Barışın geleceği

Abone Ol

Türkiye bir seçim sathına doğru giderken Mezitli ve Ceylanpınar olayları, iktidarın seçime yönelik gölge düşürme çabalarına yardımcı oluyor. Koray Doğan Urbarlı, hakikati örten şiddetin geleceği görmeyi engellediğini yazdı.

 

Loading...

26 Eylül’de Mersin’in Mezitli ilçesinde yaşanan ve PKK’nın üstlendiği saldırı üzerine düşünüp yorumlayanlar bu saldırıyı hep aynı olayla eşleştirdiler. Bu saldırı 22 Temmuz 2015’te Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde gerçekleşen ve 2 polisin öldürüldüğü saldırıyı andırıyordu. İki saldırı da Türkiye seçimden başka bir şey konuşamazken gerçekleşmişti ve ilkinin sonucunda hem korkunç bir kanlı süreç başlamış; hem de 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda ortaya çıkan denklem, AKP lehine 1 Kasım 2015’te tamamen değişmişti.

Şimdi 2023’e giderken ve AKP’nin kaybetme ihtimali çok net bir şekilde ortadayken yine bir kanlı dönemin başlamasından ve iktidara bu süreç içerisinden bir kere daha “Şimdi Ankara'daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.” açıklaması yaptıracak bir zincirin tetiklenmiş olmasından tedirgin oldu geniş kesimler.

Benzerliklerin yanında iki olay arasındaki (şimdilik) iki temel fark olduğunu söylemek mümkün. Öncelikle Ceylanpınar’ı PKK tam olarak üstlenmemişti. “Resmi birimlerimizce yapılmadı. Tepkisel çıkış.” gibi ilişkiyi reddetmeyen ama tam da sahiplenmeyen bir noktada durmuşlardı. Bu sefer ise bu saldırıyı PKK tarafından çok net bir şekilde sahiplenildi. Birden fazla açıklama yapıldı ve savunuldu. Hatta… Hattası ikinci farkın sonunda… 

İkinci fark saldırı sonrasıyla alakalı… Mezitli’de yaşanan saldırı ve saldırı sonucunda hedeflenen siyasi amaçlar, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere çok net ve güçlü olarak reddedildi. HDP’nin lokomotifliğini yaptığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ilan edilmesinden sadece 2 gün sonra gerçekleşen ve salonda oluşan havayı tamamen terse çevirme potansiyeli taşıyan bu saldırıyı İttifak’ın birçok bileşeni de kabul etmediğini ifade etti.

 Şimdi gelelim yukarıdaki “Hatta” kısmına… 26 Eylül’de yaşanan saldırı sonrasında PKK saldırıyı sahiplenmekle kalmadı. Sosyolojik kesişim yaşadığı kurum ve kişilerden gelen karşı fikirlere de oldukça sert şekilde tavır aldı. Kimisi kamuoyuna daha çok yayılan, kimisi biraz daha gölgede kalan açıklamalar ile şiddet ve bu tip saldırılar konusunda iki farklı görüşün ortaya çıktığı net olarak anlaşılıyor. Şiddeti sahiplenmeyenler ve amaca ulaşmak için geçerli bir araç olarak görmeyenler çeşitli sıfatlarla nitelendi. Bu durum yine Demirtaş’ın şahsı ve tweetleri üzerinde somutlaştı. Hatta bu atışma “Demirtaş böyle giderse, serbest kaldığında hiçbir HDP toplantısına sokulmaz.” öngörüsüne kadar uzandı.

 Buraya kadar yazdıklarıma, olabildiğince objektif, bir durum tespiti diyebiliriz. Bundan sonrası ise gelecekle ilgili. Biz Yeşiller olarak şiddetin en yoğun yaşandığı günlerde de bugün ve benzeri zamanlarda da hep aynı ilkeyi savunduk: Bir siyasi amaca ulaşmak için şiddeti meşru bir araç olarak görmüyoruz! Bu ilke etrafında bazen kalabalıklaştık, bazen yalnız kaldık. Bazen de konjonktürel olarak ilkemize sahip çıkması gerektiğini düşünenler yakınımıza geldi ama bizim duruşumuz hiç değişmedi.

Şimdi Kürt Ulusal Hareketi’ne dair şiddetin rolü üzerine bir fikir tartışmasında da aynı yerde duruyoruz. Artık daha çok insan bizim sözlerimizi daha net şekilde söyleyebiliyor çünkü giderek daha fazla insan “artık belli bir çağın geride kaldığını” anlamış bulunuyor. Türkiye’de Kürt Sorunu’nun silahla çözülemeyeceği, silahla savunulamayacağı ortada. Birçok farklı parametrede bu durum kendisini kanıtlıyor. Peki şu anda yaşadığımız bu şiddetsizlik açıklamalarına tepkinin sebebi nedir? Buna yanıtım çok net olur: Elinde çekiç olan her şeyi çivi gibi görürmüş. Sadece şiddet ile bir çözüm aramaya odaklananlar da başka çözümleri aşağı görüyorlar. Fakat elinde çekiç olan ve çekiçle yaşamak dışında bir deneyimi olmayan insanların da dönüşmesi gerekiyor. Çünkü Napolyon’un sözünü biraz değiştirerek söylersem “Çekiç ile her şeyi kırabilirsiniz ama geleceği barış olan bir toplum inşa edemezsiniz.”

Türkiye’de toplumsal barışın geleceği Mezitli gibi, Ceylanpınar gibi saldırıların son bulmasından geçiyor. Siyasetten ve siyasetin temeli olan diyalogdan geçiyor. 2023’te gerçekleşecek olan seçimlere giderek artan bir şiddet ortamında gitmemek için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Silahların sesinin, patlamaların toz bulutunun altında yapılacak bir seçimde gerçeklerin sesinin duyulmasının, geleceğin güzelliğinin görülmesinin imkânı yoktur. Bu yüzden barışın geleceğine sahip çıkmalıyız.