Arap Birliği’ne dönüş: Urum’dan Şam’a stratejik dönüşümler

Abone Ol
Cidde zirvesiyle birlikte Suriye'nin Arap Birliği’ne dönüşünün bir bütün olarak bölgesel düzen üzerinde önemli bir etki yaratacağı ve yeni bir bölgesel sistemin kuruluşuyla ilgili önemli bir dönüşümün başlatıcısı olacağı muhtemeldir. Suriye'nin 12 yıl aradan sonra Arap Birliği'ne geri dönmesi, üçüncü taraflarca bölgenin nihayet iç savaştan çıkmasının bir işareti olarak okunurken Şam yönetimi de bunu kendisinin başarısı olarak görüyor. Ama aslında bu acı bir başarı. Açlığın, hiper enflasyonun, fakirliğin vurduğu kitlelerin iç savaş döneminden daha zorlu bir süreçte aynı anda birkaç felaketle boğuşmak zorunda kalırken yaralarını sarmaya, ulusal birliğini sağlamaya ve yaşanan acıları unutmaya çalışıyor. Kriz yıllarında çetin bir hayatın üstesinden gelen Suriyelilerin maruz kaldığı insani şok ve krizler, iç savaş sonrası süreçte de devam etti. Su ve elektrik birçok Suriye kentinde nadir bulunan bir hizmete dönüşürken sağlık sektöründeki kısıtlamalar da savaş döneminden daha kötü hâle gelmiş durumda. Şüphesiz şehirden şehre farklılık gösterse de halkın önemli bölümü, akaryakıt kıtlığı ve yetersiz enerji üretimi nedeniyle elektrik gibi temel hizmetlerden mahrum. Öte yandan ekmek kuyrukları ve karne ile dağıtılan yiyecekler, insanların günlük yaşamının kâbusu hâline gelmiş ve halk sadece ayakta kalabilme mücadelesi veriyor. Suriye Elektrik Bakanı Ghassan Al-Zamil, BBC Arapçaya yaptığı açıklamada petrol ve benzin istasyonlarında yabancı askeri varlığın hakim olduğunu ve art arda gelen saldırılar nedeniyle hasar gören elektrik santralleri için yedek parça bulunamadığına dikkat çekiyor… Bütün bunların üstüne ülkeye uygulanan yaptırımlar da bütün bu yaşananlara tüy dikmiş durumda. ABD’nin deprem sırasında geçici olarak gevşettiği ve sonrasında daha ağır bir şekilde sürdürdüğü yaptırımlar nedeniyle ülkede üretim durma noktasına geldi. Neredeyse günde 23 saat süren elektrik kesintileri, günlük yaşamı zorlaştırmakla kalmıyor, sağlık ve üretim sektörlerini felç ederek ülkeyi yaşanmaz hale getiriyor. Peki Suriye’nin Arap Birliği’ne girmesi, içinde bulunduğu koma halinden çıkıp yeniden hayata dönmesi için yeterli mi? Şam yönetiminin Arap Birliği’ne girmesi, Suriye halkının dertlerine derman olacak ve bu zorlu süreçte hayat öpücüğü anlamına gelecek mi? Aslında Şam yönetiminin diğer Arap ülkeleriyle normalleşmesi süreci, BAE’nin 2018’de Şam’ı ziyaretiyle başlamıştı. Şam yönetiminin Arap Birliği’ne katılma kararının BAE’nin o dönemde aldığı normalleşme kararının bir uzantısı olarak okumak mümkün. Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesiyle ilgili Şam yönetiminin başarısı ya da bölgede otoriterliğin kökleşmesi gibi birbirine ters, hangi açıdan baktığınıza göre değişen iki okuma yapılabilir. Siyasal açıdan elbette bunun bir başarı olarak değerlendirilmesi mümkünse de ülkenin içinden geçmekte olduğu zorlu süreçler bu başarıyı gölgeleyen çok sayıda faktörün bulunduğunu gösteriyor. Bazen ekmek bulmakta bile büyük sıkıntıların yaşandığı, maaşların enflasyon karşısında tamamen eridiği, Suriyelilerin hayatlarını devlet sübvansiyonu sayesinde sürdürebildikleri bir sürecin sonunda Şam’ın Arap Birliği’ne geri dönüşünün yarattığı sevincin Suriyelilerin damaklarında acı bir tat bıraktığı kesin. Mesele Şam’ın Arap Birliği’ne yeniden kabulü ya da Şam yönetiminin uluslararası planda meşruiyetini yeniden elde etmesiyle bitmiyor. Mültecilerin dönüşü başta olmak üzere paramiliter grupların nasıl halledileceği meselesi, yabancı güçlerin Suriye’den çekilmesi, muhalefetle yönetimin uzlaşması, yeni anayasa oluşturulması gibi çözümlenmesi hiç de kolay olmayan o kadar çok sorun var ki. Suriye’nin kurucu ülkeler arasında yer aldığı Arap Birliği’ne dönüşü, Şam yönetimi ile komşularının ilişkilerini geliştirmesine yardımcı olabilir, sıra barış ve istikrar için daha elverişli bir ortam yaratabilir elbette. Ancak Arap Birliği’nin ana finansörü Körfez ülkeleri Suriye halkına, ağır Batı ambargosunun yarattığı bunalımı aşmasına mali yardımda bulunmaz ve Şam yönetimi de mültecilerin muhtemel dönüşüyle birlikte ortaya çıkacak yeni demografiyi hesaba katan bir reformlar silsilesini hayata geçirmezse mevcut durum çok sürdürülebilir görünmüyor. Uluslararası baskının, İsrail saldırılarının ve Batılı ambargoların hâlen sürdüğü bir süreçte Suriye, Arap Birliği ve başka uluslararası kurumların desteğini arkasına almazsa işler hiç de öngörüldüğü şekilde ilerlemeyebilir. Bu anlamda Şam’ın Arap birliğine dönüşü şayet Suriye ve komşuları arasında ekonomik işbirliğinin artmasını sağlar, uluslararası yardıma erişimi ve Suriyeli mültecilerin dönüşünü kolaylaştırır, iç savaşın tamamen sona ermesine ve ulusal uzlaşmayı sağlayacak bir sonuç ortaya çıkarırsa bu bölge için de Suriye halkı için de hayırhah bir gelişme demektir.
Uluslararası baskının, İsrail saldırılarının ve Batılı ambargoların hâlen sürdüğü bir süreçte Suriye, Arap Birliği ve başka uluslararası kurumların desteğini arkasına almazsa işler hiç de öngörüldüğü şekilde ilerlemeyebilir.
Öte yandan Cidde zirvesiyle birlikte Suriye'nin dönüşünün bir bütün olarak bölgesel düzen üzerinde önemli bir etki yaratacağı ve yeni bir bölgesel sistemin kuruluşuyla ilgili önemli bir dönüşümün başlatıcısı olacağı muhtemeldir. Ancak bu, Suriye'nin kendisinin Arap Birliği’ne girmesine yardımcı olan S. Arabistan nezdinde bölgesel aktörlere verdiği sözlerin yerine getirilmesini gerektirecek. Suriye bu adımları atacak mı ya da içinde bulunduğu durum, sahip olduğu ittifaklar, rejimin yapısal sınırları onun ne dereceye kadar bu adımları atmasını mümkün kılar çok da emin olamıyoruz. Öncelikli olarak ülkenin ekonomik açıdan toparlanması ve kendine gelmesi gerekiyor. İnsani gerçeklerden jeopolitik duruma geçmek gerekirse, IŞİD’in Irak ve Suriye’de mağlup edilmesi, muhalif silahlı grupların geriletilmesiyle birlikte sahadaki gerçekler temelden değişmişti. 2018'e gelindiğinde Şam yönetimi, Rusya ve İran'ın yardımıyla Suriye'nin büyük bir kısmının kontrolünü yeniden ele aldığı için saha gerçekliğini kabul eden BAE, Şam’la diplomatik ilişkileri sürdürmek için pragmatik bir karar almıştı. Gerek BAE’nin o dönemdeki girişimi ve gerekse bugün S. Arabistan’ın Cidde zirvesinde Şam’ı Arap Birliği’ne girişinin önünü açma adımı, yeni bölgesel düzende aynı zamanda İran'ın artan bölgesel nüfuzunu dengelemeye yönelik stratejinin bir parçası olarak yorumlanabilir. Bir diğer önemli motivasyon, bölgede Siyasal İslam’a karşı mücadele veren bu anlamda Körfez ülkeleriyle farklı bir yerde ve garip bir şekilde buluşan Şam yönetiminin, mevcut yönelimini bu mücadeleye ivme kazandıran bir faktöre dönüştürme niyet ve girişimi olabilir. Ayrıca S. Arabistan’ın başı çektiği Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin, savaşın sonuna gelindiği süreçte ülkenin yeniden inşası ve Suriye’nin her anlamda restorasyonu sürecinde inisiyatif alarak bir şekilde sürece müdahil olma ve bölgesel düzenin kuruluşunda liderlik rolü de muhtemel bir başka faktör. Sonuç olarak S. Arabistan’ın Şam yönetimiyle ilişkilerini normalleştirme ve Arap Birliği’ne girmesini kolaylaştırma kararı stratejik bir karar. Bu nedenle reelpolitik, stratejik kaygılar ve ekonomik fırsatlardan hareketle Orta Doğu jeopolitiğinde oynanan karmaşık dinamikleri ortaya çıkardığını söyleyebiliriz.