Ülkenin yarısına yakınının seçmen davranışını, tamamen sosyal-ekonomik gerekçelerle açıklamaya çalışmanın zorlama olduğunu düşünmekteyim. Bu davranışların özü tamamen içgüdüseldir. Geçenlerde mahalleden ehli takva ve eğitimli bir arkadaşa, Mehmet Altan’ın Takiyüddin Efendi rasathanesinin padişahı nasıl inandırarak kurulduğunu, sonra ise tutucu çevrelerin veba salgını bahane ederek nasıl aynı padişahı ikna ederek topa tutularak yıktırıldığını anlatan bir yazısını göndermiştim. Yazının özeti kendi rasathanemizi topa tutan bir ülkeyiz üzerine hicivlemeydi. Derdim her zamanki gibi mahalledeki arkadaşlara dindarlık ile dincilik ve kabileci kimlik ayrışımını hatırlatabilmek üzerineydi. Bir bakıma bu, özgüvenini grup kimliğine hapsolarak kaybetmiş dostlara biraz da perdeyi aralama çabasıydı. Arkadaşımdan rasathanenin yıkılmasına ilişkin bir yorum beklerken, bak adam içindeki nefreti nasıl gizleyememiş fark edebiliyor musun diye yazınca ne diyeceğimi şaşırdım. İşin aslında nefret, yazarın nefreti değil arkadaşımın tipik bir mahalle temsilcisi olarak kendi gizleyemediği nefretiydi. Ben de sabırla, bırak yazarın nefretini, anlattığı gerçeğe bak ne durumdayız diye cevap yazdım. Arkadaşımın cevabı yorumundan daha muhteşemdi, “Ne yani CHP gelince bunları düzelteceğini mi sanıyorsun” olmuştu. Benim son olarak “valla helal olsun sana Takiyüddin de CHP’ye bağladın ya” yanıtım üzerine o bana kahkaha emojisi göndermişti. Yıllar önce tanıdığım ve takdir ettiğim iletişim ve STK sektöründe mütesettir bir hanımefendi kızımız vardı. Uzun yıllar Batı’da kalmış uluslararası ciddi medya kuruluşlarında da staj yapmıştı. Türkiye’de ise başörtüsü nedeniyle ilgili sektörde sahnede hak ettiği yeri bulamamıştı. Sıklıkla cari sistemin ve yönetimin adaletsizliğinden bahsederdi. Bir vesile ile bir araya geldiğimizde, hakkındaki tüm eleştirileri de çoğunlukla kabul etmekle beraber bizi geçmişte olduğu gibi gelecekte de koruyabilecek ve kollayabilecek tek güçlü lider Sayın Erdoğan’dır diyordu. Ama AK Parti’yi bundan ayırıp parlamentoda alternatif de düşünebiliri de ekliyordu. Bu örnekleri kendi deneyimlerimle de bireysel olarak çoğaltmak mümkün. Ülkenin en az üçte birinde bu duyarlılık mevcut. Burada dikkati çeken, açığa çıkmamış bir nefret ve öfkenin mevcudiyeti. Nefretin kaynağı, birey veya kitlelerde genelde aşağılanma, değersizleştirilme veya politik anlamda ikinci sınıf vatandaşlık duygusu. Araştırmacıların AKP’ye giden oyların ekonomik çıkar ve etki alanına kısmen bağlamaları, konuyu özünden anlamayı uzaklaştırmakta. Zira mahalledeki yoksul bir gecekonduda oturandan, kamu kaynaklarından yararlanmayan iyi bir mühendis veya iletişimciden de hep aynı tepkileri alabiliyorsunuz. İktidar medyasının %90’nını kontrol ettiği kent veya Anadolu taşrasında çoğu yolsuzluk ve adaletsizlik haberlerinin ulaşmaması, insanların gerçeklik üstü algılarla bağlılığı sağlamakta. Ancak mahalledeki eğitimli kesim her şeyin farkında. Burada bu kesimin ekonomik çıkar alanında olmayanlarını kastetmekteyiz. Ülkenin yarısına yakınının seçmen davranışını, tamamen sosyal-ekonomik gerekçelerle açıklamaya çalışmanın zorlama olduğunu düşünmekteyim. Bu davranışların özü tamamen içgüdüseldir. Muhalefetin büyük bir kısmının burada güçlü ekonomi programları, yolsuzluk belgeleri veya adalet sorunları ile bu seçmeni ikna etmeleri pek mümkün gözükmemekte. İçgüdünün temel saik olduğu ortamda akıl ve vicdanı tartışmak sorunu açıklayamayacaktır. Bu grup kimliği, muhalefetin derdini yolsuzlukları önleyip ekonomik refah elde etmek değil, dertlerinin Erdoğan’ı yani kendilerini devirmek, olarak görmekte. Peki mahallenin tamamen kaygılarının öne çıkartılması sadece iktidarın mı başarısı? Bunu temelde böyle olduğunu söylemek pek mümkün değil. Modernleşme hikayemizden, askeri darbelere kadar giden uzun bir hikâye bu. Başörtülü veya tesettürlü hanımlar elit yerler, orduevleri ve askeri kamplarda kendi ifadeleri ile artık başları dik yürüyebiliyorlar. Ancak onlar yürürken o mekanlarda bulunanlar veya eski sahipleri bu yeni sosyal ortaklara nasıl bakıyorlar onlar da ciddi bir tartışmanın konusu. AKP ile oluşan yeni üst sınıf da ne kadar uyumlu veya itici, o da ayrı bir değerlendirmenin konusu. Ancak bu durum orta sınıfın Kemalist duyarlılıkları öne çıkan kesiminin öfkeli bakış veya hesaplaşma arzularına da gerekçe teşkil etmemeli. Zira bu öfke ve hesaplaşma arzusu ve duygusunu çekirdek AK Parti seçmeni farkında ve hissetmektedir. İktidarın belki de yönetim şekli ve kutuplaştırma siyaseti nedeniyle de kutuplar arasında karşılıklı geçirgenlik değil, izolasyon güçlenmektedir. Mütedeyyinlerde hissedilen bu tehdit, mahallede vicdan veya adalet duygusundan yoksun, sadece içgüdüsel bir korunma refleksinin veya cenin pozisyonun devamını sağlamaktadır. Bu tehdit algısı veya durumu, ilgili seçmenin Erdoğan ile girdiği füzyonu da pekiştirmektedir. Önceki yazılarımda, “CHP karşı mahalle ile güven ilişkisi kurmadan önce, kendi çekirdek seçmeninin radikalliğini dönüştürmelidir. Bunun sonucu üzerindeki tehdittin kalktığını hissedebilen mahalle bu güven ilişkisine açık olabilecektir.” demiştim. Bilindiği gibi travmatik deneyimler geçiren birey ve topluluklar öteki ile ilişki kurmakta oldukça zorlanırlar ta ki iyi bir başka deneyim yaşattırılıp güven kazandırılana kadar. Bu güvenli deneyimin sinyallerini doğru verebilmek vermek Altılı Masanın sorumluluğundadır. Üzerinde tehdit hisseden yaklaşık %45 seçmeni teşkil eden mütedeyyin mahallenin karşı mahalledeki potansiyel öfkeden duyduğu tedirginlik, GP, DEVA ve SP gibi aynı kitlenin sağduyusuna tercüman partilerin de işlerini zorlaştırmaktadır.