Bana oradan bir diploma ver
‘Little little into the middle’ şeklinde bir eğitim sistemiyle varacağımız bir yer yok. Her şeyden biraz öğrenen ama en temel eğitimleri bilmeyen, hiçbir konuda uzman olamayan bir nesil yetiştiriyor, bununla da gurur duyuyoruz.
Geçenlerde bir tweet attım. “Özel derslerle birlikte ayda 10-15 bin lira harcadığınız çocuklarınız denemelerde özel üniversiteyi kazanacak puanı alıyorsa bırakın çocuğun demek ki okumaya niyeti yok. Yeteneğini bulun ve meslek sahibi olsun” dedim. Tabii eğitim düşmanı olmakla suçlandım.
Yahu ben eğitimciyim. İşim, gücüm eğitim. Neden eğitime düşmanı olayım? Belki de sorunumuz eğitimi sadece üniversite okumak olarak algılamamızdır. Bize göre gelişmişlik her şehre, hatta her semte üniversite açmak ve taban puanı 140’a çekmek. Baktık muasır medeniyetler seviyesine biz çıkamıyoruz, seviyeyi düşürelim en iyisi dedik.
Binlerce lira dökülerek okunan bölümlerden çıkınca ve işsizlikle veya cüzi bir ücretle karşılaşınca gençler hayal kırıklığına uğruyorlar. Onlar da haklı okumak dışında hiç alternatif sunulmamış.
Okullarımız hep akademik odaklı. Öğrencilere yeteneklerini keşfedecekleri ya da deşarj olacakları olanaklar sunmuyoruz. Tamam Japonya gibi akademik odaklıyız kabul, peki kendi ülkemizin sınav sistemindeki net ortalamalarımız akademik odaklı olmayı karşılar nitelikte mi? TYT matematik 40 soruda 5 net, AYT tarih 11 sorudan 1.2 net; kendi dilimizden bile 40 soruda 18 net ortalamasına sahibiz.
Pestalozzi, İsviçre’nin eğitim ekolünü oluştururken “İsviçre köylü ve üretici bir millettir. Bu özelliğini kaybetmeden, özünden kopmadan bir eğitim sistemi uygulanmalı” demiştir. Çağa ayak uydurmak özümüzden kopmayı gerektirir miydi? Üretimi tü kaka olarak görerek yol alamayacağımız açık değil mi? Bundan bir nesil sonra laboratuvarlarda yetişen marullar yeriz artık. Çiftçiliğe çok saygı duyan bir insanım. Tarımı modern yöntemlerle yapacak teknolojiyle donatmalı, insanları üretmeye teşvik etmeliyiz. Çağa ayak uydurmak güzeldir ancak bu, içi boş bir “uydurma” haline dönüşünce ülkeye bir katkı sağlamaz.
ÇOCUKLARINIZA OKUMAK = BAŞARI ALGISINI OLUŞTURMAYIN
Okullarda kreşlerde kodlama eğitimi verildiğinin gururu yaşanıyor. Çişlerini yeni öğrenmiş, insan olduklarını yeni fark eden çocuklara oyun kurmayı öğretmeden kodlama eğitimi veriyoruz. İnanın yetişeceğimiz bir yer yok. Hazır bulunuşluk seviyelerine göre bir eğitimle çok daha başarılı olacağız. ‘Little little into the middle’ şeklinde bir eğitim sistemiyle varacağımız bir yer yok. Her şeyden biraz öğrenen ama en temel eğitimleri bilmeyen, hiçbir konuda uzman olamayan bir nesil yetiştiriyor, bununla da gurur duyuyoruz.
Bugün herkesin yaşamayı hayal ettiği, toplumsal düzeni takdir ettiği ülkeler hem eğitimi kendi içinde hem de toplumsal olarak tabandan başlatmıştır. Finlandiya’yı hedef alırken Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı, İsviçre’yi örnek alırken de Pestalozzi’yi iyi okumak ve anlamak gerekli. Diyeceğim o ki; köyleri yok sayarak ve insanlara köyden kente göçlerinde büyük hayaller vadederek bir ilerleme kaydedemeyiz. Bu sürdürülebilir bir sistem değil.
Tam da bu noktada aklıma Ziya Selçuk’un “Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiyoruz. Artık eğitimi insanlar değil, piyasa belirleyecek” sözleri geliyor. Üretmeden tüketmeyi destekleyen bu sözlerden sonra “Acaba bu bir proje miydi?” diye sormaktan kendimi alamıyorum doğrusu.
Çocuklarınıza okumak=başarı algısını oluşturmayın, onlara ne iş yaparlarsa yapsınlar en iyi şekilde yapmayı öğütleyin, o zaman zaten başarı kaçınılmaz olacaktır.