Bağlar arasında bir şato ve köyler

Abone Ol
Vahdettin, Kayzer II. Wilhelmi ziyarete bu şatoya geldiğinde yanında yaver olarak Mustafa Kemal de varmış. Hatta ben göremedim ama Kaan Esener görmüş, buradaki altın deftere de bir şeyler yazmış. Gelmeden bir-iki gün önce, Baskın Oran’a Strasbourg’a gidip Şarap Yolu üstündeki köylerde biraz dolanacağımı söylemiştim. Gideceğim gece, telefonum çaldı, arayan Baskın Oran, telefonu Büyükelçi Kaan Esener’e vereceğini söyledi. Kaan Esener, muhtemelen programımda olduğunu düşündüğü Haut Koenigsbourg Şatosu’na dair bana bazı bilgiler vermek için Baskın Hoca’yı aracı etmiş, sağolsun, bu bilgileri kendisinden öğrendim. Vahdettin, Kayzer II. Wilhelm’i ziyarete bu şatoya geldiğinde yanında yaver olarak Mustafa Kemal de varmış. Hatta ben göremedim ama Kaan Esener görmüş, buradaki “altın deftere” de bir şeyler yazmış. Yemek salonu ile mutfağı özellikle görmem gerektiğini söyledikten sonra buranın işgalde yıkıldığını ama Wilhelm’in yeniden inşa ettirdiği bilgisini de verdi. Haut Koenigsbourg’ün adı son yıllarda polisiye edebiyat çevrelerinde de sıkça anılır olmuş. Jacques Fortier, Sherlock Holmes ve Haut Koenigsbourg Şatosunun Esrarı diye bir kitap yazmış ama ne adamı tanıyorum ne de kitabı okudum, dolayısıyla bu şato, roman sayfaları arasında da bu kadar etkileyici mi bilemiyorum. Eğer bu roman Fransızcadan çevrilir ve ben de bir daha buralara gitme imkânı bulursam, bu şatoyu bir de o gözle gezmek, Sherlock’un rehberliğinde bütün sırları aydınlatmak isterim. Şato bir tepeye kurulu olduğu için kendisi kadar bahçesinden bağların dizili olduğu geniş vadiyi izlemek de insanı şehircilik üstüne düşünmeye teşvik ediyor. İster istemez mukayese ediyorsunuz, burası nasıl dokusunu koruyarak böyle yüzyıllarca kalabiliyor da bizde bu mümkün olmuyor?
Muhafazakârlığı bir ortak akıl tarafından oluşturulmuş kültür ve değerlerin nesillerden nesillere aktarımı olarak düşünürsek, Fransanın şarap köylerinin Anadolunun herhangi bir yerinden daha muhafazakâr olduğunu söyleyebiliriz.
Muhafazakârlığı bir ortak akıl tarafından oluşturulmuş kültür ve değerlerin nesillerden nesillere aktarımı olarak düşünürsek, Fransa’nın şarap köylerinin Anadolu’nun herhangi bir yerinden, özellikle de tatil beldelerinden çok daha muhafazakâr olduğunu söyleyebiliriz. Bu “ortak akıl” kavramı önemli, biraz açayım. Muhafazakârlık bize son analizde diyor ki, “bak, burası böyle çünkü böyle olması gerekiyordu ve yüzyıllardan beri her gelen bunun böyle olması gerektiğinde hemfikirdi, şimdi sen de bu kültürün bir parçası olarak bir sonraki nesle bunu böyle bırak.” Tabii ki teknolojik dönüşümleri ve bu sayede karşımıza çıkan yeni üretim ilişkilerini, ulaşım kolaylıklarını falan yok sayan bir muhafazakârlık değil kastettiğim; o özü yitirmeden güne uyum sağlamak. Aksi takdirde, eğer muhafazakârlığı bir şekilciliğe indirgerseniz anakronizme düşmeniz kaçınılmaz hale gelir ve bir müddet sonra yanlış bir şeyi muhafaza ettiğiniz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırsınız. Sanırım bunu ilkin Floransa’da bir havaalanı bulunmadığını fark ettiğim gün düşünmüştüm, o şehrin bir istiap haddi var çünkü ve düzenli olarak aşılmasına olanak sağlarsanız artık o sizin bildiğiniz Floransa olmaktan çıkar. Atatürk’ten girip Sherlock Holmes üzerinden muhafazakârlığa geldik ama artık yola çıkmalıyız.
Her şey değişiyor, bütün üretim araçları yerlerini yenilerine bırakıyor, ilişkiler değişiyor ama Riquewihr aynı Riquewihr Muhafazakârlığın böylesine gıpta ediyorum
Gidilecek çok yer varken bir şatonun bahçesinde gün bitirilmez. Buradan bir on dakika uzaklıkta “maymunlar parkı” var, oraya da gittim. Büyücek bir orman, içinde de çok sayıda maymun var. Alsace’ta maymun ne arar bilmiyorum ama bağların arasında bu hayvanların ağaçtan ağaca atlayışlarını görmek yüzünüze manasız bir gülümseme yerleşmesine yol açıyor. Üç yerden daha kısaca bahsetmek istiyorum: Barr, Obernai ve Riquewihr. Bunların üçü de güzel, görülesi yerler ama aralarındaki temel fark, Barr’ın bir meydanı olmaması ve dümdüz bir cadde halinde uzanmasında yatıyor. Barr, bu özelliğiyle diğerlerinden ayrılırken surla çevrili Obernai gayet düzenli bir kasaba. Obernai’de buraların alametifarikalarından olan baharatlı ekmek -pain d’epices- yeme fırsatı buldum. Hani böyle yedim de zevkten yerlere düştüm gibi bir şey değil ama Alsace’a gelmişken bu ekmekten yemeden dönmemeli. Entrikalarla dolu Fransız Sarayı’nın onbeşinci yüzyıldaki en önemli isimlerinden biri Agnes Sorel de bu ballı-baharatlı ekmeklere düşkünmüş ve rakipleri de onu öldürmenin yolunu ekmeğe zehir katmakta bulmuşlar. İlk lokmasında bal ve baharat gibi zehir de kanına karışınca Agnes Sorel muhtemelen elinde o çok sevdiği pain d’epices dilimiyle oracıkta ölüvermiş. Böylece, bu ekmek saray entrikaları tarihinde de kendisine unutulmaz bir yer bulmuş. Bu saydığım yerler arasında en güzeliyse hiç kuşkusuz “Fransa’nın en güzel 100 köyünden” biri olan Riquewihr. Adı tuhaf ama kendisi pek şirin, altı üstü iki caddeden oluşsa da her binası, her dükkânı görülmeye değer. Riquewihr’de, en tepede, bir “cellat müzesi” var, içinde eski dönem işkence âletlerinin yanısıra Orta Çağ köy hayatını gösteren canlandırmalar da yapmışlar. İşte her şey değişiyor, bütün üretim araçları yerlerini yenilerine bırakıyor, ilişkiler değişiyor ama Riquewihr aynı Riquewihr. O öz değişmiyor, turizm diye bir şey yokken nasılsa alabildiğine turistik olduktan sonra da hâlâ öyle kalabiliyor. Ben de muhafazakârlığın böylesine gıpta ediyorum.