Şimdiki hâl, bütünüyle şekilsel bir korumayla sınırlı olduğu için, Atatürk heykeline yapılan saldırıyı, Atatürk resmine yapılan saygısızlığı cezalandırmakla yetiniyor 12 Eylülcü-Atatürkçü Devlet aygıtımız. Kenan Evrengiller o kadarını anlayabiliyordu çünkü…Bir başka nokta ise imam hatip lisesi meselesi. Bu çocuk pekâlâ bir başka lise, mesela motor meslek lisesi veya artık başkalaşan ve neredeyse her düz liseye verilen bir unvan hâline dönüşen, benim de mezunlarından biri olmakla övündüğüm Anadolu Lisesi öğrencisi de olabilirdi. Gerçek anlamda Atatürk fikirlerinin tartışılabildiği bir eğitim sistemimiz olmadığı için, bu okullarda da benzer görüntülerle bundan sonra her dönem karşılaşılabilir. İmam hatip liseleri, daha muhafazakâr hale gelen eğitim sisteminin bayraktarlığı yaptığından böyle bir etiketle karşılaşıyor. Elbette kötü örnekler vardır, ancak imam hatip liselerinin kalitesinden ve siyasetteki anlamından bağımsız olarak, din derslerinde Atatürk fotoğrafına hakaret edilmesinin öğretildiğini zannetmiyorum. İmam hatip liselerinin ve diğer meslek liselerinin yapısını ve kalitelerini, din derslerinin haftalık ders saatleri içindeki yerini, imamların ÇEDES projeleri kapsamında okullarda görev yapmalarını da doğru argümanlarla tartışmak gerekir, bu olay üzerinden yapılacak yüzeysel tahlillerle değil. Çözüm yasaklamak, dışlamak ve ötekileştirmek yerine özgürleştirmek, tartışma kültürünü egemen kılmak ve farklı düşünceleri saygı sınırları içinde ifade etmenin medeniyeti içinde aransa belki durum değişebilir. Tabi, öyle bir ülkemiz olsa, şu an yaşadıklarımızı yaşıyor olur muyduk diye de sormak lazım. 18 yaşından küçük bir çocuğu ifşa etmek ve tutuklamak yerine davranışının yanlışlığını kendisinin görebileceği bir rehabilitasyon sürecine ne kadar ihtiyacımız olduğu belki bu olayla anlaşılır. Bu olaydan sonra, mutlaka ailesi ve okulu çocuğa gerekli desteği sağlamalıdır, ancak bir iki ay içinde birilerinin çocuğa yaklaşarak “Aferin, çok iyi yaptın, ne cesaret varmış sende, biz yapamazdık, helal olsun, gel bizim yanımıza” diyeceğinden de neredeyse eminim. Şimdi kim kazanmış oluyor?
Atatürk’ü zorla korumak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk böyle zora dayalı korunamaz, korunmamalı. Atatürk’ün hatırasını ve fikirlerini korumak istiyorsanız, önce Atatürk dönemini özgür tartışmaya açmak zorundayız.
Sosyal medyaya görüntüler düşünce büyük bir tartışma başladı, ardından moda hâline gelen sosyal medya linci geldi. İş bu noktaya gelince tutuklama kararı da kaçınılmaz hale geliyor, o da oldu.
Görüntülerde sınıf ortamında sıraların arasında bir çocuk, Atatürk’ün kitap sayfası büyüklüğünde bir fotoğrafını eline almış, edep yerine sürterek gülüyor. Arkadaşının cep telefonu kamerasıyla çektiği görüntüleri sosyal medyadan paylaşmasıyla da kıyametin fitili ateşlenmiş oluyor. Meğer İstanbul Üsküdar’da bir imam hatip lisesinde 17 yaşındaki bir öğrenciymiş. Önce sosyal medyada kimliğinin ifşasıyla birlikte bir linç kampanyası, ardından tutuklanma çağrıları…
Söz konusu olan varlığın bir çocuk olduğunu, hata yapabileceğini, önemli olanın bu hatanın düzeltilmesi yollarını aramak olduğunu söyleyen neredeyse yok. Varsa yoksa, çocuğun imam hatip lisesi öğrencisi oluşu, bu okullarda Atatürk düşmanı yetiştirildiği ve imam hatiplerin kapatılması gerektiğine dair o bilindik tartışma… Tartışma dediysem de iyi niyetli bir niteleme olabilir; gerçek anlamda sorunun kökenine işaret eden ve çözüm önerisi dile getiren bir düşünce de yok; hakaret üstüne hakaret…
Ertesi gün, gazetelerden okuyoruz ki, İstanbul Valiliği konuyla ilgili açıklama yapmış: “Bahse konu eylemi gerçekleştiren kişi yakalanarak gözaltına alınmış olup olayla ilgili adli ve idari süreç başlatılmıştır.” Öğleden sonra bir başka haber: “Emniyetteki işlemlerin ardından getirildiği adliyede Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.”
Tutuklama nedenlerinin olayda olmaması mevzuunu zaten anlata anlata gına geldi. Pek çok olayda kanuna ve hukuka aykırı tutuklama kararları verildiği için, artık Türkiye üzerine Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu başvurulara öncelik vermeyi bırakmış durumda, zira bundan önce incelenene 43 başvurunun istisnasız tümünde “keyfi tutuklama” tespit edilmişti. Bunun basitçe ifadesi şu: Türkiye tutuklama kurumunu hukuka uygun şekilde işletemiyor ya siyasi ya da başka etkilerle keyfi tutuklama kararları yaygın ve sistematik bir görünüm kazanmış durumda. Bu başka bir yazının konusu olsun.
Çocuğun yaptığı hata mı? Hata. Peki, bunun karşılığı tutuklayarak ve cezaevine koyarak mı ödetilecek? Bu sonucun o çocuğun üzerinde gelecekte yaratacağı etkileri görebiliyor muyuz acaba?
Peki, Atatürk’ün manevi şahsiyeti ve hatırası böyle mi korunabilir? 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Kanunuyla veya başka ceza hukukuna dayalı tedbirlerle mi sınırlı bu koruma?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk böyle zora dayalı korunamaz, korunmamalı. Atatürk’ün hatırasını ve fikirlerini korumak istiyorsanız, önce Atatürk dönemini özgür tartışmaya açmak zorundayız. Elbette, kimseye ve Atatürk’e hakaret etmeden, o dönemde yapılan pek çok atılım, devrim ve yenilikle birlikte, o dönemde yapılan yanlışlar da konuşulabilmeli ve eleştirilebilmeli. Atatürk’ün fikirleri daha çok tartışılabilmeli, buradan doğrular ve yanlışlar ayıklanabilmeli; 21.yüzyıla uyumlu hâle getirilebilmeli.
Böylelikle fikir bazında Atatürkçülük de kendini yenileyebilmeli. Oysa şimdiki hâl, bütünüyle şekilsel bir korumayla sınırlı olduğu için, Atatürk heykeline yapılan saldırıyı, Atatürk resmine yapılan saygısızlığı cezalandırmakla yetiniyor 12 Eylülcü-Atatürkçü Devlet aygıtımız. Kenan Evrengiller o kadarını anlayabiliyordu çünkü…