İktidar partisi, muhalefetin gücü ve oy oranı arttıkça, hukuku zorlayarak muhalefet aleyhine yaptırımlara başvuruyor. Bunların iktidarı nasıl etkileyeceğini Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı yorumladı. Geride bıraktığımız ayları hızla gözden geçirdiğimizde altı siyasi parti, Türkiye’nin demokratikleşmesi için hangi anayasal ve yasal reformların yapılması gerektiği konusunda uzlaştıkça ve bu konuda ürün verdikçe siyasi tansiyonu yükselten olayların da artacağı anlaşılıyor. Bu nedenle altı siyasi partiye aynı anda iki alanı sağduyuyla, rasyonelce yönetmek gibi önemli bir görev düşüyor. Bunlardan biri, aralarındaki farklılıkları kabul etmekle birlikte bunları öne çıkarmadan ortak paydaları tespit etmek ve Türkiye’yi bu karanlık ve zor günlerden kurtarma hedefine kilitlenmek; diğeri ise iktidar bloku tarafından yaratılan engeller ve güçlükler ne olursa olsun bunlara sabırla göğüs germek ve tüm güçlüklerin üstesinden gelecek stratejileri üretebilmek. Bu yazıda altı siyasi parti uzlaşmayı başardıkça karşısına çıkarılan engellerin neler olduğuna ve aslında bunların üstesinden gelinebilecek zorluklar olduğuna değineceğim.
  1. Hatırlanacağı gibi altı siyasi partinin temsilcileri[1] 2021 yılının sonbahar aylarından itibaren düzenli olarak yürüttükleri toplantılar sonucunda, Türkiye’nin, içine sürüklendiği bu otoriter yolsuzluk düzeninden kurtulması için Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnini hazırlayarak Genel Başkanlarına sundular. Genel Başkanlar tarafından incelenerek onaylanan belge, 28 Şubat 2022’de kamuoyuna açıklandı ve Genel Başkanlar tarafından imzalanarak bir bakıma altı siyasi partinin seçim taahhüdüne dönüştürüldü.
Kısaca gözden geçirdiğimizde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilga edilmesiyle yerine parlamentarizmin klasik modeline geçişi vaat ediyordu. Bu nedenle Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, yürütme organının Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulundan oluşacağını, yürütme alanındaki asıl yetkilerin parlamentoya ve seçmene karşı hesap verecek, yargı karşısında hukukî sorumluluk üstlenecek Bakanlar Kuruluna ait olacağını beyan ediyordu. Cumhurbaşkanının sadece sembolik ve törensel yetkilere sahip olacağını; yürütme gücünün bu iki unsuru arasında evvelce olduğu gibi herhangi bir ihtilafın yaşanmayacağı bir yapıyı amaçlıyordu. Böylece hâlen yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin tek bir kişinin elinde aşırı güç birikmesi önlenerek hükümet politikalarının kolektif bir organ olan Bakanlar Kurulu tarafından müzakere ve uzlaşmaya dayalı akılcı yöntemlerle belirlenmesi hedefleniyordu.
Gezi Davası kararıyla “Eğer demokrasi ve özgürlükler gibi değerlerin peşinde koşacak olursanız sizi bekleyen akıbet de farklı olmayacaktır.” mesajı verildi.
Öte yandan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, bugün yasamanın elinden alınmış olan yetkilerinin yeniden düzenlenmesini ve ülkemizin Cumhuriyet tarihi boyunca koruduğu anayasal geleneklere uygun olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibar ve etkinliğinin iadesini amaçlıyordu. Bütün bunlara ek olarak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, parlamentoda tecelli eden millet iradesini güçlendirmek amacıyla 12 Eylül askerî yönetiminden miras kalan Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanununda önemli değişiklikler öneriyordu. Bundan başka, parlamento faaliyetlerinde sandalye sayısı nispeten az olan siyasi partilere de etkinlik sağlayacak; böylece çoğulcu demokrasiyi güçlendirecek tedbirleri vaat ediyordu. Nihayet Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle ortadan kaldırılan yargı bağımsızlığı ve hukuk devletinin yaratılması için çok önemli hedefler içeriyordu. Ayrıca Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninde temel hak ve hürriyetleri ve özellikle kadın haklarını güvence altına alacak tedbirlere yer veriliyordu. Bu konuya önceki yazılarımda değindiğimden burada daha fazla ayrıntıya yer vermeyeceğim.[2] Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninin kamuoyuna açıklanması, özellikle demokrasi değerleri ve özgürlükçü bir siyasal düzenin yıllardır hasretini çeken seçmenler üzerinde büyük bir umut yarattığından iktidar blokunun müteakip seçimlere yönelik endişesi güçlenmiş oldu. Böylece iktidar bloku (AKP-MHP) iki hafta sonra, 14 Mart 2022’de bir yılı aşkın bir süreden beri üzerinde çalıştıkları ancak kamuoyuna açıklamadıkları Seçim Kanunu değişikliğini TBMM Başkanlığına derhal takdim ettiler. Teklifin içerdiği hükümler, önceki yazımda ifade ettiğim ve pek çok meslektaşımın da vurguladığı gibi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni üzerinde uzlaşan altı siyasi partinin bir seçim ittifakına dönüşmesini engellemeyi hedefliyordu.[3] Üstelik anılan kanun teklifi, amacına ulaşmak için tereddütsüzce Anayasaya aykırı hükümlere yer vermekten de çekinmemişti. Bu konuyu da “Seçim Mevzuatında Yapılan Değişiklikler Anayasaya Aykırıdır” başlıklı yazımda ele almıştım.[4] Kamuoyundan yükselen Anayasaya aykırılık tezlerine rağmen Kanun, 6 Nisan 2022’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.[5] Böylece iktidar bloku, altılı masadan duyduğu endişeyi bertaraf edecek ilk hamlesini gerçekleştirdi.
Türkiye altı siyasi partinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmek için yürüttüğü çalışmaların meyvesini yiyemediği, otoriterizmin daha da derinleştiği günlere sürüklenmez.
  1. İkinci hamle, 25 Nisan 2022’de duruşması yapılan Gezi davası aracılığıyla gerçekleştirildi. Yıllardan beri devam eden davada sadece iş insanı Osman Kavala tutuklu olarak yargılanırken diğer sanıkların yargılamaları tutuksuz olarak sürdürülmekteydi. 25 Nisan’da yapılan duruşmada İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Osman Kavala hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer sanıklar Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Ali Yiğit Ekmekçi hakkında 18 yıl hapis cezasına ve bu sanıkların da derhal tutuklanmalarına hükmetti.
Böylece aslında Türkiye’de demokratik bir siyasi düzenin, hukuk devletiyle garanti edilen özgürlükçü bir anayasa düzeninin hasretini çeken ve bu amaç doğrultusunda kararlılıkla mücadele eden sivil topluma önemli bir ders verilmiş oldu. “Eğer demokrasi ve özgürlükler gibi değerlerin peşinde koşacak olursanız sizi bekleyen akıbet de farklı olmayacaktır.” mesajı verildi.
Kaftancıoğlu’na verilen karar neyi amaçlamaktaydı? Altı siyasi partinin dayanışmasının önlenmesi, iktidara yürüyüşlerinin engellenmesi, yönetimde keyfiliği esas alan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilelebet devam etmesi miydi amaç?
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Osman Kavala’nın başvurusunu değerlendirirken kendisinin özgürlükten mahrumiyetinin temelinde hukuken geçerli bir sebebin olmadığını, dosyada Kavala’ya izafe edilen suçların işlendiğini gösteren delillerin yer almadığını; bu nedenle tutukluluğun Sözleşmenin özgürlük ve güvenlik hakkını düzenleyen 5. maddesine aykırı olduğunu oy birliğiyle tespit etmişti. Dahası AİHM, Kavala’nın tutukluluğunun sadece Kavala’yı özgürlüğünden mahrum etmediğine, bu yolla Türkiye’deki sivil toplumun sesinin kısılmak istendiğine de oy çokluğuyla hükmederek Türkiye’nin Sözleşmenin 18. maddesini ihlâl ettiğine karar vermişti. Dolayısıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 25 Nisan 2022’de Kavala ve yedi sanık hakkında açıkladığı karar, tam da AİHM kararında vurgulanan amaca hizmet etmekteydi. Ne var ki amaç hâsıl olmadı. Demokrasi yanlısı toplum kesimleri, cesur ve kararlı eleştirilerine devam ettiler.
  1. Bu arada altı siyasi parti, düzenli toplantılarına ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için atılması gereken reform adımları üzerindeki çalışmalarına devam etmekteydi. 24 Nisan 2022’de Demokrat Parti’nin ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıda sürdürülecek çalışmaların başlıkları ve yöntemi konusunda açıklamalar yapıldı. Toplantı sonrasında yapılan basın açıklamasında şu ifadelere yer veriliyordu: “Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda liderler olarak birçok kez vurguladığımız gibi uzlaşmacı, özgürlükçü, demokratik değerleri içselleştirmiş, milletimizin tamamını kucaklayan, siyasi ahlak ilkelerini benimseyen, liyakat sahibi bir aday belirleyeceğiz. (…)
Milli egemenliğimizin kaynağı Gazi Meclis'imizin, Cumhuriyet'imizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 23 Nisan 1920'de açılışının 102. yıl dönümünden bir gün sonra bir araya gelen 6 siyasi partinin liderleri olarak, TBMM'ye yeniden itibar kazandıracak 'güçlendirilmiş parlamenter sistem' konusundaki kararlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz.” Öte yandan bu duyuruda altı siyasi partinin alt komisyonlar kurarak reform çalışmalarını hızlandıracağı yönünde şu ifadelere yer verilmekteydi: “Anayasal ve yasal mevzuatla ilgili çalışma grubu, siyasi ahlak yasası, Ekonomik ve Sosyal Konseye işlerlik kazandırılması ile ilgili düzenlemeler, Merkez Bankası bağımsızlığının teminat altına alınması, uzun vadeli strateji ve planlamadan sorumlu bir kurumsal yapının oluşturulması konularında yasal hazırlık yapılması için görevlendirilmiştir.” Öyle de oldu. 27 Nisan 2022’de Gelecek Partisi’nin ev sahipliğinde üç alt komisyon toplanarak çalışmalarına start verdiler. Siyasi İşler Komisyonunda Muharrem Erkek (Cumhuriyet Halk Partisi), Mustafa Yeneroğlu (Demokrasi ve Atılım Partisi), Bülent Şahinalp (Demokrat Parti), Nedim Yamalı (GELECEK Partisi), Şenol Sunat (İYİ Parti) ve Bülent Kaya (SAADET Partisi); Seçim Güvenliği Komisyonunda Oğuz Kaan Salıcı (Cumhuriyet Halk Partisi), İdris Şahin (Demokrasi ve Atılım Partisi), İlay Aksoy (Demokrat Parti), Ayhan Sefer Üstün (GELECEK Partisi), Şenol Sunat (İYİ Parti) ve Hasan Bitmez (SAADET Partisi); Yasama Komisyonunda Muharrem Erkek (Cumhuriyet Halk Partisi), Mustafa Yeneroğlu, (Demokrasi ve Atılım Partisi), Serhan Yücel (Demokrat Parti), Serap Yazıcı (GELECEK Partisi), Uğur Poyraz (İYİ Parti) ve Bülent Kaya (SAADET Partisi) yer almaktaydı. Genel Başkanların onayıyla ekonomik reformlar konusunda çalışacak dördüncü bir komisyonun kurulmasına da karar verildi. Bu komisyonun ilk toplantısını 16 Mayıs’ta yapması kararlaştırıldı. 10 Mayıs 2022’de Yasama Komisyonu ikinci toplantısını yaparak Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metnine uygun anayasa değişikliği teklifi üzerinde yürütecekleri çalışmanın yöntem ve kapsamını kararlaştırdı. Ancak aynı günün akşam saatlerinde TELE 1 ekranlarında Emre Kongar, altılı masaya ders vermeye kalkışan şu cüretkâr açıklamalarda bulundu: “Öyle çok ayrıntıya girip abuk sabuk Türkiye'nin din devleti olduğuna ilişkin birtakım ilkeleri filan topluma yutturmaya filan kalkacak birtakım metinler ortaya çıkarırlarsa bu altılı masa seçimlere filan gitmeden berhava olur. Onun için böyle çok ayrıntılı dinle, laiklik karşıtlığıyla filan ilgili, bunun dikkatli izleyicilerimiz ne kastettiğimi derhal anlamışlardır, daha fazla uzatmak istemiyorum bu konuyu.”[6] Doğrusu Yasama Komisyonunun üyelerinden biri olarak, Sayın Kongar’ın bu açıklamaya neden ve hangi verilere istinaden ihtiyaç duyduğunu sormak isterim. Komisyonumuzda, yürüteceğimiz çalışmaların kısmî bir anayasa değişikliği teklifi niteliğinde olacağını; bu nedenle sadece Anayasanın yasama, yürütme ve yargı bölümlerini kapsayacağını bilhassa belirtmiştik. Zaten hükümet sistemi değişikliği de esas itibarıyla Anayasanın sözü geçen hükümlerinde değişiklik yapmayı gerektirmektedir. Bir kez daha belirteyim ki Sayın Kongar’ı bu yönde endişeye sevk eden ve adeta bizlere laik değerleri aşındırabileceğimiz imasında bulunan bu açıklamayı yaptıran sebebin ne olduğunu merak ediyorum.
Şimdi sormak istiyorum. Demokrasi değerlerinden, demokratik kurumlardan, anayasal özgürlüklerden korkarak ülkeye zaman ve fırsat kaybettiren, Türkiye’yi G20’ler seviyesinden çok daha aşağılara sürükleyen bu kör dövüşü yetmez mi?
İster istemez bu tablo, zihnimde dejavu etkisi yarattı. Bizler 2007 yılında Türkiye için daha demokratik ve özgürlükçü, hukuk devleti güvencelerinin garanti edildiği bir anayasa taslağı hazırlarken gerçek dışı iftiralara maruz kalmıştık. Belli çevreler tarafından meslekî ve kişisel itibarlarımız hedef alınmıştı. Bütün bu girişimler neticesinde ne oldu? Türkiye hukuk devletini güçlendirecek, özgürlükleri garanti edecek, klasik parlamenter sisteme uygun bir anayasaya kavuşma fırsatını kaçırdı.[7] Herhalde ardından gelenleri hatırlatmaya ihtiyaç yok! Böylece uzun yıllar devam eden anayasa tartışmalarından sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen ve özünde otoriterizmi ve keyfiliği kurumsallaştırmayı amaçlayan bu tuhaf yapıyla buluşmuş olduk. Umarım tarih tekrar tekerrür etmez; Türkiye altı siyasi partinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçmek için yürüttüğü çalışmaların meyvesini yiyemediği, otoriterizmin daha da derinleştiği günlere sürüklenmez.
  1. Altı siyasi parti Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçişin gerektirdiği anayasal ve yasal reform çalışmalarını sürdürürken 12 Mayıs 2022’de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Sayın Canan Kaftancıoğlu hakkında Yargıtay, yıllar öncesinde attığı tivitlerden dolayı verdiği hükmü açıkladı. Elbette normal bir demokraside ülkenin yargısal düzeyde acil çözüm bekleyen pek çok uyuşmazlığı varken yıllar öncesinde atılan tivitlerin böyle bir ceza hükmüne dönüşmesi, rastlanacak şey değildi. Ama Türkiye için artık bu tür kararların sık sık şekillenmesi de vaka-i âdiye haline gelmişti.
Üstelik ilginç olan, Türkiye 1954’ten itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini (AİHS) onaylamış; 1987’de AİHM’ye bireysel başvuru hakkını tanımış; 1989’da ise AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmişti. Önceki yazımda ifade ettiğim gibi AİHM’nin ifade hürriyetinin meşru sınırlarına ilişkin ünlü Handyside kararı ise şunu söylemekteydi: “İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ‘haber’ ve ‘düşünceler’ için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.”[8] Dahası, bugün Türkiye’nin yönetiminde ağırlıklı etkiye sahip olan Adalet ve Kalkınma Partisi, 2004’te Anayasanın 90. maddesine aşağıdaki hükmün eklenmesinin öncülüğünü yapmıştı. Bu hükme göre, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bu gerçekler karşısında Kaftancıoğlu’na verilen karar neyi amaçlamaktaydı? Altı siyasi partinin dayanışmasının önlenmesi, iktidara yürüyüşlerinin engellenmesi, yönetimde keyfiliği esas alan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilelebet devam etmesi miydi amaç? İnsan, bu manzara karşısında ister istemez geçmişi hatırlıyor. Bundan çok değil, 14 yıl önce o tarihte Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İspanya’da şu açıklamayı yapmıştı: “Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?”[9]
Demokrasi değerlerinde buluşarak barış, huzur ve kardeşlik içinde, herkesin kendisini güvende hissettiği, demokratik, özgür ve müreffeh bir Türkiye için uğraşsak daha doğru olmaz mı?
Bu açıklamalar, MHP lideri tarafından bir fırsata dönüştürülerek başörtüsüne üniversitelerde serbestlik tanımayı amaçlayan anayasa değişikliğinin yolunu açmıştı. Sonra ne mi oldu? Bu anayasa değişikliği, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dahası, Adalet ve Kalkınma Partisi aleyhine kapatma davası açıldı. Açılan davada partinin Genel Başkanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte pek çok partili için siyaset yasağı talep ediliyordu. Parti, kıl payı denecek bir oyla kapatılmaktan kurtuldu ve Hazine yardımından mahrumiyete mahkûm edildi. Şimdi sormak istiyorum. Demokrasi değerlerinden, demokratik kurumlardan, anayasal özgürlüklerden korkarak ülkeye zaman ve fırsat kaybettiren, Türkiye’yi G20’ler seviyesinden çok daha aşağılara sürükleyen bu kör dövüşü yetmez mi? Demokrasi değerlerinde buluşarak barış, huzur ve kardeşlik içinde, herkesin kendisini güvende hissettiği, demokratik, özgür ve müreffeh bir Türkiye için uğraşsak daha doğru olmaz mı? --- [1] Muharrem Erkek (Cumhuriyet Halk Partisi), Bülent Şahinalp (Demokrat Parti), Mustafa Yeneroğlu (Demokrasi ve Atılım Partisi), Ayhan Sefer Üstün (GELECEK Partisi), Bahadır Erdem (İYİ Parti) ve Bülent Kaya (SAADET Partisi). [2] Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metninin tam metni için bakınız https://gelecekpartisi.org.tr/duyuru/alti-parti-ortakligiyla-hazirlanan-guclendirilmis-parlamenter-sistem-mutabakat-metni-1646063850 ; Önceki yazılarım için bakınız Serap Yazıcı, 28 Şubat Demokratik Restorasyonun İlk Adımı Olabilir Mi?, Politikyol, 27 Şubat 2022, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.politikyol.com/28-subat-demokratik-restorasyonun-ilk-adimi-olabilir-mi/ , Serap Yazıcı, GPS Mutabakat Metni Demokrasinin Restorasyonunu Sağlayabilecek Mi?, Politikyol, 6 Mart 2022, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.politikyol.com/gps-mutabakat-metni-demokrasinin-restorasyonunu-saglayabilecek-mi/ , Serap Yazıcı, GPS Hangi Araçlarla Demokratik Restorasyonu Sağlamayı Hedefliyor?, 13 Mart 2022, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.politikyol.com/gps-hangi-araclarla-demokratik-restorasyonu-saglamayi-hedefliyor/ . [3] Serap Yazıcı, Cumhur Blokunun Seçim Mühendisliği Altılı Masayı Devirmeyi Amaçlıyor, 20 Mart 2022, Politikyol, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.politikyol.com/cumhur-blokunun-secim-muhendisligi-altili-masayi-devirmeyi-amacliyor/ , Serap Yazıcı, Seçim Mevzuatındaki Değişiklikler Anayasaya Aykırıdır, 3 Nisan 2022, Politikyol, erişim tarihi: 14.05.2022, https://www.politikyol.com/secim-mevzuatinda-yapilan-degisiklikler-anayasaya-aykiridir/ [4] Serap Yazıcı, Seçim Mevzuatındaki Değişiklikler Anayasaya Aykırıdır, 3 Nisan 2022, Politikyol, erişim tarihi: 14.05.2022, https://www.politikyol.com/secim-mevzuatinda-yapilan-degisiklikler-anayasaya-aykiridir/ [5] 6 Nisan 2022 tarihli ve 31801 sayılı Resmi Gazete. [6] “Emre Kongar’dan İmamoğlu Lincine Tepki: Bizi Buna Alet Edemezsiniz”, 10 Mayıs 2022, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.youtube.com/watch?v=fnfbtjkvNYk [7] O tarihte Bilim Komisyonu olarak adlandırılan Prof. Ergun Özbudun başkanlığında Prof. Levent Köker, Prof. Yavuz Atar, Prof. Fazıl Hüsnü Erdem, Prof. Zühtü Arslan ve Doç. Serap Yazıcı’nın hazırladığı anayasa taslağının tam metni için bakınız Legal Hukuk Dergisi, Ekim 2007, Yıl: 5, Sayı: 58, s. 3177-3272. Hazırladığımız anayasa taslağına yöneltilen ve meslekî itibarımızı yok etmeyi hedefleyen mesnetsiz eleştiriler karşısında Türkiye’de çeşitli kurumların evvelce hazırladıkları anayasa taslaklarıyla kendi çalışmamızı karşılaştıran bir eseri kaleme aldım. İlgi duyanlar bu karşılaştırmalı analizleri “Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye: Seçkincilikten Toplum Sözleşmesine” (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009) başlıklı kitabımdan takip edebilirler. [8] Başvuru no: 5493/72, K.T. : 07.12.1976, Handyside v. UK, Çeviri: Osman Doğru. [9] “Başbakandan Türban Çıkışı”, Hürriyet Gazetesi, 14 Ocak 2008, erişim tarihi: 14 Mayıs 2022, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/basbakandan-turban-cikisi-8024104