Almanya'da yaklaşan seçimler ve aşırı sağ
AfD NE İSTİYOR?
Yukarıda bahsettiğimiz Dresden Kongresi’nde, Alman neofaşistler Almanya’nın, Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılması meselesi üzerinde yoğun tartışmalar yürüttü. Avrupa’da faaliyet gösteren tüm neofaşist partilerin temel hedefinin AB’yi dağıtmak olduğunu düşünürsek bu duruma pek de şaşırmamak gerekiyor. Tartışmaların ardından programda, “Almanya’nın AB’den çıkmasını, birliğin dağıtılmasını, yeni bir Avrupa ekonomik ve çıkar grubunun kurulmasını gerekli görüyoruz” ifadesi yer aldı.
AfD yetkililerinin, kongrede yaptıkları açıklamada, “Almanya’nın artık kendi ulusuna dönme vakti geldi. AB benzeri çok uluslu bir ağdan daha kolay kontrol edilebilir, organize olmuş ve güvenli bir alana dönüş yapmak gerekiyor” ifadeleri niyetlerini ortaya koyması bakımından önemli. Daha kapalı bir yapıdan yani içeride kontrolün tam anlamıyla kendilerinde olacağı bir faşizm uygulamasından bahsediyorlar.
ALMAN KİMLİĞİ VE MÜLTECİ MESELESİ
Mülteci meselesi neofaşist partinin olmazsa olmazı. AfD, 2015 yılında Suriye’den yaşanan göç dalgasından politik açıdan maksimum düzeyde yararlanmayı başardı. Propaganda faaliyetleri sırasında kullandıkları “Almanya Müslümanlar tarafından işgal ediliyor” imalı söylemlerin özellikle küçük burjuva ve emekçi kesimler üzerinde oldukça etkili olduğunu görüyoruz. Parti, bu yoldan yürüyerek 2017’de yapılan genel seçimlerde Federal Parlamento’ya girmeyi başardı hatta Hristiyan Birlik ve sosyal demokratlar tarafından kurulan koalisyonun ardından ana muhalefet partisi koltuğuna oturdu.
AfD’nin seçim programının oya en fazla tahvil edilecek bölümü olan mülteci politikasının can alıcı noktası ise AB’ye üye ülkeler arasında devam eden kontrolsüz sınır geçişlerinin durdurulması talebi. AfD, sıkı sınır kontrollerine dönülmesini istiyor. Bunu da 2015’te yaşanan göç dalgasını örnek göstererek savunuyor. Ayrıca, şu anda sadece oturma izniyle ülkede yaşayan sığınmacılara ilişkin bir sınır dışı uygulaması başlamasını istiyorlar. Parti, mültecilerin aile birleşimi yoluyla akrabalarını ülkeye getirmesine de çok sert bir şekilde muhalefet ediyor ve iktidara gelir gelmez mülteciler için aile birleşimi uygulamasını hızlıca sonlandıracağını taahhüt ediyor.
Seçim programında, bunun yanı sıra uluslararası geçerliliği olan bir belgeyle uyruğunu kanıtlayamayanlara sığınma başvurusu hakkı tanınmaması gerektiği vurgulanıyor. Siyaset uzmanları, bu modelin bir süredir giderek daha fazla aşırı sağ politikalara yaslanan Japonya tarafından uygulandığına dikkati çekerek, partinin bu modeli “Alman kimliğinin korunması için gerekli olduğu” görüşünden hareketle savunduğunu ifade ediyor.
KORONAVİRÜSTEN OY DEVŞİRMEK…
Koronavirüs salgını başladığında ortalıktan kaybolan parti yöneticileri ve üyeleri, oyların anketlerde neredeyse barajın altında kaldığını görünce, saklandıkları deliklerden adeta fırlar gibi çıktılar. Nerede gördük bunları? AfD’liler, Neonazilerin organize ettiği, hükümet tarafından uygulamaya konulan koronavirüs önemlerini prostesto mitinglerinde boy göstermeye başladılar. Neonaziler, aşı karşıtları, test karşıtları vb. gruplarla birlikte hükümeti meydanlarda protesto etmeye başladılar. Bu gruplara entegre olarak protestocuları partilerine yönlendirmeye çalıştılar.
Bununla birlikte Querdenker adlı koronavirüs inkarcısı grupları da koordine etmeye çalışan parti, bu mecrada aradığını bulamadı. Partinin federal ve eyaletler düzeyinde yaşadığı oy kaybı durdurulamadı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi partinin oy oranı anketlerde zaman zaman yüzde 7’ye kadar düştü.
Aslına bakarsanız AfD’nin Avrupalı tüm neofaşist partilerde olduğu gibi hiçbir reel politikası bulunmuyor. Sosyal medya üzerinden insanların korkularını ve kaygılarını köpürterek politikaya tutunmaya çalışıyorlar. Örneğin, bir süre önce İtalya’nın şampiyonluğuyla sonuçlanan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda mücadele eden Alman milli takımına ilişkin olarak bir AfD milletvekilinin attığı tweet çok konuşuldu. Bu milletvekilinin, “Alman milli takımında yabancılar olmak zorunda mı” şeklindeki tweetine sol kanattan bazı milletvekilleri, “Alman Parlamentosu’nda faşistler olmak zorunda mı” şeklinde yanıt verdi. Böylesine yağmacı ve ahlâksız bir politik tarz sergiliyorlar. Bu şekilde Almanya’da belli bir nezakete sahip politik dili de zehirleyip, kaliteyi düşürüyorlar.
Ülkeyi dış dünyaya kapatmak dışında somut herhangi bir önerileri bulunmayan neofaşistlerin, şu ana kadar yapılan anketlerin ortalaması alınırsa yüzde 10 civarında bir oy ve 60 ile 70 arasında bir milletvekili sayısı ile yeniden Bundestag’ta yer alacağını söyleyebiliriz. Parlamentonun en sağındaki koltuklarda oturan neofaşistler için bu arzu ettikleri bir sonuç olmayabilir elbette ancak hazırlayacakları buram buram ırkçılık, faşizm kokan kanun teklifleri ve önergelerle elbette can sıkacaklarını söylemek yanlış olmaz. Meşhur sözdür, “Sinek küçüktür ama mide bulandırır”.