Artık Türkiye müslüman dünyasının lideri değil mi?
Türkiye’den Suudi Arabistan’a ihracat, 2021’de yaklaşık yüzde 92 oranında gerileyerek 186 milyon dolar oldu. Bu süreçte Arabistan’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında da büyük düşüş yaşandı. Kısacası konu aslında tamamen ‘duygusal’.
Geçtiğimiz hafta haber merkezlerine bir haber düştü. Habere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki günlerde, yılla sonra Suudi Arabistan’ı ziyaret edecekti. Haberlere göre ziyarette Suudi Kralı Selman ve Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman Erdoğan ile Ramazan Bayram’ı namazını Mekke’de kılacaklardı. Bu iki ülkenin yılla sonra normalleşmesi, ilişkilerin yeniden eski günlerine dönmesi için bir adım olarak gösteriliyordu. Haberlerde ayrıca şu notta düşülüyordu. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı Selman arasında gerçekleştirilen son telefon görüşmesinde, ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve sorunların giderilmesi için "diyalog kanallarının açık tutulmasında" mutabık kalınmıştı.
Haberler bununla da sınırlı değil. Malum olunduğu üzere 2018 yılında dünyaca ünlü muhalif gazeteci ve düşünür Jamal Khashooggi İstanbul’da Suudi Arabistan konsolosluğunda vahşice katledildi. Olayın İstanbul’da olması önemliydi ve konu ile ilgili sorumluluğu AKP adına üstlenen Yasin Aktay ‘Türkiye'de cinayet işlemeye cüret ettiler. Ortaya çıkarsa, en kötü ihtimalle bunu belki parayla satın alırız diye düşündüler’ diye açıklamada yapmıştı. Türkiye paraya-pula itibar etmeden cinayetin dünyada duyulmasınave Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın dünyada prestijinin sarsılmasında büyük rol oynadı.
Geçen hafta, davaya bakan mahkemenin yargılamayı durdurup durdurmama konusunda görüşüne başvurmaya karar verdiği Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Cemal Kaşıkçı’yı öldürmekle suçlanan Suudi Arabistan vatandaşı 26 firari sanığın yargılamasının durması ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesi konusunda hükümetin olumlu görüş vereceğini açıkladı. Mahkeme bu kararı onayladı ve dava resmen devredildi. Olayın uluslararası boyutu nedir ne değildir, bunu uzmanla tartışmalı ama işin daha farklı bir boyutu mevcut ki bu Türkiye’de hiç de tartışılmıyor.
YENİ MİLENYUMDA İSLAM DÜNYASININ LİDERİ KİM OLACAK?
Elbette cinayet sonrasında gösterilen çok boyutlu ve de gürültülü aktivizmi Türkiye ilkesel bir duruş olarak yapmadı. Suriye, Kuzey Afrika ve daha birçok yerde ters düştüğü Sudi Arabistan ile mücadeleyi daha da farklı bir boyuta taşımak istedi. Ya da Erdoğan ‘gelir senin evinde istediğimi yaparım’ demek isteyen Bin Selman’a ‘o iş o kadar da kolay değil’ demek istedi. Kısacası otoriter ve de maskülen liderlerin başkanlarının bedenleri ve de hayatları üzerinden kendilerini gösterme yarışını en uç boyutlarındandı.
Ancak işin Türkiye’de çok az tartışılan ancak dünyada olay olduğunda da sonrasında da çok tartışılan başka bir boyutu bulunmakta. O da din boyutu ya da dünya üzerinde dini kullanarak bir şekilde güç yarışına giren ülkelerin mücadeleyi farklı alanlara taşıma isteği. Bu noktada da Erdoğan ve de Bin Selman’ın yarışı herkesler tarafından bilinen ve de gözlenen bir gerçekti. Peki neydi bu yarış?
Erdoğan Türkiye’si, Erdoğan adına ve de onun için 2013 sonrasında kademeli olarak artan bir şekilde dış politikada dini kullanmaya başladı. Bu noktada Diyanet başta olmak üzere diğer devlet aygıtları ve de Gülen Hareketi’nin boşluğunu doldurmaya aday olan diğer Sunni İslami cemaatler ile beraber dünyada Türkiye/Erdoğan İslam’ı üzerinden bir dış politika yürütmeye başladılar. Asla Türkiye’nin dış politikası İslamcılaştı demiyorum ama dış politikanın bir boyutunda İslam önemli bir rol oynamaya başladı. Elbette bütün bunlar Türkiye’nin ekonomi başta olmak üzere azalan diğer değerlerini kapamak için ve de Erdoğan’ın nostaljik ve de sübjektif tarih okuyuşu ile alakalıydı. Bu da Türkiye’nin aslında 1970’lerden beri dahil olduğu ama dinden daha çok seküler yapısı ile önemli olduğu bir alanda dini kimliği ile mücadele etmesine neden oldu. Bu işin doğal sonucu olarak da bu alanda kendinden daha uzun zamandır olan Suudi Arabistan ile mücadele etmeye başladı.
İki karizmatik, etkili ve de baskın lider bir şekilde kendilerini yeni yüzyılda İslam dünyasının lideri, temsilcisi ya da sözcüsü olarak görmeye başladı ve bu durum batıda çok da tartışıldı. Çünkü mücadele çoğunlukla Balkanlar’da ya da Müslümanların diaspora oldukları barı Avrupa’da geçiyordu. Kuşkusuz işin güvenlik, din devlet ilişkileri ve de toplumsal uyum gibi boyutları olsa da iki liderin olmayacak bu duaya âmin demeleri iki ülkenin bir şekilde mücadelesinin temel nedenlerinden birisi oldu.
ERDOĞAN DİNİ MÜCADELE ALANININ KAYBEDENİ Mİ OLDU?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2018’de İstanbul’da öldürülmesinden bu yana ilk kez Suudi Arabistan’ı ziyaret edecek. Erdoğan’ın ziyaretinin öncelikli gündem maddesi, Türk mallarına uygulanan gayri resmi ambargo olacak. Resmen uygulandığı reddedilen Suudi ambargosunun kaldırılması için Türkiye uzun süredir çaba sarfediyor. Ambargo, dış ticaret verilerine de yansıdı. TİM’in verilerine göre 2019’da 3.2 milyar dolar, 2020’de ise 2.4 milyar dolar tutarında olan Türkiye’den Suudi Arabistan’a yapılan ihracat, 2021’de yaklaşık yüzde 92 oranında gerileyerek 186 milyon dolar oldu. Bu süreçte Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında da büyük düşüş yaşandı. Kısacası konu aslında tamamen ‘duygusal’.
Her ne kadar konunun ne olduğu belli olsa da kimse Erdoğan’ın Suudi Kralı’nı muhatap aldığını ve de Veliaht Prens Muhammed Bin Selman ile bir ilişkisi olmadığını iddia edemez. Ya da daha doğrusu Bin Selman’ın izni olmadan ya da onayı olmadan bu ilişkileri geliştirdiğini. Bununla beraber sormak gerekmez mi Riyad’da beraber secdeye bu iki liderin alınlarını koymaları Erdoğan’ın yıllardır din alanında sürdürdüğü mücadeleden vazgeçtiği anlamına gelmez mi? Bu sorunun iki cevabı var gibi ya mücadele bitti ve iki lider de olmayacak bir hayalin peşinden koşmayacaklar ya da Erdoğan yenildiğini bu sembol ile İslam dünyasına gösteriyor. Sorunun üçüncü bir cevabı bence yok!