Sanki toplumda yeterince ayrılık-düşmanlık yokmuş gibi bir de “Karadenizli düşmanlığı” eklenmek isteniyor gibi... Açıkçası yaşadığımız durumu Karadenizlilerin belirli alanlarda etkin olmasına bağlamanın ergenlik olduğunu düşünüyorum.  Seçim yaklaştıkça Cumhurbaşkanı adaylıkları üzerinde yapılan tartışmalar, kulisler devam ediyor. Şahsen, Başkanlık Sistemi’nin değişmesini ve en doğru kişinin aday olmasını temenni ediyorum. Bu arada “en doğru kişi” tanımının çok da doğru bir ifade olmadığını birçok soru işareti barındırdığının farkındayım. “En doğru kişi” tanımını başka bir güne bırakayım zira bugün üzerinde durmak istediğim husus; özellikle adayların da konuşulduğu bu süreçte, gerek Alevi olsun gerekse Karadenizli olsun vatandaşlarımıza yapılan haksızlık... Öncelikle, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kapsamında Alevi kimliğinin konuşulmasını, tartışılmasını çok yakışıksız buluyorum. Seçilen kişinin, kendi inancını dayatmadığı sürece neye ve nasıl inandığının bir önemi olmadığına inanıyorum. Hatta mümkünse Cumhurbaşkanı seçilen kişinin inancının gerektiği ritüellerini kimsenin gözüne sokmadan yapmasını istiyorum. Böyle olduğu zaman ne kendisiyle aynı inanca sahip olanlar kendilerini güçlü ve üstün hisseder ne de aynı inançta olmayanlar kendilerini zayıf ve yalnız hissederler. Bunu başarabilsek insanımızın daha mutlu ve huzurlu olacağına yaşayacağına inanmakla birlikte “din” de rahat bir nefes alacaktır diye düşünüyorum. Bununla birlikte anlamlandırmakta zorlandığım bir diğer tartışma konusu da İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu nezdinde yapılan “Karadenizli” tartışması. Tartışmanın oluşmasının temelinde şöyle bir durum var; Tayyip Erdoğan’ın ve Süleyman Soylu’nun “Karadenizli olmalarını” gerekçe göstererek, Ekrem Bey’in de Karadenizli olması sebebiyle adaylığına karış çıkan bir kesim var. Ekrem Bey’in şahsına karşı çıkmak adına onun Karadenizliliğinin gerekçe gösterilmesi hiç şık bir durum değil. İnsandır, hata yapabilir. Lakin hatalarının sebebini etnik kimliğine bağlamanın mantığı nedir? Son günlerde, toplumda sanki yeteri kadar ayrılık-düşmanlık yokmuş gibi (maalesef) bir de adeta yeni bir “Karadenizli düşmanlığı” yaratılmak isteniyor gibi... Açıkçası, “Karadenizli” etnik kimliğine sahip kişilerin özellikle siyaset, müteahhitlik gibi alanlarda etkin olmasının neticesi olarak, içinde yaşadığımız siyasi ve ekonomik durumu olumsuz etkilediği sonucuna varmış olmanın ergence bir düşünce yapısı olarak görüyorum. Elbette ki her bölgenin farklı ve benzer coğrafi ve kültürel özellikleri olduğu gibi kişilerin de farklı ve benzer özellikleri var. Fakat sosyolojik açıdan normal olan bu durumu, “toplumsal zenginlik” yerine “toplumsal bir mesele” olarak yansıtmayı hiç doğru ve adil bulmuyorum. Bu konuyla ilgili olarak Atilla Taş’ın, geçtiğimiz haftalarda twitter üzerinden Karadenizlilerle ilgili yakışık olmayan sözlerini ve “Karadenizlilerden bıktık!” isyanını hatırlarsınız. Gelen tepkiler üzerine geri adım atarak “Kızımı Karadenize’e gelin verdim.” açıklamasını da samimi bulmadığımı belirtmek istiyorum. Artık millet olarak yaşadığımız sorunlara karşılık olarak sığındığımız arkadaş, komşu vs. kalkanını bırakmamız gerekiyor. Çünkü yıllardır aynı terane.. Ağzına her geleni söyleyip “Ama benim arkadaşım…..” savunmasından gına geldi.