Ali Haydar Fırat yazdı | Çöküş…

Abone Ol
Sağ siyasetler homojenleştirici, tek tipleştirici siyasetleri dayatarak, var olan sorunları ve o sorunların öznelerini varlıksal bir tehdit olarak yorumlayarak şiddetle üzerine gitti. Bunun son versiyonunu AKP sahneye koymaktadır. Bugünün Türkiye’si üzerine çok farklı değerlendirmeler ve çözümlemeler yapılmaktadır. Ancak belli dönemleri bazen tek bir sözcükle ifade etmek daha doğru bir tanımlama ve oradan hareketle sağlıklı bir hareket tarzı kazandırabilir. Bu çerçevede Türkiye bir “çöküş” sürecindedir. Yani yaşadığımız dönemi anlatan en iyi kavram ya da tanım ÇÖKÜŞ’tür… Devlet yapısıyla, siyasetiyle, kurumlarıyla, teamülleriyle; ekonomik, toplumsal, ideolojik ve kültürel süreçleriyle ağır bir çöküşü deneyimliyoruz. Elbette ki bunun temel sebeplerinden biri Tayyip Erdoğan’dır. Ancak salt ona indirgemek de tarihi doğru bir biçimde anlamamızı ve yorumlamamızı engeller. Bu ülkenin tarihsel sorunları hep var olageldi. Siyaset kurumu tarihinin hiçbir döneminde bu sorunları çözecek iradeyi ortaya koyamadı. Daha doğrusu bu ülkenin tarihsel sorunları etnik, mezhepsel ve diğer yandan sınıfsal bir karakter taşıyordu. Sağ siyasetler homojenleştirici, tek tipleştirici siyasetleri dayatarak, var olan sorunları ve o sorunların öznelerini varlıksal bir tehdit olarak yorumlayarak şiddetle üzerine gitti. Bunun son versiyonunu AKP sahneye koymaktadır. AKP’nin belirleyiciliği ya da farklılığı bütün bu sorunları özneleriyle birlikte bir tür yok oluşa sürüklemekten ileri gelmektedir. Bir tür toplu imha süreci ile karşı karşıyayız. Toplu gözaltılar, toplu kapatmalar, toplu işten atmalar… Türkiye tarihinde ağır baskı dönemleri, darbeler, sıkıyönetimler, olağanüstü haller hep oldu. AKP bütün bu süreçleri birleştirip bir zorba yönetimi kurumsallaştırma çabasına girdi. Montesquieu 18. yüzyılda Zorba Yönetimi şöyle tanımlıyor: “Zorba yönetim tek kişinin keyfince toplumu yönetmesidir. Zorba yönetimde siyasal erdeme gerek yoktur şan ve şeref ise tehlikelidir, zorbalığın ilkesi “Korku”dur. Şan ve şeref duygusu zorba yönetime başkaldırmaya neden olabilir, onun için cesareti kıran hırsları söndüren korku gereklidir.” Bugün yaşadığımız çöküş süreci korkuyla kamufle edilmek istenmektedir. AKP’nin 7 Haziran öncesinde ve 7 Haziran’da çıkardığı ders şu oldu; demokratik ortam AKP’nin işine yaramıyor. Çünkü o zaman normal siyasal tercihler devreye giriyor ve AKP iktidarı kaybediyor. Bu nedenle 7 Haziran’dan bugüne dozu giderek artan ve artacak bir yöntem devreye sokuldu. Ancak bütün bu yaşananlar ve yaşanacaklar, korkunun bütün kesimlere dayatılması bir sonuç üretmeyecektir. Çünkü yaşanılan çöküş süreci AKP’nin engellemeyeceği ve çözemeyeceği denli büyük ve kapsamlıdır. Bir taraftan neoliberalizmin, küreselleşmenin çöküşü, diğer yandan dış politikadaki iflas, içeride çok ciddi bir ekonomik krizin belirginleşmesi, insanların cumhuriyet, demokrasi ve laiklik konusunda artan endişe ve hassasiyetleri çok daha başka bir tür siyaseti, talebi gündeme getirmektedir. Bugün artık mesele AKP’nin alacağı oy değildir. Çünkü sadece oy alarak bir ülke ve toplumu yönetemezsiniz. AKP var olan bütün meşruiyetini yitirmiş, siyasi bir hareketten tek kişinin ikbaline kilitlenmiş bir yapıya dönüştürülmüştür. Bunun için ömrü Tayyip Erdoğan’ın siyasi ömrüyle orantılıdır. Buradan hareketle bu ülkenin görünür gündemi başkanlık olabilir; ancak asıl gündem bütün bu çöküşten nasıl çıkılacağıdır. CHP başta olmak üzere bu ülkede bütün muhalif kesimler, yapılar ve partiler buraya odaklanmalıdır. Başkanlığı değil; çöküşü ve buradan çıkışı konuşmalı, tartışmalıdır. Asıl can yakıcı olan neyse gündem odur. “İki yıldır fiili başkanlık yapan Cumhurbaşkanı bu ülkenin hangi sorununu çözmüştür” sorusunu herkes yüksek sesle sormalıdır. Başkanlık bu ülkenin hiçbir tarihsel sorununa çözüm üretmeyecektir. Tam tersine çöküşü çok daha derinleştirecektir. Bu ülkenin tarihsel sorunlarını çözemeyen sağ, muhafazakâr, milliyetçi siyasetleri deşifre etmek, ülkeyi nasıl çöküşe sürüklediklerini anlatmak bir büyük ezberi ve o ezbere kaynaklık eden sosyolojiyi dağıtacaktır. "Bu ülkenin yüzde altmışı sağ siyaseti tercih etmektedir" sözü verili bir durumu anlatır ve ahistoriktir. Solun doğasında olan verili olan kabul etmek değil, müdahale etmektir. Yüzde altmışlık sosyolojiye müdahale etmeyen, değiştirme, dönüştürme siyaseti ve araçlarını üretmeyen bir hareketin başarılı olması mümkün değildir. Aynı şekilde bu verili durumu kabul edip sağ siyaset parantezine girmek asla bir kazanç, kazanım ve iktidar seçeneği üretmeyecektir. Dolayısıyla siyaseten bir tarihsel kırılma anını yaşamaktayız. Olağan bir süreç olmadığı için de olağan bir yaklaşımla bu süreç anlaşılamaz. Yapılması gereken ÇÖKÜŞ’ü neden yaşadığımızı, solun öngörülerinin, siyasetinin tarih tarafından ne denli doğrulandığını halka anlatmaktır. Dolayısıyla bu çöküşten bu ülkeyi çıkaracak tek güç soldur… Bu anlatıldığı ve başarıldığı zaman yeni bir sosyolojik yapı ortaya çıkacaktır.