Ayakkabı numarası mı değişecek, sistem mi?
İstiklaldeki patlama, her yanını korku ve dehşet saçmış bu kadının işi mi? Kim, niçin, korkudan dili tutulmuş bu kadının üzerinden bizi korkutup, sindirmek ve evimize kapatmak istiyor? Asıl istenilen korku ikliminin hakim olması mı? Katledilenlere bakıp korkudan eve kapanmamız kimin işine gelir? Bütün bu soruların cevabını alabilmemiz, demokratik, özgürlükçü, şeffaf ve hesap verebilir bir parlamenter sistemin kurulmasına bağlı görünüyor.
TRT 1’de adı “Teşkilat” olan bir dizi var.
Tanıtım fragmanını gördünüz mü?
Fragmanda, teröristin birinin, içinde bomba düzeneği bulunan bir çantayla kalabalık bir caddeye girip, bir bankta oturduğunu görüyorsunuz.
Çantayı yere bıraktıktan sonra aldığı talimat üzerine gelen ilk taksiye binip uzaklaşıyor. O sırada elindeki uzaktan kumanda aletine basıyor ama çalıştıramıyor. Bir kez daha deniyor ve derken “taksi şoförü” ile göz göze geliyor.
O an şu sözleri duyuyoruz:
“Kaçtığını sanırsın ama teşkilat seni bulur.”
Gerilimin o an bitiyor olması güzel değil mi?
Zaten “biliyoruz” demişti; “ayakkabı numarasına kadar” hem de…
İçimiz rahatlamıştı ama birden bire biri Mersin’de, diğeri İstiklal’de iki saldırı gerçekleşti; Mersin’de bir polis memuru şehit, İstiklal’de ise altı isimsiz yurttaşımız canından oldu. Aralarına ağırlarının da olduğu 81 de yaralımız var.
Mersin’deki saldırganların kadın olduğu anlaşıldı ama ilk açıklanandan farklı kadınlar olduğu da… İstiklal’de ise görüntülere bakılırsa dehşete kapılmış; resmi açıklamalara bakılırsa “istihbarat elemanı olarak yetiştirilmiş” bir kadın ‘fail’ olarak yakalandı; o mudur, bir başkası mıdır, soruşturma sonuçlanınca anlaşılacak.
İSTANBUL’UN GÖBEĞİNDE OLUYORSA…
Bizi ilgilendiren tarafına gelince…
İstiklal dediğiniz, İstanbul’un göbeği; her tarafı, kameralarla donatılmış. Açıkçası bizim için evimiz neyse İstanbul için de İstiklal o değil mi?
Öyle ki sinek uçsa bile haberdar olunacak bir donanıma sahip bir yer ama gelin görün ki başında türbanı, üstünde kamuflaj pantolonu ve ayağında botuyla biri, bir bankta, elindeki paketiyle bir saate yakın oturuyor ve bu durum kimsenin ilgisini çekmiyor, öyle mi?
Şöyle düşünün; kendinizin koymadığı herhangi bir şey, evinizin orta yerinde öylece duruyor ve bu size tuhaf gelmiyor.
Akıl alacak gibi değil!
İnsan ister istemez, “ayakkabı numarası dahi bilinen” bir teröristin, bütün kontrol bölgelerini aşıp İstiklal’e kadar elini kolunu sallayıp gelebilmesi karşısında ürperiyor.
Acaba “esas istedikleri terörün soğuk soluğunu ensenizde hissetmemiz mi?” diye soruyorum kendi kendime.
Birini rafa kaldırmadan bir diğerini masanızın üzerinde bulabileceğiniz pek çok komplo teorisinin havada uçuştuğu bir ülkede, her biri, en değme senaryo yazarına dudak uçuklatabilen bin bir ihtimalin akla gelmesine şaşırmamak gerek.
Misal, eylemden sonra öldürtülebileceğinden kuşkulanan kadının, polisin kendisini fark edip yakalatması için panik halinde kaçtığı söyleniyor. Ama öte yandan elinde iki adet kırmızı gül taşımaktan da vaz geçmiyor.
Gül ve bomba; olacak şey mi?
Peki ya sosyal medya hesaplarındaki Filistin ve Kudüs paylaşımlarına ne dersiniz?
“Amatörlük” denilebilir ama hedef şaşırtmak için eylemin hazırlığına aylar önce başladığı düşünülebilir. Öte yandan yakalanınca vücut diline bakılırsa çok korkmuşa benziyor ve dehşete kapılmış görünüyor.
Bizim bunları düşüneceğimiz kadar bir vakitte onun bütün bu panik ve koşuşturma arasında önce İstiklal’den Esenler’e, oradan da Küçükçekmece’ye kadar gitmiş; polisin de gidip oradan almış olmasında hiç mi tuhaflık yok?
Sorular, yeni soruların önünü açar. Tecrübeli istihbaratçı Mahir Kaynak, bu tarz eylemlerin kimin işine yaradığına bakarak analiz edilmesini önerirdi.
ÖZGÜRLÜKÇÜ, DEMOKRATİK BİR SİSTEMDİR İHTİYAÇ
O halde soralım:
İstiklaldeki patlama, her yanını korku ve dehşet saçmış bu kadının işi mi?
Kim, niçin, korkudan dili tutulmuş bu kadının üzerinden bizi korkutup, sindirmek ve evimize kapatmak istiyor?
Asıl istenilen korku ikliminin hakim olması mı? Katledilenlere bakıp korkudan eve kapanmamız kimin işine gelir?
Kullandıkları piyon, hangi taşerona bağlı?
Bütün bu soruların cevabını alabilmemiz, demokratik, özgürlükçü, şeffaf ve hesap verebilir bir parlamenter sistemin kurulmasına bağlı görünüyor.
Kim kuracak bu sistemi?
Biz “Altılı Masa”dan bekliyoruz; çünkü bunu vaat etmişlerdi bize.
İşin doğrusu bizim de ilgimizi çekmişti bu vaat.
Anlaşılan, toplumun ilgisi de, “Altılı Masadaki liderlerin” ilgisini çekmiş olmalı ki henüz yapılmamış pastanın büyük payını kapmanın telaşına düştükleri izlenimini veriyorlar.
Her ne kadar “Önümüzdeki seçimle birlikte, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla hayata geçirildiği, özgürlükçü ve demokratik Türkiye’yi vatandaşlarımızın desteği ile inşa edeceğiz” deniyorsa da, sanki “kazanacak aday”a odaklanmış görünüyorlar.
“Altılı Masanın ortak adayı 13. Cumhurbaşkanı olacak” dışında somut bir şey söylememeleri de bu izlenimi güçlendiriyor. Halbuki “Altılı Masa”nın varlık nedeni, sisteme karşı olmak ve yeni bir sistem kurmaktır.
İktidarın da keyifle ve ısrarla sorması da manidar ama kimdir bu “kazanacak aday?” ve niçin gündemimizi bu kadar meşgul ediyor?
Mesele sistemse “kazanacak aday” tartışması, o kadar da anlamlı görünmüyor.
Bizim açımızdan mesele kişi değil, sistemdir yani!
Millet İttifakında, sistemi değiştirme kararlılığı varsa aday kim olursa olsun kazanır. “Çok konuşan” da, “hiç konuşmayan” da ve hatta “toplumun çoğunluğunun inancına sahip olmayan” da…
Niçin mi yazıyorum bunları?
Yaşanan terör eylemleri başta olmak üzere pek çok nedenden ötürü ülke nefes alamaz halde ve nefes almak, rahatlamak istiyor. Oysa “Altılı Masa”nın ruh haline bakarak diyebiliriz ki isim tartışmaktan sistemi tartışamaz hale gelmişler.
Çözümsüzlük algısı, iktidarın elini güçlendirir. Kararsız seçmenin bir kısmının yönünü tekrar iktidara dönüyor olmasının nedeni de bu olabilir. Bu da, bizi “ayakkabı numaraları” zihniyetine mahkum eder.
Haksızlık yapmak istemem elbette.
Umarım, söz verdikleri “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş Süreci Yol Haritası” konusunda çalışmalarını en kısa sürede tamamlayarak kamuoyuyla paylaşırlar ve biz de isim tartışmasından kurtulup, sistem değişikliğini konuşabiliriz.