Aslan aslandır; Leyla’nın Kardeşleri ve çağırışımlar

Abone Ol
Filmin isminin ‘Leyla ve Kardeşleri’ ya da sadece ‘Kardeşler’ değil de Leyla’nın Kardeşleri olması, yani erkek kardeşlerini Leyla’nın kendisinden daha ön plana çıkarması oldukça manidar. Film boyunca Leyla kadın olmanın getirdiği sayısız zorlukla boğuşuyor çünkü. Harika bir film önerisinde bulunacağım bu hafta; Saeed Roustayi’nin yönettiği Leyla’nın Kardeşleri filmi… 5 çocuklu yoksul bir İranlı ailenin yaşadıkları, yönetmenin kış gününde üst üste giyilen kıyafetlerin teker teker çıkarılmasına benzer biçimde kurguladığı çok katmanlılığıyla ve kahramanların sadeliğiyle, sahiciliğiyle gönlümde her türlü ödülü aldı. Her ne kadar Cannes’da Altın Palmiye alamamış olsa da bazı filmler aldığı ödüllerle değil, veril(e)meyen ödülleriyle ses getirirler. Spoiler vermeme hassasiyetimi korumaya çalışarak filmde dikkatimi çeken noktaları bu kez maddeler halinde yazacağım. 1-) Film iç içe sahnelerle başlıyor. Leonardo Da Vinci’nin geliştirdiği sfumato tekniğine benzer bir teknikle fabrikanın makinelerinin durma sahnesi masaj aletinin sesiyle birleşiyor, camideki dualar işçi protestosu sesiyle iç içe geçiyor. Bu geçişler film boyunca sürecek sessiz geçişlerin, çığlıkların takdimi gibi. Ayrıca klasik İran sinemasının yavaş akan seyrine isyan eden zamane sinefillerine (Netflix’ten öteye geçemeyen sinefillerdir kastım) ‘bakın gayet hızlı ve gürültülü başlıyoruz’ mesajı da verilmiş oluyor. 2-) Sınır komşumuz olan İran, bazı yerleşik kabuller nedeniyle bize en uzak ülke olan Yeni Zelanda’dan bile az tanıdığımız bir ülke bana göre. Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ‘tuhaf’ biçimde İran eksenli gelişti, konumlandı, önce sokaklarda ‘Türkiye İran olmayacak’ sloganları atılıyordu, AKP’nin 20 yıllık iktidarında İranlaşma eğilimi çok konuşuldu, 15 Temmuz darbesinden sonra da Gülen’in Humeyni gibi döneceği iddia ediliyordu. Öcüleştirilen heyula İran, toplumun nezdinde sosyal ve kültürel olarak sıradan bir orta doğu ülkesi gibi değerlendirilmeye devam ediyor maalesef. Oysa İran monoblok bir ülke değil, İslamisti olduğu gibi Şah yanlısı sekülerleri de var, Mahsa Amini gibi isyan eden kadınları olduğu gibi rejime kul olmuş insanları da var. İran’da sanat, özellikle de sinemayı böyle bir sosyoloji besliyor. Ortaklaşılan en büyük özellikleri yoksulluk ve farkında mısınız bilmiyorum ama İran sineması bu temayı daha ziyade ‘büyük şeytan’ ABD üzerinden işliyor. Bu filmde de yoksulluğun temel nedeni olarak nükleer anlaşma ve Trump’ın bomba tesirli tweetleri gösteriliyordu. TV’de ailece Amerikan güreşini izleyen, eve pizza ve hamburger söyleyen bir aile var filmde. İran’daki sosyolojinin psikolojik yansımaları ise başka bir yazının konusu olsun. 3-) Baba İsmail sürekli ütopyalaştırdığı, övdüğü ve bir parçası olduğunu sandığı kabilesinin/büyük ailesinin gözünde önemli biri olmaya çalışmış. Gençken sağlayamadığı itibarı yaşlanmanın ona kazandıracağını düşünmüş belli ki. Ancak dışsallaştırma burada da oldukça belirgin zira kabilesinin onu ciddiye almamasının nedeni kof bir sermaye düşmanlığının karikatürize edilmiş karakteri olarak sunulan Gulam’ın oğlu Bayram’ın acımasızlığı değil, İsmail’in yetersizliği, yeteneksizliği. İsmail’in karakter yoksunluğu çocuklarını hiçe sayıp tüm birikimini yalan söyleyerek 3 gram itibar adını verdiği narsisistik doyumda çok net biçimde görünüyor zaten. Gulam’ın yerine reis seçilince ilk iş ayak ayak üstüne atıp ‘itibardan tasarruf edilmez’ şiarıyla organize edilen düğünde rakibi Gardaşali’yi manen ezme çabası da çarpıcıydı. Düştüğünde altınların tuvalete dağılması, kızını sevene vermemek için yalan söylemesi gibi bir dolu özelliği de cabası. 3-) Perviz, Ali Rıza, Manuçehr ve Ferhad Leyla’nın kardeşleri. 4 ezik, böcekleşmiş tipleme. Perviz çalıştığı tuvalette ekstra para alıp sürekli tıkınan ve Hristiyanlıktaki 7günahtan biri olan ‘oburluğu’ simgeleyen bir hımbıl. Ali Rıza grev kırıcı, Leyla’nın tabiriyle korkak. Ancak babaya ihtiramı fazla. Bu izleyiciyi yanıltmamalı, Ali Rıza baba sevgisinden değil, şahsiyetsiz dahi olsa baba otoritesi korkusundan böyle davranıyor. Manuçehr dolandırıcı, hırsız ama beceriksiz ve tabii ki ilkesiz. Ferhad ise zekâ yönünden fakir. Bu dört karikatürün oluşmasında anne ve babasın ahlaki bir değer yargılarının olmamasının payı az olmasa gerek. Yaşlandıkları için demansiyel süreç içindeler ama annenin evlenmeden hamile kaldığını, babanın da afyonkeş olduğunu biliyoruz.
Filmde Ödipal karmaşaya göndermeler olmakla birlikte temel eksen oğul katili Rüstem anlatısı etrafında şekillenmiş. Ancak filmin final sahnesinde Baba’nın ölümünün dans edilerek ve Mübarek şarkısı eşliğinde kutlanılıyor gibi gösterilmesi çok başarılıydı.
4-) Bu başıbozuklukta Leyla zaman zaman güneş gibi parlıyor, zaman zaman da tıpkı onlar gibi çıkışsızlığa, istikrarsızlığa ve çelişkilere düşüyor. Perviz’e işi Leyla bulmuş, bundan sonraki hayatlarını Leyla düşünüyor, babasının ilaçlarını o veriyor, kardeşlerine meyve soyuyor. Hem anne hem baba olmaya çalışırken Ali Rıza’ya ‘sana düşünmeyi değil, ne düşüneceğini öğretmişler sadece’ diyecek kadar da akil. Filmin isminin ‘Leyla ve Kardeşleri’ ya da sadece ‘Kardeşler’ değil de Leyla’nın Kardeşleri olması, yani erkek kardeşlerini Leyla’nın kendisinden daha ön plana çıkarması oldukça manidar. Film boyunca Leyla kadın olmanın getirdiği sayısız zorlukla boğuşuyor çünkü. Kardeşler bir iş kurma umuduyla Manuçehr’in ortağı ile görüşmeye giderken Leyla’ya bu ‘erkek işine’ karışmayıp evde oturması söyleniyor örneğin; üstelik ailenin düzgün bir maaş alan tek üyesi olarak herkesin geçimini Leyla’nın sağlamasına rağmen. Leyla’dan kardeşlerinin ve babasının bütün yanlış kararlarına göz yumması, sesini çıkarmaması bekleniyor. Öykünün büyük kırılma noktalarını oluşturan seremonilerde (açılıştaki tören ya da İsmail’in reislik unvanını resmen almak umuduyla katıldığı gösterişli düğün gibi) kadınlar uzak bir köşeye gönderiliyor ve bütün olaylar yalnızca erkekler arasında vuku buluyor. Filmin sonlarına doğru ise Leyla’nın bu sessizliğe bir nebze başkaldırdığını, annesi ve babasıyla yüzleşme cesaretini kendinde bulduğunu görüyoruz. Mahsa Amini’ler, Leyla’lar belki de kurtaracak İran’ı kim bilir! 5-) Babayı öldürmeden erkek, ya da kral olamamak mitolojinin temel öğretilerinden biridir. Bütün erkekler babalarıyla sorun yaşar, anne üzerinden, ya da babanın egosu nedeniyle, genellikle çatışmalar çıkar. Ve baba, oğlunu ezmeden güçlendirmek ve hissettirmeden de olsa, kendisini yenmesini sağlamak zorundadır. Oğlunun kendisinden daha güçlü bir erkek ve daha iyi bir baba ve eş olmasını sağlayamayan baba başarısızdır. Batı edebiyatında babayı öldüren Ödip, ziyade Doğu edebiyatında oğulu öldüren Rüstem anlatıları var ki Nobelist yazarımız Orhan Pamuk “Kırmızı Saçlı Kadın” kitabında bu konuyu çok güzel işlemiş. Filmde Ödipal karmaşaya göndermeler olmakla birlikte temel eksen oğul katili Rüstem anlatısı etrafında şekillenmiş. Ancak filmin final sahnesinde Baba’nın ölümünün dans edilerek ve Mübarek şarkısı eşliğinde kutlanılıyor gibi gösterilmesi çok başarılıydı. Filmin tüm karakterleri üzerinde konuşmak mümkün. Ancak Leyla’yı izlerken aklıma bir Kürt atasözü geldi; Şér şére,çi jin e çi mér e… (aslan aslandır, dişisi erkeği olmaz)