük İttifakı çok önemli uzlaşma deneyimleri. GPS’ye geçiş bu uzlaşmaya dayanırsa çok daha medeni ve ilerici bir siyasete kavuşabiliriz. Ama son tahlilde uzlaşıcı, kapsayıcı ve sorumlu davranmaya devam etmek, başta gençler olmak üzere toplumu dinlemek siyasal partiler ve liderlerin tercihi. Kutuplaşma, dışlayıcılık ve kısır kavga GPS’de de olabilir.
- Eğer seçmenler siyasetten aday ismi kadar program, ilke, kadro ve plan talep etmez ise GPS’deki siyaset de yozlaşabilir, kutuplaşabilir. Çünkü fikrin ve kadronun olmadığı yerde düşmanlaştırma ve polemik prim yapar.
Sorunlarımız için dış dünyayı ve kaderi suçlamayı bırakalım. Önce kendimize sonra dış dünyaya ve kadere bakalım.
- Liyakat ve hakkaniyet değil kayırmacılık, yolsuzluk, sorunları görmezden gelme, yeterince öz eleştiri yapmama gibi hastalıklarımızı değil GPS ve helâlleşme gibi kampanyalar, biz istemezsek hiçbir sihirli değnek çözemez. En az iki yüzyıldır tartışıp da hayata geçiremediğimiz zihniyet devrimine en başta kendimizden başlamamız gerekiyor. Böyle bir devrimi toplumla kavga etmeden temsil eden bir siyasete ihtiyacımız var ve böyle bir siyaseti ve siyasetçileri desteklememiz gerekiyor.
- GPS aynı zamanda demokrasiye geçiş anlamına geliyor. Yani Tüsiad’dan Müsiad’a iş çevreleri bu konularda konuşurken biraz daha özgür olacaklar. Ama bugünkünden daha ilkeli, sorumlu ve vicdanlı davranırlar mı?
Sonuçta bu iş kazalarında ve katliamlarında işverenlerin sorumluluğu ve deneyimi de çok önemli. Ama sermayedarlar emeğin korunmadığı bir ülkede gerçek ekonomik kalkınma olmayacağını anlamadığı, çevrenin bittiği bir ülkede milyonluk villaların da susuz kalabileceğini fark etmediği, zenginleşmesini devlete borçlu olduğu sürece çok bir şey değişmeyecektir.
- Tüm bunlar sadece sermayedarlar değil tüm vatandaşlar için geçerli. Sorunlarımız için dış dünyayı ve kaderi suçlamayı bırakalım. Önce kendimize sonra dış dünyaya ve kadere bakalım. Küçük cebimize sığacak bir ilaç alırken bile plastik poşet talep ediyor, sosyal medyada kutuplaşmaya hizmet ediyor, orman yolunda sigara izmaritini pencereden dışarı atıyor, emniyet şeridinde hız yapıyorken sonuçlarını düşünmüyorsak eğer “kader planına inanmış insanlarız” diyen bir Cumhurbaşkanı’na kızmaya da çok hakkımız kalmıyor.
Bartın’da hayatını kaybeden madencilerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı, tüm halkımıza demokrasi ve adalet diliyorum.