AYM kararlarının geriye yürümezliğinin kaldırılması müktesep haklar bağlamında ne ifade ediyor? Eğer AYM kararları geriye yönelik olarak değerlendirilirse, hak ve hürriyetler bağlamında eski kararları nasıl değerlendirmek gerekir? Anayasa hukukçusu Doç. Dr. Fatih Öztürk AYM kararlarının geriye yürüyüp yürüyemeceğini tartışıyor
İlk ifade edilmesi gerekeni hemen söyleyelim: @AYMBASKANLIGI acilen aşağıdaki içtihadıyla ilgili bir karar alarak,
AYM kararlarının bireylerin temel hak ve hürriyetlerini koruma noktasında hukuk devleti ve güvenliğinin gereği olarak geriye yürüyeceğini ifade etmelidir. 12.12.1989 tarihli, 1989/11 ve 1989/48 sayılı kararında “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir…” Anayasanın 153/5. Maddesine göre AYM kararları geriye yürümez.
Fakat 23 Eylül, 2012 tarihinden itibaren Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlere dayanılarak, AİHS kapsamındaki herhangi bir hakkın kamu gücü tarafından ihlal edilmesi sebebiyle AYM’ne başvuru yapılabilmektedir. Kanaatimizce, bu tarihten itibaren artık anayasanın ilgili hükmü kadük hâle gelmiştir. AYM kararları, kazanılmış hakların korunması (ancak bireyler lehine) konusunda geriye yürümese de
temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda geriye yürüyeceği apaçık ortadadır.
Peki, bu yeni duruma rağmen herhangi bir kurum veya mahkeme anayasa mahkemesinin kararını uygulamıyorum veya temel hak ve hürriyetlerle ilgili olsa bile geriye yürümez deyip reddederse ne olur? Nitekim maalesef bunun örneklerin ülkemizde giderek arttığı görülmektedir.
Bu noktada kimin iktidarda olduğunun hiçbir önemi yoktur. Kim iktidarda olursa olsun anayasa mahkemesi kararları tanınmayacak ise hukuk güvenliği bu ülkede nasıl sağlanacaktır? Yarın bir aklı evvel çıkıp derse (367 başörtüsüyle ilgili talihsiz kararda olduğu gibi) anayasayı ihlal suçu cebir ve kuvvetle işlense de AYM kararlarını uygulamayarak anayasayı askıya almış olmuyor musunuz?
Siz ülkenin en yüksek mahkemesinin kararlarını tanımayarak ve uygulamayarak, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik, halkı kanunlara uymamaya tahrik, Türklüğü, Cumhuriyeti,
devletin kurum ve organlarını aşağılamış” olmuyor musunuz? AYM devletin bir kurumu değil midir? Ayrıca adaleti engellemiş olmuyor musunuz? Bir yerde kullanmış olduğum ifadelerimden müsaadenizle alıntı yapmak isterim:
“
ANYM kararları, Anayasanın 153. maddesi mucibince herkesi bağlar. 2012 yılında kabul edilen bireysel başvuru yoluyla ANYM kararlarının geriye yürümezliği artık fiilen ve yasal olarak kadük hâle gelmiştir. Nitekim ANYM twitter kararıyla da bu durum artık netleşmiştir. Bu nedenle verilen kararlar artık herkesi ve her kurumu bağlamaktadır.
Eğer aksi iddia edilecekse ANYM’nin iptal kararlarından sonra hakları gasp edilen her bir bireyin tek tek ilk derece mahkemelerinde dava açmasını beklemek ve yıllarca süren davalar neticesinde hakların geri alınması gibi bir absürt durum ortaya çıkacaktır.
Bu durumun da hukuk devletini yıkan, bürokratik hantal devlet yapısına giden yolu açacağı ortadadır. Şöyle bir örnek verecek olursak durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır: Deprem nedeniyle OHÂL ilan edilen illerden birinde KHK ile görevine son verilen bir akademisyen kişi görevine iade edildiğinde, ANYM’nin bu kararına dayanarak uğradığı zararlar nedeniyle maddi-manevi tazminat davası açabilecek ve aynı görev yerinde görevine devam edebilecektir. Başka bir örnek daha farz edelim; karşılıksız çek nedeniyle hapiste olan bir kişi, karşılıksız çekin karşılığı olan kanun maddesi ANYM tarafından iptal edilmiş olduğunda,
ANYM norm denetim kararları geriye yürümez deyip hapiste kalmaya devam mı edecek? Kanunun iptalinden sonra veya aynı gün o eylemi gerçekleştirenler ise dışarıda özgürce hayatına devam edecektir.
Nitekim 12 Ocak, 2023 tarihinde RG’de yayınlanan kararla ANYM akademisyenlerin çalıştıkları yerlerden başka yerlere gönderilmesiyle ilgili kanun hükmünü de oybirliğiyle iptal etmiştir.
Eğer ANYM kararını uygulamamak için aksi iddia edilecekse, önce bireysel başvuru hakkı kaldırılmalı, ardından ANYM lağvedilmelidir.”
Anayasal yargı denetiminin amacı bireylerin “temel hak ve hürriyetlerinin korunması” değildir. Biz de 1961 Anayasası ile kurulan AYM maalesef özellikle kriz dönemlerinde meşruiyetini sorgulatmış, genelde iktidara hâkim olan güç ve eğilimler lehine kararlar çıkartmıştır.
Bu kanaatimizi/düşüncemizi gerekçelendirmeden önce anayasal yargı denetiminin gerekli olup olmadığı ve bununla ilgili birkaç meseleye temas etmek isteriz. Modern anlamda anayasal yargı denetimi İngiltere’deki Bonham kararını saymazsak (1612 tarihli, modern dönem denilemez) ABD’de Marbury v. Madison (1803) davasından önce eyalet mahkemeleri şu davalarda anayasal yargı denetimi yaparak yasaları Anglo Sakson hukuku veya anayasaya aykırı bulmuştur: Paxton’s Case of the Writ of Assistance (1761), Ham v. M’Claws (1789), Bowman v. Middleton (1792), Lindsay v. Commissioners (1796).
[1] Chisholm v. Georgia (1793), Ware v. Hylton (1796), Cooper v. Telfair (1800) davalarında ABD Yüksek Mahkemesi Marbury v. Madison’dan önce de anayasal yargı denetiminde bulunmuştur. Marbury v. Madison davasını önemli kılan ise ilk dava olması değil, anayasal yargı denetimini manifesto hâlinde açıklayan ilk dava oluşudur.
[2]
Modern dünya da anayasal yargı denetimi ABD/Anglo-Sakson hukukundan mülhemle Hans Kelsen aracılığıyla Avrupa’ya taşınarak farklı bir hâle sokulmuştur. Mesela Fransa’da 2010 yılından sonra somut norm denetimi başlamış ve bireyler Anayasa Konseyine Danıştay ve Yargıtay safhasından sonra başvurabilir hâle gelmiştir.
Anglo-Sakson hukukunda ise hem özel hukuk hem de kamu hukuku davalarında en yüksek mahkeme anayasal yargı denetimi yapan Yüksek Mahkemelerdir. ABD Yüksek Mahkemesi tavsiye niteliğinde karar verememektedir. Kanada Yüksek Mahkemesi ise Quebec v. Secession Reference davasında olduğu gibi federal hükümet talep ettiğinde tavsiye niteliğinde kararlar vermektedir. Birleşik Krallık’ta ise 2009 yılında kurulmuş olan Yüksek Mahkeme, parlamentonun üstünlüğü ilkesi gereği ABD ve Kanada yüksek mahkemeleri gibi kararlara henüz imza atmamıştır.
AYM kararlarını verirken geçmişte olduğu gibi kesinlikle yargısal aktivizmde bulunmamalı. Siyasetin alanına girmemelidir. Milletin yani halkın seçmiş olduğu vekillerin çıkarmış olduğu kanunlara mümkün olduğunca dokunmamalıdır.
Günümüzde gelinen noktada; anayasal yargı denetimi özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra soykırım nedeniyle azınlıkların haklarını korumak adına güçlenerek yoluna devam etmiştir. Hatta bazı yazarlara göre gelişmiş ülkeler de artık anayasal yargı denetimi azınlıkları korumakta, çoğunlukların hak ve taleplerini görmezden gelmektedir.
Anayasal yargı denetiminin amacı bireylerin “temel hak ve hürriyetlerinin korunması” değildir. Biz de 1961 Anayasası ile kurulan AYM maalesef özellikle kriz dönemlerinde meşruiyetini sorgulatmış, genelde iktidara hâkim olan güç ve eğilimler lehine kararlar çıkartmıştır.
Oysaki bireylerin temel hak ve hürriyetlerini koruması gereken mahkemeler asıl kriz dönemlerinde cesur davranarak meşruiyetlerini inşa etmeleri gerekir. Sonuçta mahkeme üyeleri millet tarafından seçilmişler değil, siyasi iradeler tarafından atanmış kişilerdir.
AYM kararlarını verirken geçmişte olduğu gibi
kesinlikle yargısal aktivizmde bulunmamalı. Siyasetin alanına girmemelidir. Milletin yani halkın seçmiş olduğu vekillerin çıkarmış olduğu kanunlara mümkün olduğunca dokunmamalıdır. Ancak temel hak ve hürriyetlerin korunması noktasında hareket etmelidir. Anayasa mahkemesi kararları Anglo Sakson hukukunda olduğu gibi (milletin iradesi önce gelir fehvasınca) ilgili kanun maddesinin anayasaya aykırı olduğunu ifade etmeli, AYM kararlarıyla kanun maddeleri iptal edilememelidir.
En doğrusu siyasette en son sözü halk girişimi kurumuyla yeterli miktarda imza toplayarak halk söylemelidir. Bu şekilde siyasi iktidarları seçen halkın yönetime katılımı ve denetimi süreklilik arz edecektir.
---
[1] Detaylı bilgi için bkz. Fatih Öztürk, Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Politik Sorun ve Yargısal Aktivizm Doktrini: Anayasal Yargı Denetimi Gerekli mi?, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2021.
[2] Aynı kaynak bkz. Fatih Öztürk, syf. 13-20, syf. 20-30 Marbury v. Madison davası.