Son yıllarda binlerce akademisyenin, doktorun ya da mühendisin ve daha başka birçok entelektüelin yurt dışına çıktığını biliyoruz. Bu gençlerin, kıymetlerini bilecek, onlara "giderlerse gitsinler" diyerek kalplerini kırmayacak, emeklerine saygı gösterecek ve hak ettikleri yaşamı sürebilecekleri ülkeyi yaratabilecek yeni bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. 15 Mayıs'ta bu anlayışa kavuşabilmek dileğiyle...SEMPATİ KOKAN HAREKETLER İtalyan Tarihçi ve Gazeteci Enzo Traverso, Avrupa faşizminin antisemitizm konusunda geliştirdiği yeni tutumu, "geleneksel faşist matriste hatrı sayılır değişim" olarak değerlendiriyor. Traverso, "post-faşizm" kavramını ideolojinin süregiden dönüşümüne vurgu yapmak amacıyla kullandığını belirterek, "Ancak ne olursa olsun yeni faşistlerin, geleneksel faşist matrisle olan göbek bağları yerinde duruyor" diyor. Konu bu kadar net. Bu göbek bağının en canlı parçalarından biri antisemitizm. Yeni faşizmde yeni olan durum, amacın hasıl olması ekseninde konjonktürel değişimlere açık olması. Aşırı sağcılar bugün artık evrimsel hümanizmin dayatmacı üstün ırk saplantısını geride bıraktıklarını özenle vurguluyorlar ancak onun yerine "üstün kültür" ögesini yerleştirdiklerini de sakınmadan dile getiriyorlar. Yani "yabancılar ırkın saflığını bozuyor"dan, "yabancılar kültürün saflığını bozuyor"a uzayan bir değişim haritası. Meselenin kültür falan olmadığını herkes biliyor aslında. Bu "yabancı kültür" önermesi asıl vurguyu gizlemek için kullanılan bir perde o kadar. Bunların yanı sıra Avrupa'daki Yahudi kuruluşları da neofaşistlerin sempati kokan hamlelerini kuşkuyla karşılıyor. Bununla birlikte, ülkenin dört bir yanından Alman neonazilerin, en az 1930'lu yılların Nazileri kadar azgın olduklarını gösteren veriler yağıyor. Örneğin, Neumünster adlı kentte "Heimat" adı altında faaliyet gösteren lokal bir neonazi partisi var. Bu parti, kentteki belediye meclisi seçimlerine katılıyor. En önemli iki vaadi ise göçmen çoçuklarının Alman çocuklarından dışlanarak ayrı sınıflarda eğitim almaları ve konut kiralanması sırasında her koşulda önceliğin Almanlara verilmesi. İkinci vaadlerini Alman emlakçılar zaten sezdirmeden, tatlı tatlı uyguluyorlar. Ülkede göçmenlerin konut bulması giderek zorlaşıyor. Birinci vaat yani göçmen çocukları için ayrı sınıf meselesi ise direkt soy-sop ırkçılığı yani kafatasçılık. İlginç olan, devletin bu durumdan rahatsızlık duyduğuna ilişkin herhangi bir belirti göstermemesi. Oysa ki yıllar içerisinde yaşananlar gösteriyor ki görmezden gelmek neonazilerin çoğalmasına ve çeşitlenlenmesine neden oldu. Özetle, neonaziler hangi ideolojik gömleği giyerlerse giysinler, hangi maskeyi takarlarsa taksınlar, rönesans ve reform sonrası oluşan modern batı uygarlığı tarihinde büyük bir kırılma olan "Yahudi Soykırımı" altında yer alan ıslak imzaları asla silinmeyecek. Bu arada, geçtiğimiz hafta sonu, belki de birçoğunuzun takip ettiği, Almanya ve çevre ülkelerdeki günlük yaşama ilişkin pratik bilgilerin paylaşıldığı, "Seyahat Hikayeleri" adlı sosyal medya hesabının sahipleri olan Bahar ve Serkan Beyde'nin ev sahipliğinde Düsseldorf'ta düzenlenen, Türkiye'den eğitim ya da çalışmak için Almanya'da bulunanların geldiği bir etkinliğe eşimle birlikte katıldık. "Almanya" dedik ama toplantıya Belçika'dan katılanlar bile vardı. Etkinlikte, bizler yani yeni nesil göçmenler tanıştık, dertleştik, uzun uzun sohbet ettik. Kimisi yazılım mühendisi, kimisi makine mühendisi, kimisi öğretmen pırıl pırıl genç arkadaşlarla konuşma imkânımız oldu. Son yıllarda binlerce akademisyenin, doktorun ya da mühendisin ve daha başka birçok entelektüelin yurt dışına çıktığını biliyoruz. Bu gençlerin, kıymetlerini bilecek, onlara "giderlerse gitsinler" diyerek kalplerini kırmayacak, emeklerine saygı gösterecek ve hak ettikleri yaşamı sürebilecekleri ülkeyi yaratabilecek yeni bir yönetim anlayışına ihtiyacımız var. 15 Mayıs'ta bu anlayışa kavuşabilmek dileğiyle...
Almanya'da antisemitizm ihalesi göçmenlerde kaldı
Son dönemde Almanya’daki antisemitizm ihalesi göçmenler üzerine bırakılmaya çalışsa da gerçek şu; neonaziler hangi ideolojik gömleği giyerlerse giysinler, hangi maskeyi takarlarsa taksınlar, rönesans ve reform sonrası oluşan modern batı uygarlığı tarihinde büyük bir kırılma olan "Yahudi Soykırımı" altında yer alan ıslak imzaları asla silinmeyecek.
Almanya'da gündem yeniden antisemitizm... 8 Nisan'da Berlin'de düzenlenen İsrail karşıtı gösteride atılan Yahudi aleyhtarı sloganların üzerine atlayan Alman faşistler, "Bakın, gördünüz mü asıl antisemit kimmiş? Biz aslında Yahudileri seviyoruz" temalı tiyatroyu yine ve ivedilikle sahneye koydular ama mesela "Neden hâlâ Yahudiler kendilerini Alman toplumu içerisinde güvende hissetmiyor" ya da "neden Yahudiler hâlâ ibadethanelerinde demir kapıların ardında bir araya geliyor" diye sorulduğunda verecek doğru düzgün bir yanıtları olmadığını biliyoruz. Hele 4 yıl önce Halle kentinde bir neonazinin otomatik tüfekle sinagogu basarak ortalığı kan gölüne çevirmesinin dumanı tüterken...
Bu gelişmelerin ışığında, Avrupa'da son yıllarda yaşanan siyasi gelişmeler neonazileri, varlıklarını sürdürebilmeleri için elzem olan "öteki" kadrajına kimi oturtacağı konusunda hızlıca bir seçime doğru sürüklüyor. Geleneksel "öteki" Yahudiler ile yeni trend "öteki" Müslümanlar bu seçimin merkezinde bulunan iki önemli aktör. Avrupalı faşistler, içerisinde bulundukları aşırı sağ seksiyonun post-faşizm evresinde süregiden yolculuğun neredeyse filosemitizm üst noktasına varmak üzere olmasından eminim büyük rahatsızlık duyuyorlardır.
Berlin'deki gösterinden sonra aniden ve birbiri ardına piyasaya çıkan analistler, "antisemit tutumların, Türkiye ve Arap ülkelerinden gelen göçmenler arasında, 'göç geçmişi olmayan' Almanlara göre daha yaygın" olduğunu iddia etmeye başladılar. Almanya için Alternatif (AfD) adlı neonazi partisinin ulusal parlamentoda onlarca koltuğa sahip olması, güncel anketlerde ise bir önceki seçime göre oylarını 7 puan kadar artırıyor görünmesi hiç mevzubahis değil bu analistler için. Almanların, neonazilerin katliamlarına ilişkin olarak zaman içerisinde geliştirdikleri en kullanışlı savunma mekanizmalarından biri, bilindiği üzere neonaziler hiç yokmuş gibi yaşamaya devam etmeleri bana göre.
Berlin Teknik Üniversitesi'ndeki Anti-Semitizm Araştırma Merkezi'nden Sina Arnold da Müslüman göçmenlerin, Almanlara göre daha antisemitik olduklarını iddia eden analistlerden biri. Arnold, son 10 yılda yapılan çalışmaların ışığında, "metodolojideki farklılıklara rağmen bazı ülkelerden gelen göçmenlerin ve özellikle Müslümanların, göç geçmişi olmayan Almanlara göre antisemitik önyargılara atıfta bulunma olasılıklarının daha yüksek olduğunu" savunuyor. Arnold, Alman Entegrasyon ve Göç Uzmanları Konseyi tarafından 2022 yılında yapılan bir araştırmanın, ülkede göç geçmişi olmayan kişilerin sadece yüzde 11,3'ünün Yahudi karşıtı klişelere katıldığını ancak Müslüman ve göç geçmişine sahip kişilerin ise yüzde 50,2'sinin antisemitik görüşlere katıldığını ortaya koyduğunu belirtti. Arnold, "İslam'a bağlılığın Yahudilere karşı tutumlarda önemli bir belirleyici faktör olduğunu" da öne sürüyor.
1930'lu yılların geleneksel faşizminden en azından biyolojik ırkçılık boyutuyla kopmuş görüntüsü vermeye çalışan post-faşistlerin, yeni faşist algıyı Fransız Sosyolog ve Filozof Pierre-André Taguieff’in "farklılıkçı ırkçılık" yaklaşımına atıfla "kültürel ırkçılık" formatına dönüştürmüş durumda oldukları görülüyor. Her durumda bugünün faşistleri, ardılı oldukları faşist tarihten gelen genlerini tamamen eritmeden, kısmen transformasyona uğratarak korumaya devam ediyorlar. Bu görüntü, yabancı bedenlerde varlığını sürdürmeye çalışan organizmaları anımsatıyor. Esasında, aşırı sağ fraksiyon taraftarlarının bir gecede antisemitik kökenlerinden sıyrıldıklarına inanmak saflık olur değil mi? Şöyle ki ellerinde İslamofobi gibi yeni ve tüketime hazır bir kaynak varken sanırım şu aralar pek de kullanışlı bulmadıkları antisemitizm ile uğraşmak istemiyorlar. Bu bağlamda iş öyle noktalara varabiliyor ki Alman parlamentosunda konuşma yapan neonazi parti AfD'nin bir milletvekili, "antisemitizmin, Müslüman göçmenlerden kaynaklanan bir sorun olduğunu" iddia edebiliyor. Bu bağlamda, Arnold tarzı analistler, neonazilerin bu türden söylemlerini destekleyici bir tutum sergiliyorlar maalesef.