“Hakikatin araştırılması hakkının” ifade hürriyetiyle birlikte ele alınması gerekli olan bir hak olduğunu belirtmiş olalım. Bu hakkın kullanılmasında en önemli araçlardan birisi dilekçe hakkıdır. Sosyal medyanın kullanımı ve hür bir basının varlığı da bu hakkın ayrılmaz parçalarındandır.Ayrıca, “hakikatin araştırılması hakkının” ifade hürriyetiyle birlikte ele alınması gerekli olan bir hak olduğunu belirtmiş olalım. Bu hakkın kullanılmasında en önemli araçlardan birisi dilekçe hakkıdır. Sosyal medyanın kullanımı ve hür bir basının varlığı da bu hakkın ayrılmaz parçalarındandır. Bu hakkın kullanılmasında kahramanca adaletin gerçekleşmesi için ortaya çıkan insanlar desteklenirse (yani doğru söyleyen dokuz köyden kovulur, ne kadar yanlış bir ifade değil mi!) o zaman mevcut sistem hukuk devletini güçlendirmiş olur. Bir kez daha söyleyeyim! Bizim adamın en nefret ettiği şeylerden birisi de “hakikatin araştırılması hakkıdır.” Çünkü; hakikatin olduğu yerde yalana yer yoktur. Son olarak; bu ülkede anayasa hukukunu katleden en önemli yanlışlardan birisi de onu teknik anayasa maddesi veya kanun metinlerine boğarak idare hukuku anlayışına indirgemek olmuştur. Anayasa hukuku; hürriyetlerin ve özgürlüklerin hukukudur. Fertleri devlete karşı koruyan hukuktur. Ama maalesef ülkemizde anayasa hukuku kitaplarının içeriğine baktığınızda, bu haklardan ne kadar bahsedildiği ortadadır. Bu düşünceyle yetişen hukukçuların, fertlerin hak ve hürriyetini ne kadar koruduğu da malumumuzdur. Kanaatimizce; ülkemizde “halkın yönetime katılımı, ifade hürriyeti, davaların hızlı ve kamuya açık bir şekilde yapılması, din ve vicdan hürriyeti, özel hayatın gizliliği ve hakikatin araştırılması” hakları konusunda acilen yeni bir anayasayla gerekli düzenlemeler yapılmalı ki bu ülkenin insanları özlemini duyduğu Cennet vatanda adalet ağacının gölgesi altında huzur içinde yaşayabilsin. Adalet her daim hepimiz için gerekli olan bir huzur ağacıdır. Onun gölgesinde herkese yer vardır, yeter ki dürüst olunsun!
Anayasa hukukunu katletmek
İfade hürriyetinin olmadığı yerde yalancı ve iki yüzlü, dalkavuk fertler türer. Hakikat arka plana atılır. Yalan ve yalancılar rağbet görür. Namuslu ve dürüst insanlara aptal muamelesi yapılır, bu kadar dürüstlükte fazla denilir.
İnsan ömrü gibi siyasi iktidarlar da iniş çıkış yaşarlar, ama asıl önemli olan siyasi iktidarların iyi niyetle yola çıkıp toplumun tüm farklı kesimlerine hürriyet vadinde bulunup iktidar olduğunda bunu gerçekleştirmesidir. Günümüz iktidarlarında yani devlete hakim olan anlayış ve düşünce de en önemli mesele anayasanın o ülkenin halkına sunduğu anayasal korumalardır. Bunlar toplum tarafından kabullenip içselleştirildikçe (özümsendikçe) anayasal değerler hâline gelirler. Bir ülkede anayasal korumalar ve değerlere siyasi iktidarlar (hükümetler) hatta o ülkenin elitistleri ne kadar saygı duyar ve gereğini yaparsa o ülke de o kadar adalet vardır desek abartmış olmayız.
Günümüz devletlerinde artık adaletin yolu anayasalara konulan korumalar ve oluşan anayasal değerlere saygıden geçmektedir. Mevcut Anayasanın başlangıcında yer alan “Türkiye Cumhuriyeti ... insan haklarına saygılı ... bir hukuk devletidir.” Baştan mevcut anayasa için şunu ifade etmiş olayım: Askeri ve sivil bir darbenin ürünü olup (kanaatimizce hiçbir darbe siviller olmadan gerçekleştirilemez) hukuki meşruiyete sahip olmayıp ve acilen siyasi iktidarın halkın yönetime katılımını sağlayacak bir modelle sona erdirilip yerine yenisi yapılmalıdır. İnsan haklarına saygı; ancak ve ancak anayasal korumaları (hakları) ve değerleri koruyup, kollamak ve anayasal cumhuriyetin inşasıyla mümkün olabilir.
Yapılacak yeni anayasa; kısa ve ince bir anayasa olmalıdır. Yazımı ve ifadeleri sıradan bir vatandaşın (hukukçu olmasına gerek duyulmayan) anlayacağı bir dille olmalı, hatırlanması kolay cümlelerle yazılmalıdır. Tabiri caizse şiir tadında olmalıdır. Belki de yeni anayasayı yazacak hukukçuları önce hukuk fakültelerindeki eğitim anlayışını değiştirmeye başlayarak yola çıkmak en doğru yol olarak gözükmektedir. Bir ülkede adalet yoksa ülkemizde olduğu gibi genelde insanlar siyasi iktidarları suçlamaktadır.
Oysa ki daha derin bir düşünme yapılacak olursa; gerçekleşen hukuksuzluklar ve adaletsizlikler de hukukçuların, özellikle o hukukçuları yetiştirenlerin hiç mi suçu yok! Onlara sürekli olarak elitizim hastalığı aşılayıp, siz toplumun en üstün fertlerisiniz (tabii ki tıpçıları da unutmamak lazım), buralara gelebilmeniz hiç kolay değil, 3 milyon içerisinde ilk 10 bine giriyorsunuz vb. cümleleri kuranların hiç mi bu adaletsizlikler de payı yok! Belki de en büyük suçlu onlar? Oysaki bu topraklar yüzyıllarca insanlara “insanlardan bir fert olmayı” özüyle ve sözüyle öğreten bir ruhtan beslenmişti, günümüzde ise eğitim yoluyla rekabet ederek birbirine üstünlük kurmaya çalışan bir modele dönüşmüş olduk. Onu da pek başardığımız da söylenemez ya!
Tekraren anayasal korumalar ve değerlere dönecek olursak, bunlar nelerdir? Bu hakların en başında ifade hürriyeti gelir; hakların anası ve babasıdır. Onun olmadığı yerde diğer hürriyetlerin ve hakların hiçbir önemi yoktur, olsa da o olmadığı zaman diğer hürriyetler kullanılmayacaktır. İfade hürriyetinin olmadığı yerde yalancı ve iki yüzlü, dalkavuk fertler türer. Hakikat arka plana atılır. Yalan ve yalancılar rağbet görür. Namuslu ve dürüst insanlara aptal muamelesi yapılır, bu kadar dürüstlükte fazla denilir.
Diğer bir anayasal hak ise davaların hızlı ve kamuya açık bir şekilde görülmesidir. Özellikle geç gelen adaletin adalet olmadığını, bu denli derinlemesine bilen 60, 71, 80 ve 97 darbesini yaşamış bir toplum için bu olmazsa olmaz hakların en başında gelir.
Diğer bir anayasal hak ise din ve vicdan hürriyetidir. Yıllardır bu ülkede laikçilik (laiklik değil) safsatasıyla paramparça edilmiş olan bir haktır. Herkesin kendisini en haklı gördüğü bir toplumsal yapıya evriltilmiş olan bu ülkenin insanları gerçek anlamda din hürriyetini en azından son iki yüz yıldır ne olduğundan bihaberdir.
Özel hayatın gizliliği hakkı, kendisi ve kendisi gibi düşünenlere hayat hakkı tanımayan anlayışın esiri olmuş ve sürekli farklı inanç ve düşünceyi birbirine karşı kışkırtarak nemalanan ülkemiz bazında dinci, solcu geçinen, sahtekâr anlayışın en çok zarar verdiği haklardan birisi olmuştur. İnsanların özel hayatına kadar sokulmuş ve bunu bir marifet zanneden zavallı anlayış. Oysa ki bu topraklar insanların penceresinden içeri bakarak özelini gözetleyenin (röntgencilik yapanın) gözünün çıkarılması tehditinde bulunarak bu konuya bu kadar önem veren bir medeniyete sahipken, artık telefon kayıtları, sosyal medya yazışmaları, gezilen web sitelerine kadar herkesi toplumsal alanda deşifre etmenin neredeyse sevap kabul edildiği bir hâle gelmiştir.