Anılar, acılar ve umutlar
Tarih burada yüksek sesle değil alçak sesle konuşanları yazacak.
Ve sesi kısılmak istense de son sözü hep direnenler söyleyecek.
Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek…
Pülümür Meridyeninde 2.günü türkülerle uğurlamış hatta en sonunda Turnam Gidersen Mardin’e deyip yüreğimin telini titretmiştik. Ve ben yine cennetlik annemi özlemiştim.
Bu ruh hali içinde uykuya ancak sabahın seherinde varabildim. Yine de yolun son gününün zerresini ıskalamadım.
Gün Allah’ın verdiği ile başladıktan sonra ilk durağımız Tunceli Müzesi oldu. Etnografik eserlerin ağırlığındaki müzede doğunun feodal günlerinden hatıra bolca piştol, kılıç gördük. Delikli tüfeğin mertliği çoktan bozduğunu biliyoruz. Bu tüfeklerin kıyıp soyunu kuruttuğu dağ keçisini selamladık. Munzur Baba'nın, Düzgün Baba'nın, Hıdır Sultan’ın anısını yad ettik. Bağlamayı ve semah dönen erenleri izledik.
Müzede en ilginç eserlerden biri de üzerinde tüfek motifi olan mezar taşıydı. Ölümün hayatla kesişim kümesinin bu kadar yakın olduğu bir coğrafyada çok da şaşırmadık buna.
Müzeden sonra yolumuzu vadilere anıların acılarla buluştuğu yöne çevirdik. Acıya yol vermeden adım başı karşılaştığım ilginç bir reklama değinmeden geçemeyeceğim. Gayet yakışıklı, diş hekiminden ziyade bir sosyal medya fenomenine benzeyen hekimimiz, resmini her direğe astırmış ve en iyi diş hekiminin kendisi olduğunu beyan etmiş. Açıkçası zaman bulup kendisiyle görüşmek isterdim. Kim bilir İstanbul’a dönünce bir haber yollayıp bu özgüvenli doktoru dinlemek iyi olacak.
Anılar ve acılara dair ilk olarak bizi Seyit Rıza’nın heykeli karşılıyor. Müesses nizamın her beğenmediğini şaki ilan etmesi tarihte olagelen bir durum. Seyit Rıza da bundan nasibini almış tabii. Lakin;
“Ben sizin oyunlarınıza akıl erdiremedim, o bana dert oldu; ben sizin önünüzde diz çökmüyorum, o da size dert olsun!" diyen bu kadim bilgeye selam edip yola devam ettik.
Laç deresine şelaleleri, manzaralı yolları aşıp vardık.
Devletin resmi belgesinde 180 gayrıresmi hafızalarda ve belleklerde bundan kat be kat fazlasına mezar olan dereye hüzünle baktık.
1938 Dersim’den Roboski’ye ne değişti diye sorduk?
Laç Deresine veda edip yolumuzu Munzur’un gözelerine devirdik. Munzur Suyunun gözesi yani kaynağı buz gibi karşıladı bizi.
“Dersim gibi direnciniz,
Bahar gibi sevinciniz,
Munzur gibi yüreğiniz olsun.”
Diyenlere, selam ettik.
Yusuf Hayaloğlu’na selam ettik.
Babasının mezarı başında Ovacık Kızıl köyde yazdığı şu dizelerle yüreği titremeyen kendine insan demesin :
“Şu dağlarda kar olsaydım
Bir asi rüzgâr olsaydım
Arar bulur muydun beni beni
Sahipsiz mezar olsaydım”
Yüreğimiz bir volkana dönerek ayrıldık Munzur gözesinden.
Boşa Kızıl köy demiyorlar buralara.
TerraRossa yani KızılToprak buralarda alabildiğine.
Kil ve Demirin karıştığı bu toprağın bağrında uyuyor Yusuf Hayaloğlu babası gibi. Ama şarkıları hiç uyumayacak ve bu topraklarda insan yaşadıkça var olacak.
Ve gezimizin rotasında bu defa Komünist Başkan var.
Ovacık’tan Tunceli’ye terfi eden başkanı belki bir gün bu memleketin başında görürüz.
Erdoğan gibi 20 yıl değil 20 ay verin Maçoğlu’na da ülke nasıl yönetilir görün. Hayal mi hayal. Umut mu umut. Olsun insan alemde hayal ettikçe yaşar.
Başkan heyecanla anlatıyor.
Tesettürlü bir hanımefendiye el uzatmaya tereddüt ederken kadının onu kucaklamasında gördüğü içtenliği, tazeliği anlatıyor. Önyargıyı kırmanın atomu parçalamaktan zor olduğunun bilinci ile anlatıyor.
“Bu ülkeye sosyalizm gerek” diyor.
“CHP ile olur mu?” diye soruyorum, pek ümitli olmasa da kapıyı tümden kapamıyor.
3 günlük Pülümür gezimizin yolculuğumuzun 3. gününde yaşadıklarımın özeti bunlar. Unutmadan iki kardeşimin helalliğini alayım. Nazım Önder Aslan ve Onur Yalçınkaya kardeşlerim geziyi kusursuz kılan isimlerdendi. Yadetmeden geçemem.
Türkiye ne kadar kötü yönetiliyorsa, toprağı o kadar güzel.
Bu yaşadıklarımızın 10 da 1’ini Latin Amerika’da Güney Asya’da Afriika’da yaşasak her halde bambaşka şeylerden söz ederdik.
Türkiye’yi ayakta tutan payandalardan biri, birincisi Dersim…
3 kuruş sadaka misali yardıma, karnının günü birlik doymasına oyunu pazara çıkaranlara inat her mihneti kabul eden ama minnet etmeyen insanların yurdu Dersim.
Başına gelen onca acıyı unutmayan ama kin tutmayan Dersim.
Kamer Genç’in Ferhat Tunç’un Cemal Süreyya’nın Vedat Dalokay’ın ve tabii ki bu geziyi de organize eden sevgili Başkan Ali Kılıç’ın memleketi.
Ülkenin nüfusu az gönlü zengin, eğitimi çok şehri.
Orağın ve çekicin manasını kıymetini bilenlerin şehri.
Yüreğimizin bir parçasını bırakıp, dönüyoruz Cangılımıza, İstanbul’umuza.
Bir vakit yaratın siz de bu dağları, ovaları, ormanları tanıyın. İnanın çok şey kazanacaksınız. Tarih burada yüksek sesle değil alçak sesle konuşanları yazacak.
Ve sesi kısılmak istense de son sözü hep direnenler söyleyecek.
Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek…