Ali Rıza Güngen yazdı | Ekonomik çöküntü ve hazırlık
VERİLERİ HATIRLAMAK
Kur artışı karşısında Türkiye’nin oturduğu düşük büyüme platosundan ayrılmasının zorlaştığını, bunun işsizlik rakamlarındaki artışı ivmelendireceğini söylemek mümkün. Özellikle geliri lira, borcu dolar üzerinden olan firmaların üzerindeki yük büyük oranda artmıştır. Üstelik Kasım başında yayımlanan verilere göre Ağustos 2016 itibarıyla reel sektörün döviz açık pozisyonu 210 milyar doları geçmiştir. Bu rakamın son aylarda daha da arttığını ve kur artışının dikkate alınması gereken sayıda iflasa yol açacağını söylemek abartı olmayacaktır.
Dolayısıyla sonbaharda daha açık bir şekilde görülen ve bütçe dengelerine yansıyan kamunun desteğinden iç talebin canlandırılmasına yönelik borç yapılandırması düzenlemelerine kadar çeşitli önlemler ilk etapta yaşanacak çöküntüyü önleyemeyebilir. Bu koşullar altında daha da yükselecek işsizlik oranındaki seyir, görünümü tamamlamaktadır. Ağustos 2016 itibarıyla dar tanımlı işsizlik yüzde 11,3’e yükselmiştir. Kadın ve genç işsizliği sorunu ağırlaşarak devam etmektedir. DİSK-AR tarafından yayımlanan, Ağustos ayı verileri üzerinden yıl bazında gidişatı gösteren aşağıdaki tablo tarım dışı işsizliğin daha hızlı arttığını işaret etmektedir.
Bu veriler ve kurdaki artış nedeniyle başbakan tarafından 4 Ekim’de açıklanan orta vadeli program hedefleri (2017 yılında yüzde 4,4 büyüme ve yüzde 6,5 enflasyon oranı) deyim yerindeyse mürekkep kurumadan geçersiz hale gelmiştir.
EKONOMİ POLİTİKASININ ÇARPIKLIKLARI
Türkiye’de neoliberal dönem boyunca uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olarak ihracatın ithalat bağımlılığı son derece yüksektir. Üretim sürecinin mevcut örgütlenmesi ve firma bağlantıları kur artışının ihracat avantajına çevrilmesine izin vermemektedir. Daha önemlisi faiz oranlarının yüksekliği ve istikrarsızlık karşısında iç tüketimin kamçılanması tercihinin beklenen sonuçları üretmeme olasılığı bu koşullar altında yükselmektedir. 2016 için hedeflenen büyüme rakamının tutturulamayacağı neredeyse kesinleşmiştir.
Ekonomide durgunluk ihtimalinin belirmesi piyasaya bel bağlayan ve fiyatları piyasaya bırakan bir anlayışın mevcutta devam eden sorgulanmasını arttırmaktadır. Örneğin kamunun mevduatlarına faiz sınırı getirilmesi planı ile bankaların kredi maliyetlerinde azalma hedeflenmekte, OHAL koşullarında kredi faizlerinin düşürülmesi için devam eden baskı ile sorunların ertelenmesi uğraşı devam etmektedir. Ancak bu girişimler palyatif nitelik taşımaktadır. Tekrarlamak gerekirse, geçici önlemlerle alınan mesafenin önemsizliği aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerden çıkışın belirlediği kur artışında Türkiye’nin benzer kategorideki ülkelerden daha fazla kayıp yaşaması ile görünür hale gelmektedir.
Bu arka plan karşısında ekonomi politikasında neoliberal ve yeni kurumsalcı bir çizginin belirlediği söylem ile kriz karşıtı ve geçici olmakla birlikte kalkınmacı sıfatıyla paketlenip sunulacak çeşitli müdahaleci uygulamalar arasındaki gerilim daha da artacaktır. Gerilimi Mehmet Şimşek’in ve AKP’li ekonomi bürokratlarının savunduğu bir tür yatırımcı demokrasisiyle değil çalışan sınıflar yararına aşmak alternatif ekonomi politikası tartışmasını derinleştirmekten geçmektedir.