Pazar Politik Gündem

Baba-Oğul ve CHP

Abone Ol
CHP’deki her değişim sancılı olmuştur. Ancak kuruluş döneminin cumhuriyet devrimlerine hayat kazandıran CHP’nin kendi içerisindeki demokrasi devrimlerini gerçekleştirecek potansiyeli de mevcuttur.

Seçimlerin ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MYK üyelerini istifa ettirerek yeni MYK kadrosuyla birlikte kurultay için hazırlıklara başlamıştır. Seçim başarısızlığı sonrasında parti için değişim sesleri gittikçe yükselirken özellikle Ekrem İmamoğlu ismi CHP Genel Başkanlığı için konuşulmaya başlamıştır.

Saraçhane'de süreci sonrasında CHP lideri Kılıçdaroğlu ile ilişkileri bozulduğu öne sürülen Ekrem İmamoğlu CHP grup toplantısına katılmıştı. Toplantıda Kılıçdaroğlu: ‘’Sizin bilmediğiniz ama bizi yakından tanıyanların iyi bildiği bir şeyi bu kürsüden sizlere ifade edeceğiz; ben Ekrem İmamoğlu ile baba-oğul ilişkisi gibiyiz. Kendisi CHP’nin evladı olduğu kadar benim de evladımdır. Ona sahip çıkmak boynumun borcudur. Şimdi yan kesici saraylara sesleniyorum, bu kantar sizi çekmez. Erdoğan’a da insanı olarak bir şey söylemek isterim, ihtiras doymak bilmeyen bir canavardır. İhtirasının esiri olma, kin kusma, öfke kusma. Adaletli adil olmaktan ayrılma. Sana öğretmediler mi adaletin, dürüstlüğün, kucaklaşmanın ne olduğunu?’’ ifadelerini kullanmıştır.

Ancak seçimin ardından Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu arasında yapılan sabah kahvaltısı sonrasında iki ismin arasındaki iplerin koptuğu iddia edilmiş ve ‘’Baba ve Oğul’’ ilişkisinin bittiği konuşulurken devam eden günlerde İmamoğlu açıktan değişim mesajları içeren demeçler vermeye devam etmiştir.

CHP’nin tarihi gerek partinin kurucu misyon taşıması gerekse Türkiye’nin yakın siyasal tarihine de ışık tutacak bilgileri içermesi açısından son derece önemlidir. Zira CHP’nin kuruluşu milli mücadele dönemine denk gelirken partinin köklerini Osmanlı Devleti tarihine kadar dayanmaktadır. Partinin temellerini atan kadroların İttihat ve Terakki Cemiyeti hareketinden gelmesi, bu siyasal devamlılığa da bir kanıttır.

Hasan Bülent Kahraman bu sürekliliği ‘Tarihsel Blok’ kavramıyla açıklamış ve Gramsci’den esinlendiği kavramı Türkiye siyasal hayatına uyarlamıştır. Hasan Bülent Kahraman’ın yorumuna göre asker, bürokrat ve aydınlardan vukuu bulan ‘Tarihsel Blok’, 1908-1960 yılları arasında kesintisiz olarak devam etmiştir. Jön Türkler ile filizlenen Tarihsel Blok’ta yer alan aydın zümre, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kurmuş, aynı fikri kadro daha sonra Kemalist hareketin öncülüğüne de soyunarak Kemalist ideolojinin vücut bulmasında farklı boyutlarda etken olmuştur. Esasında bu Tarihsel Blok Türkiye’deki değişim ve statükonun temsilcisi olduğu bir dikotomiyi teşkil etmektedir. Dolayısıyla CHP, Türkiye’deki değişim dinamizminin en önemli aktörlerinden biridir. CHP’nin adında ‘’Halk’’ kavramının kullanılması da başka bir tartışma konusudur. Aslında bu tartışmanın kökenleri II. Meşrutiyet dönemine kadar dayanmaktadır. Rusya’daki Narodniklerden alınan ‘’Halk’’ kavramı, daha ziyade fakir fukarayı tabir etmekte ve zengin, asil tabakayı dışlamaktadır. Narodnikler; 19. Yüzyılda, altmışlı ve yetmişli yıllarda Rus devrimci hareketi içinde doğan küçük-burjuva narodizm eğiliminin destekçileridir. Narodnikler, otokrasiye karşı bir tavır sergilerken toprağın köylüye verilmesini savunmaktadırlar.

Kapitalizmin Rusya'da kalıcı olmayacağına inanan Narodnikler, bu sebeple de devrimci güç olarak Rusya'da proletaryayı değil, köylüyü görüyorlardı. Fakat Mustafa Kemal Paşa, ‘’Halk’’ kavramında önemli bir farklılaşmaya giderek toplumun tüm sınıflarını kapsayan bir yaklaşım izlemiştir.

Kurucu ve tek parti özelliklerini taşıması sebebiyle CHP’nin örgütlenme sürecinde uzunca bir müddet ‘Tarihsel Blok’un etkisi görülmüştür. Parti ilk olarak daha çok büyük şehirlerde örgütlenmeye giderken, 1924 yılına kadar taşrada örgütlenmeye dair ciddi bir adım atmamıştır. Bundan mütevellit Halk Fırkası’nın toplumsal tabanını oluşturan tabakada bürokrat, aydın asker ve tarımcılıkla uğraşmakta olan eşraf ile toprak ağalarının ağırlığı daha etkili olmuştur.

Birinci Meclis’i bir araya getiren mebusların eski mesleklerine bakıldığında; % 43’lük ve en geniş kesiminin memur, % 28’inin serbest meslek erbabı, % 29’unun ise farklı ekonomik faaliyetlerle meşgul (tarım, bankacılık, vb.) kişilerden meydana geldiği görülmektedir. Tıpkı örgütsel yapıda olduğu gibi CHP’yi oluşturan sosyolojik yapıdaki oranların da benzerlik taşıdığı dikkat çekmektedir. O yıllarda CHP’yi destekleyen sosyal yapının % 52’si memur, % 21’i serbest meslek sahibi ve % 27’si de eşraftan oluşmaktadır. Özellikle kentlerde bürokrat, subay, öğretmen, doktor, avukat vb. mesleki gruplar, CHP’nin itici gücünü oluşturmuştur.

Kurucu ve tek parti özelliklerini taşıması sebebiyle CHP’nin örgütlenme sürecinde uzunca bir müddet ‘Tarihsel Blok’un etkisi görülmüştür. Parti ilk olarak daha çok büyük şehirlerde örgütlenmeye giderken, 1924 yılına kadar taşrada örgütlenmeye dair ciddi bir adım atmamıştır.

Asker, bürokrat, toprak ağaları ve esnaftan müteşekkil eşraf tarafından kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi, merkez-çevre ilişkisi perspektifi ile gözlendiğinde, Türk siyasi tarihinin önemli bir mihenk taşı mahiyetindedir. Netice itibariyle bir ‘’kadro’’ partisi olarak kurulan CHP, daha sonraları şeklen ‘’kitle’’ partisi olmaya dönüştürülmek istense de dönemin konjonktürel ortamı; yeni kurulan devletin oturmaya çalışan sistemleri ve olgunlaşmaya çalışan şartlarıyla devrimlere ‘’bekçilik’’ etme rolüyle kitleselliği yakalamaya çalışan bir kimlik kazanmıştır.

CHP yalnızca cumhuriyet tarihinin ilk siyasi partisi değil aynı zamanda değişim arayışına girerek bir dönüşüm gerçekleştiren de ilk siyasi partidir. 1935 yılında altı ilkenin dayandığı Kemalizm’in parti programına eklenmesi ile partinin ideolojik kimliği de netleşirken partinin ideolojik çizgisinde iç ve dış dinamiklerin ve gelişmelerin etkisiyle yıllara göre “liberal-ılımlı devletçi-aşırı devletçi”, “aşırı laik- ılımlı laik”, “ılımlı milliyetçi-aşırı milliyetçi”, “devrimci reformist-bürokratik muhafazakâr” gibi değişim ve dönüşümler yaşanmış, halkçılığın eşitlikçi bakış açısı 1960’larda yerini sosyal adalet söylemine bırakmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası liberalleşme eğilimleri gösteren CHP, muhalefette bulunduğu 1950’li yıllarda “özgürlükçü” söylemlere yönelmiş, 1965 yılında “ortanın solu” ile birlikte köklü bir ideolojik değişim yaşamıştır. İnönü’nün ortaya koyduğu “ortanın solu” söylemi Bülent Ecevit’in öncülüğünde 1970’li yıllarda “demokratik sol” kimliğe bürünmüştür.

CHP içerisinde Ortanın Solu akımını benimsemiş farklı cenahlardan oluşan gruplar, hareketin başına bir isim ararken parti tavanının dikkatini çekmeyecek ve Genel Başkan İnönü'nün de rahatsız olmayacağı bir karakter olan Bülent Ecevit, uzlaşmacı kişiliğinin yanı sıra farklı kesimler içerisinde koordinasyon sağlayan liderlik vasfı ile ortaya çıkmıştır.  CHP’nin “düzeni değiştirmek isteyen” ortanın solcusu, demokratik solcu ya da sosyal demokrat kimliği ile “düzeni kuran” Kemalist kimliği parti içerisinde ideolojik kimlik çatışmalarına neden olmuş, 1960’ların sonunda başlayan “reddi miras” tartışmalarıyla alevlenmiştir.

CHP’nin kurucu kadroları ile eşraf ve feodal beyler arasında Milli Mücadele yıllarında başlayan ve 1940’lı yıllarda aşama aşama zayıflama eğilimleri gösteren bu ittifak gerek Türkiye’de siyasal, toplumsal ve ekonomik koşullardaki farklılaşmanın, gerekse de CHP’nin 1950’li ve 1960’lı yıllarda yaşadığı ideolojik değişimin etkisiyle sona ermiş, 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren CHP yabancı sermaye ve kapitalist milli burjuvazi ile yerelde eşraf ve feodal güçleri karşısına alan, işçilere, köylülere, memurlara, emeklilere hitap eden ve kendini “ortanın solcusu” olarak tanımlayan bir parti konumuna gelmiştir.

Mevcut tablo, ülkede yerleşmeye başlayan demokrasinin tabii bir neticesi olarak CHP’nin işlevselliğini yitirmiş ‘’eski’’ kimliğinden sıyrılıp, farklı bir söylemle toplum önüne çıkışının bir ürünü ve aynı zamanda siyasi yelpazedeki yerini belirlemesidir. Ancak Ortanın Solu akımının ortaya çıkışında; 1960 Askeri müdahalesi, yeni anayasa, İşçi Partisi’yle benimsenen sol fraksiyonun yükselişine değin giden bir entelektüel geçmişin etkisi de mevcuttur. Parti-devlet bütünleşmesi sonucu bir kamu kurumu görünümündeki CHP’yi gerçek bir siyasi parti hâline getirmeyi hedefleyen bu siyasal metamorfoz, aynı zamanda CHP’yi demokratlaştırırken son tahlilde ise CHP’ye sosyal demokrat bir kimlik kazandırmıştır.

Ortanın Solu akımının ortaya çıkışında; 1960 Askeri müdahalesi, yeni anayasa, İşçi Partisi’yle benimsenen sol fraksiyonun yükselişine değin giden bir entelektüel geçmişin etkisi de mevcuttur.

1965 - 1973’lü yıllar ise CHP’de parti içi mücadele ve hizip çatışmalarının en yoğun yaşandığı dönemlerden biri olmuştur. CHP de Ortanın Solu söylemi ile sınıfsal bir temeli barındıran devlet aygıtı karşısında ve parti geleneklerindeki ‘’halk için, halka rağmen’’ ilkesine karşıt olarak “halk için, halkla beraber’’ anlayışıyla ‘’tavanın’’ değil ‘’tabanın’’ sesi olmayı hedeflemiştir.  ‘’Halkla beraber’’ şeklinde formülize edilen Ortanın Solu akımı, CHP’de parti dışı etkenlere bağlı olarak gelişse de parti içerisinde hizipleşmelere, ayrılıklara neden olan çatışmalara rağmen bilhassa Bülent Ecevit, Turan Güneş, Deniz Baykal, İbrahim Öktem, Ahmet Yücekök, Haluk Ülman gibi isimler tarafından parti politikası haline gelebilmesi için önemli mücadeleler verilerek savunulmuştur. Parti içinde gittikçe parlamaya başlayan Bülent Ecevit, bir nevi ‘’baba-oğul’’ ilişkisi çerçevesinde kurultaylarda elini öpüp bağlılığını bildirdiği ve Cumhuriyet’in kurucularından biri olan İsmet İnönü’ye karşı bir liderlik mücadelesine soyunmaya başlamıştır.

CHP kadrolarındaki yenilenme 1969 Seçimlerinde başlamış ve seçimler sonucunda toplam 143 milletvekilinden 88’i ilk kez meclise girmiştir.  Yeni seçilen milletvekillerinin Ortanın Solu’nu desteklemesi parti içindeki tartışmaları arttırırken PM’deki iç mücadeleyi alevlenmiştir.  Akabinde Ecevit grubu ve Kemal Satır grubu arasında bir düello olarak tarihe geçen 20. Kurultay’ın erken toplanması kararı alınır.

İnönü’nün desteğini bekleyen Kemal Satır grubu İnönü’nün tarafsız açıklamaları karşısında beklenmedik bir şok yaşar ve kurultaya mağlubiyet ile başlar.  Kurultayda MYK’nın usulsüz uygulamalarına rağmen “Ecevit giderse Ortanın Solu da biter.” korkusu baskın gelmiş, il delegeleri Ecevit ve grubunu desteklemiştir.

20.Kurultay, Ortanın Solu grubunun mutlak bir galibiyeti ile sonuçlanmıştır. Genel Başkanın isteğiyle Kemal Satır ve Kemal Demir, Parti Meclisine seçilmiştir. Ancak daha sonrasında, Parti Meclisinden istifa eden Satır ve Demir bu defa daha katı bir muhalif tavır ile parti içindeki mücadelelerine devam etmiştir. 12 Mart sonrası dönemde Bülent Ecevit ile arası açılan Genel Başkan İsmet İnönü bu dönemde Kemal Satır grubuna destek vermeye başlamıştır. Ancak Ortanın Solu ekibi artık güçlenerek parti örgütüne hâkim olmuştur.

Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu arasındaki baba ve oğul ilişkinin arka planında dönen mücadele, bir kavgaya ya da bölüşmeye dönüşmeden partinin değişime doğru açılacak kapının aralanmasında anahtar güç olmalıdır.

Zira sonraki dönemde İnönü’nün ağırlığı dahi Ortanın Solu ekibini pasifize etmeye yetmemiş hatta genel başkanlık koltuğu bile değişmiştir. Ecevit, 12 Mart Muhtırası'nın Ortanın Solu hareketine karşı verildiğini iddiasıyla partisinin askerî yönetime karşı yeterince dik duramadığını belirterek genel sekreterlikten istifa etmiştir. Ecevit'le yoğun bir mücadeleye giren İnönü, 4 Mayıs 1972 tarihinde toplanan 5. Olağanüstü Kurultay'da "Ya ben ya Bülent!" sözleriyle adeta örgütüne rest çekmiştir. Kurultay'da PM için yapılan güven oylamasında Ecevit ve ekibinin 507'ye karşı 709 oy ile güvenoyu almasıyla 8 Mayıs 1972 tarihinde İnönü istifa etmiş ve yerine Ecevit, 14 Mayıs 1972 tarihinde genel başkanlığa seçilmiştir.

14 Mayıs; CHP adına yalnızca seçim kaybedilen bir günü değil aynı zamanda değişimin de başladığı günü temsil etmektedir. Keza Bülent Ecevit’in uzun bir mücadele sonucunda İsmet İnönü’den genel başkanlık koltuğunu devraldığı gün; 14 Mayıs 1972’dir.

CHP’deki değişim, İnönü-Ecevit örneğiyle bir baba-oğul mücadelesiyle tezahür ederken partideki başarı ise partinin seçmen tabanına doğru ve ikna edici şekilde nüfuz etmesiyle gelmiştir.

Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu arasındaki baba ve oğul ilişkinin arka planında dönen mücadele, bir kavgaya ya da bölüşmeye dönüşmeden partinin değişime doğru açılacak kapının aralanmasında anahtar güç olmalıdır.

CHP’deki her değişim sancılı olmuştur. Ancak kuruluş döneminin cumhuriyet devrimlerine hayat kazandıran CHP’nin kendi içerisindeki demokrasi devrimlerini gerçekleştirecek potansiyeli de mevcuttur. Bunun için farklı formül arayışlarına girmeye de gerek yoktur. Zira her şeyden önce modern Türkiye’nin kurucusu ve değişimin dinamizmi CHP’nin kendi tarihini hatırlayıp doğru okuması yeterli olacaktır. Keza okunan tarih geçmişi, doğru okunan bir tarih ise geleceği aydınlatır.