Ali Rıza Güngen yazdı | Türkiye'de borçlanma limiti neden değiştiriliyor?

Abone Ol
Bu noktaya nasıl gelindi? 2016’da ekonomiyi canlandırmak için başlatılan şirket kurtarma operasyonlarının eşlikçisi kamu harcamalarının artışı oldu. Darbe girişiminden sonra gerçekleşen çok sayıdaki düzenleme içinde vergi ertelemeleri ve indirimleri de önemli bir yer tuttu. Maliye Bakanı Naci Ağbal bu son kalemdeki düzenlemelere – vergilerde yapılan indirimler, Eylül ayı sonuna kadar mobilya ve konut satışında KDV’nin yüzde 8’e indirilmesi, yine Eylül ayına kadar beyaz eşyada ÖTV’nin sıfırlanması vb. – atıfta bulunarak, düzenlemelerin bütçeye getireceği toplam yükün 2017 için 11,9 milyar lira olarak hesaplandığını belirtti. Söz konusu yük sene başında ise 1 milyar lira olarak hesaplanmaktaydı. Çünkü indirim süresi ve kapsamı sınırlıydı. Ancak hem referandum sürecindeki harcamalar hem de vergi indirimlerinin süre ve kapsamının artışı bütçeye binen yükü arttırdı. Bunun doğrudan Hazine nakit gerçekleşmelerine yansıması oldu. Aşağıdaki tablo değişimi özetliyor. Verilere göre Hazine’nin faiz dışındaki giderleri (ve bu nedenle toplam giderler kalemi) bir önceki yılın aynı dönemine göre 2017’nin ilk altı ayında 50 milyar lira kadar arttı. Sonuç Hazine’nin nakit açığının fırlaması ve ilk altı ayda bir önceki yılın aynı dönemindekinin 2,5 katı borçlanılmasıdır. Türkiye’nin borçlanma limiti 2017 yılı bütçesine göre 47,5 milyar TL’dır. Dolayısıyla bu rakam büyük ihtimalle Temmuz sonunda geçilecektir. Yukarıda değinilen kanun değişikliği (ya da OHAL düzeni nedeniyle bir kararname) ise son derece ilginç yansımaları bulunan bir değişiklik olacaktır. İstenmeyen Sorular ve Kifayetsizlik Sürekli harcama kesintisi dayatan mali kural tartışmalarının bu kısa yazıda incelemek mümkün değil. Türkiye’de borçlanma limitinin nasıl bir politik-ekonomik düzlemde hangi toplumsal sınıfların işine yaradığının ayrıntısına girmeden şimdiki limit sorununun akla getirdiği istenmeyen soruları hatırlatalım. Bir istibdat rejimindeyiz. Buna katılmayanlar ya da sorunun formülasyonunu benimsemeyenler olsa da akıllardaki soru şu şekilde formüle edilebilir: Tek adamın istekleri doğrultusunda siyasal ve iktisadi gündemi biçimlendirmek sonunda maliyetli krizlere neden olur mu? Bizim ele aldığımız borç limiti sorunu bağlamında tekrar ifade edecek olursak, ekonomide reisçilik ve kamu maliyesinde steril neoliberalizm bir arada yürüyebilir mi? (Bu sorunun kendisinin yetersizliği başka bir yazının konusu) Sadece, hiç arzu edilmeyecek bir bağlamda soruyu tekrar tekrar akıllara getirmesinden kaynaklanmıyor, borç limiti düzenlemesinin ilginçliği. Aynı zamanda Ekonomi Koordinasyonundan Sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın borç limitinin geçileceğini kamu önünde kabul ettiği gün (26 Temmuz) 2017 Kamu Borç Yönetimi Raporu’nun Şimşek’in önsözüyle ve “kamu maliyesinde sıkı duruş”un korunduğu vurgusuyla yayımlanmış olması da kifayetsizliğin bu kadarı dedirtiyor. Kısaca, üstü örtülmek istenen bir soru şudur: Borçlanma limitinin değiştirildiği yılda bazı resmi raporlarda yapılan sıkı duruş ve mali disiplin vurgusu iktidar içi bir uyarı mıdır, yoksa basit bir pazarlama yöntemi midir? Son bir nokta daha: Ekonomiyi canlandırma amaçlı düzenlemeler-indirimler-ertelemelerin 2018 yılında bütçeye getireceği ek yükün 7,4 milyar TL olması bekleniyor. Ama bizzat bu rakamı açıklayan Maliye Bakanı Naci Ağbal, bundan 6 ay önce ekonomik canlanma tedbirlerinin bütçeye yükünün son derece sınırlı olacağını ilan etmişti. Dolayısıyla başka bir soru da şudur: Küresel ekonomideki zayıf toparlanma ve sermaye akımlarının seyrinde değişim olmadığı süreçte kamu harcamaları ve ek önlemler aracılığıyla ekonomik büyümeyi kamçılama politikası ne kadar sürdürülebilir? Şimşek ve Ağbal, başlarındaki zatın hesaplarının gereği olarak kamu maliyesindeki hesapların tutmayışını çok acemi bir şekilde örtmeye çalışıyorlar. Kifayetsizliklerinin kriz hazırlacıyıcılarına değil mizah malzemesine dönüşmesi temennimizdir.