26 Ağustos gibi tarihimiz açısından anlamlı bir günü referans göstererek, “az sonra, biraz sonra” moduyla hepimizi beklentiye gark eden Akşener’in yaptığı açıklamanın amacı nedir? Hedef tıklanma sayısıysa o hedefe de ulaşılamamış.ARAÇ AMACA DÖNÜŞÜYORSA… Sosyal medya, “şu saatte yapacağım açıklamayla yer yerinden oynayacak, sizi X’e bekliyorum” yahut “filanca tarihte çok önemli açıklamalar yapacağım” gibi toplumun dikkatini çekerek, tıklanma sayısını artırmayı amaçlayan açıklamalardan geçilmiyor. Çağrılara uyup o açıklamaları izlediğinizde zihninizi buruk bir tadın işgal ettiğini görüyor; kendinizi “hava boşluğu” içinde debelenen helikopter gibi hissediyorsunuz. Sanırsınız ki bir arayış içinde olan topluma gerçeği açıklayıp, her türlü etkileşime ve dolayısıyla dönüşüme açık oldukları mesajını vermeyi amaçlıyorlar. Heyhat, araç, amaç oluyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in çağrısında olduğu gibi… 26 Ağustos gibi tarihimiz açısından anlamlı bir günü referans göstererek, “az sonra, biraz sonra” moduyla hepimizi beklentiye gark eden Akşener’in yaptığı açıklamanın amacı nedir? Hedef tıklanma sayısıysa o hedefe de ulaşılamamış. Hedef, MHP’nin gelenekselleştirdiği Erciyes Kurultayına alternatif yaratmaksa “kıl çadır” kurularak alternatif yaratılamaz. Hedef, tuttukları su başlarını kaybetmemek için toplumdaki değişim rüzgarının simgesi hâline dönüşen İmamoğlu’nun gölgesine sığınan “profesyonellerin” açtığı “top ateşi” ile epey hasar gören CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu yerle yeksan etmekse hem pek insaflı değil hem de sonuç alıcı görünmüyor. Hedef, iktidarın araladığı kapıdan girmekse orayı da MHP gibi “aslı” doldurmuş bulunuyor; “gibisine” ihtiyaç olur mu, tartışılır. Boşuna söylenmemiş, “aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz” sözü. Fıkra bu ya, kuş uçmaz kervan geçmez dağ başında yolunu yitiren biri, rastladığı çobana gideceği yere nasıl gidebileceğini sormuş. Çoban da tarif etmiş. “Oraya varmam ne kadar sürer?” diye sormuş yolunu yitiren adam. “Bilemem” demiş çoban. Adam yola koyulmuş, çoban da bir süre adamın yol tutuşunu izlemiş; sonra da arkasından seslenmiş: “Hemşerim” demiş, “oraya varman şu kadar sürer”. Yolunu yitiren adam şaşkınlıkla sormuş: “Yahu” demiş, “az önce ‘ne kadar sürer’ diye sormuştum; ‘bilemem’ diye cevap vermiştin. Şimdi ne değişti de böyle diyorsun?” Çoban cevap vermiş: “Az önce yol tutuşunu bilmiyordum; şimdi biliyorum.” AMAÇ CENNET GİBİ YAPMAKSA BU VATANI… O halde amacın ne olduğunu bir kez daha hatırlatalım. Amaç “her şeyi bilen tek kişilik iktidar odağı”na karşı katılıma açık ve gerçeğin izinden giderek halkın gündelik hayatını kolaylaştıran ve geleceğini güvence altına alan, otoriterlikten uzak, hiyerarşiden arınmış, olabildiğince demokratik bir yönetsel model inşa etmek olmalıdır. Böyle bir modelin tamamlayıcısı niteliğindeki belediyeleri, kentin olanaklarını, tarikatların ve cemaatlerin sinsi planlarına kurban etmeyen, kent sakinlerinin toplumsal çıkarları doğrultusunda iş yapan, kapılarını ranta kapatan, demokratik katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir hâle getirmektir aslolan. “Öyle mi?” diye soranlar için Ahmed Arif’ten birkaç dizeyle kapatmak isterim bu mevzuyu: "’Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.’ Yiğitlik, sen cehennem olsan bile Fedayı kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu'dur ol hikayet, Ol kara sevda.”
Aradığını bilmeyen, bulduğunu anlayamaz
Sanırsınız ki bir arayış içinde olan topluma gerçeği açıklayıp, her türlü etkileşime ve dolayısıyla dönüşüme açık oldukları mesajını vermeyi amaçlıyorlar. Heyhat, araç, amaç oluyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in çağrısında olduğu gibi…
TRT’nin hâkimiyetinin kırıldığı yıllarını hatırlıyor musunuz?
“Soğuk nevale” kıvamındaki TRT’den kaçmak için bahane arayan ve haberin gerçeğine susamış bizler çoğalmış kanalların peşinden bir oraya, bir buraya zap yapar durur; aradığımızı bir türlü bulamazdık.
Ne mi arıyorduk?
Haber alma hakkımızı elbette…
İktidarların borazanı konumundaki “resmi kanal”ın karşısına “özel” kanallar çıkınca bağımsız haber alma hakkımıza kavuştuğumuzu sanmıştık.
Meğer “beterin beteri varmış”.
Çoğalan kanallar, bırakın gerçeğin kapısını aralamayı; gerçeği eğip bükerek, “sudaki çubuk” hâline dönüştürmenin aracı olmuşlardı.
Beklentileri karşılamaktan uzak o kanallar, ilgi ve dikkatimizi çekmek için “şok, şok, şok” yahut “az sonra, biraz sonra” gibi anonslar yaparlar; izleyicisini saatlerce bekletip, anonslarıyla müsemma hiçbir şey söylemeden programlarını kapatırlardı.
KISA GÜNÜN KÂRI OLMAZ
Saatlerce beklettikleri izleyicinin aldatılmışlık duygusunu önemsemeden, artan reytingleri üzerinden elde ettikleri “kısa günün kârı” ile yetinirlerdi. İzleyici ise büyük bir hevesle oturduğu yemek sofrasından aç kalkmış birinin hissiyatına gark olurdu.
Tek elden yürütülen ve çoğunluğu dezenformasyon amaçlı yapılan bu “haberler”in “ceviz kabuğu”nu doldurmadığı görülürdü.
Sosyal medyanın gelenekselin tahtını ele geçirmesiyle birlikte artık o “şok, şok, şok” yahut “az sonra, biraz sonra” gibi anonslar, yalnızca kadın programlarında alıcı buldu. Bir zamanların pek çok ünlü “şok sunucusu” da o kuşağın programlarına “terfi” etti.
Huylu huyundan vaz geçer mi?
Nitekim benzer çağrılar, bu kez sosyal medyada gündemimize düşer oldu. Buraların, başkalarının hak ve hukukunu ve dolayısıyla yasaları ihlal etmekle mükellef isimler tarafından “bağırsak temizleme alanı” olarak kullanılmış olması ve bu nedenden ötürü milyonlarca tıklanması, siyasetçileri de iştahlandırdı.
İktidar, geleneksel medyanın bütün mecralarını kendisi açısından “kurum bülteni” formatına dönüştürdüğünü biliyoruz. “Kurum bülteni” formatındaki geleneksel medyadan içeri giremeyen muhalefet ise kendisini ifade etme arayışı açısından “mal bulmuş mağribi” ruh hâli içinde sosyal medyaya sarıldı.
Çok taraflı ve etkileşime açık bir alan olduğu için sosyal medyanın bir haberleşme seçeneğine dönüşmesi olumlu olmakla birlikte ne yazık ki bu mecralar da “ceviz kabuğunu doldurmaz” çağrıların istilasına uğramış bulunuyor.