Solcu olduğunu iddia edenler solun kan kaybından halkları, uluslararası konjonktürü ve Arap rejimlerinin sefil tutumunu sorumlu tutarken, içlerinden neredeyse hiçbiri yaşananlardan solun kendisinin de sorumlu olduğunu kabul etmiyor. Cemil Selhut Birçoğu, Arap solunun neden zayıfladığını ve gerilediğini sorguluyor, solun ve sosyalizmin içinde bulunduğu tarihsel çıkmazdan kurtulmak için seminerler veriyor, “çalışmalar ve araştırmalar” yapıyor ve bunun nedenleri üzerinde duruyor. Solun yaşadığı bu kan kaybından halkları ve uluslararası konjonktürü, Arap rejimlerinin sefil tutumunu sorumlu tutarken solcu olan veya solcu olduğunu iddia edenlerin hiçbiri– ister bireyler düzeyinde isterse parti ve örgütsel yapılar düzeyinde olsun – yaşananlardan solun kendisinin sorumlu olduğunu kabul etmiyor. Bir hatırlatma olarak, Lübnanlı Marksist düşünür Hüseyin Mürüvve’nin (1910 - 17 Şubat 1987) seksenli yılların başlarında komünist ve sol partilerin krizi üzerine yazdığı uzun bir araştırma yazısının “Nida” adlı bir Lübnan gazetesinde yayınlandığını burada ifade edelim. Yazı o tarihten bir süre sonra yine seksenli yıllarda, Kudüs'te neşrolunan ve genel yayın yönetmenliğini edebiyatçı yazar Edib el-Esad'ın yaptığı el-Katib dergisinde bir kez daha yayınlanmıştı.
Artık ABD, dünyada tek başınaydı ve dünyaya istediği gibi baskı yapıyordu, ilk kurbanları ve politikalarından en çok etkilenenler de Araplar ve Müslümanlar oldu.
Mürüvve, bahsi geçen araştırmasında, rotasına yeni bir yön vermediği takdirde sosyalist devletlerin çökeceğini öngörmüş, araştırmasında ayrıca “Arap Kurtuluş Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün krizine bir bölüm ayıran Mürüvve, dünyanın doksanlı yılların başlarında ezici bir sağcı dalgaya şahit olacağını yazmıştı. Ancak Arap sol entelektüelleri, beyinlerine yerleşmiş basit bir nedenden, onun bir Rus ya da Batılı bir sosyalist olmaması nedeniyle Hüseyin'in analizine ilgi göstermedi. Bazıları buna şaşırabilir, ama olan bu! Şubat 1987'de Lübnanlı Şii Emel hareketi, onu düzenlediği bir suikastla katlettiğinde Hüseyin Mürüvve, SSCB’nin ve Doğu Bloku ülkelerinin çöküşünü göremeden hayata gözlerini yumdu. Artık ABD, dünyada tek başınaydı ve dünyaya istediği gibi baskı yapıyordu, ilk kurbanları ve politikalarından en çok etkilenenler de Araplar ve Müslümanlar oldu. Arap solcularının halk tabanını kaybetmelerinden sorumluluğuyla ilgili konumuza dönelim: Suç onlarda mı yoksa halklarda mı? Arap dünyasında parti ve örgütsel yapıyı ilk kuranlar sosyalistler olmasına rağmen neden kaybettiklerini merak ettiler mi? Örneğin, Filistin'de Komünist Parti'nin kuruluşunun başlangıcı 1919'du ve Rıdvan el Huluv, 1919'da Lenin'le tanıştığı için gurur duyuyordu. Onunla Kudüs’teki Meskubiyye hapishanesinde 1969 Mayısı’nda tanıştığımda bizzat bana söylediği buydu. Arap Milliyetçi Hareketi ve Arap Sosyalist Baas Partisi gibi milliyetçi partiler, ellili yılların başlarında kurulurken, bunun öncesinde lideri Abdülkadir el-Hüseyni'nin 9 Nisan 1948'de şehit edilmesiyle sona eren “Kutsal Cihat Grubu” vardı. Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi “Fetih” 1965'in başında kuruldu ve kitlesel destek aldı. Genel olarak, bu iki hareket, belirli bir ideolojiyi benimsememeleri gibi birçok önemli nedenden dolayı mevcut tüm partileri kapsıyordu ve kendilerini tüm siyasi eğilimleriyle Filistin halkının bir temsilcisi olarak gördüler. Bu kendiliğinden mi oldu yoksa belirli sebeplere mi dayanıyordu? MARKSİST DÜŞÜNCE Genelde Arap sol güçleri, özelde Filistinliler, gerçekten Marksist düşünceyi benimsediler mi? Sözde ve eylemde gerçekten Marksist miydiler? Lenin, “Diğer halklar kendi kültürlerinde Marksizmlerini aramalılar” diyor. Arap solcuları Arap İslam kültürüne saygı duydular mı? Bunun cevabı herkes tarafından biliniyor, o da ister dini ister kültürel açıdan olsun, milletlerinin kültürüne saygı duymadıklarıdır. Onu anlamadılar, daha doğrusu, slogan olarak aldıkları Marksizmi tam olarak tanımadıkları gibi, ona aşina değillerdi ya da ona nüfuz edemediler! Sovyet siyasetini tanımadan bilmeden onun yörüngesinde dönmeye başladılar ve bu durumdan son derece memnunlardı.
Lenin, “Diğer halklar kendi kültürlerinde Marksizmlerini aramalılar” diyor. Arap solcuları Arap İslam kültürüne saygı duydular mı? Bunun cevabı herkes tarafından biliniyor, o da ister dini ister kültürel açıdan olsun, milletlerinin kültürüne saygı duymadıklarıdır.
Arap solcularının halklarının kültürüne ve milletlerine saygısızlıkları, onları kucaklamak yerine halklarla çatışmaya soktu, kendilerini gözden geçirmediler, özeleştiri yapmadılar. Sovyet Cumhuriyetleri parçalanmaya ve ana gövdeden kopmaya başladığında bundan ibret almadılar, Sovyetler Birliği yönetiminin Marksist-Leninist çizgiden saptığını ileri sürdüler. SSCB’nin dağılmasına ve silah gücüyle bu yapı içinde tutulan ve Rusların kültürlerine saygı göstermediği bu Cumhuriyetlerin Sovyetler’den ayrılmasına yol açan nedenlere pek aldırmadılar. Bu kopmalardan sonra bazı Cumhuriyetlerin Rusya’ya düşman olma noktasına geldiğini ve bazılarının da Rusya’ya düşman olan NATO paktına katıldığını görmek istemediler. Ve literatürlerinde kitlelerin sorunlarını anlama ve çözmeye çalışılması gerektiğine işaret eden Arap sol partileri ve örgütleri, bu halkların kültürüne dikkat ettiler mi? Sözde ve eylemde kitleleri çekmek isteyenler bu kültüre bağlı kaldı mı? Cevap elbette hayır! Mesele oldukça uzun. (Çeviren: İslam Özkan) --- *Bu yazı, Londra’da Arapça olarak yayın yapan Rayu’l Yevm gazetesinin internet sitesinden tercüme edilmiştir. https://www.raialyoum.com/هل-تراجع-اليسار-العربي-بسبب-ماركسيته-و/