Akşener’in seçimi

Abone Ol
Muhalefetin seçime kadar önde ve yan yana kalabilmesi meselesi, aşması gereken en büyük engeldir. Seçime kadar şahsi egolarını bir kenara koyarlarsa; kendi egoları için en doğrusunu yapmış olacaklar. Birbirlerine karşı dönmüş muhaliflerin başarı şansları yok. 24 Eylül akşamı İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in yaptığı "Ben aday değilim. Kendi adıma bunu konuşabilirim. Ben cumhurbaşkanı adayı değilim, net bir şekilde. Bunu daha önce söyledim, şimdi daha net söyleyeyim, daha evvel söyledim anlaşılamadı bir türlü. Ben aday değilim, kendi adıma bunu net bir şekilde söylüyorum, kendi adıma söylenen bir söz bu. Kim aday olacak kısmında seçilecek, kazanacak bir adayla ve cumhurbaşkanlığını devam ettirecek bir adayla gideceğiz. Ben aday değilim, ben başbakanlığa adayım."[1][2] açıklamasından sonra tabiri caizse ortalık karıştı. Akşener’in fedakârlığını öven çok sayıda değerlendirmenin yanında, Akşener’e ve kararına şüpheyle de yaklaşan büyük kısmı iktidar cenahından gelen, bir kısmı sol çevrelerden gelen değerlendirmelerle karşılaştık.[3] Akşener’in açıklamalarının farklı boyutlarda okumaları olabileceği gibi farklı dinamikleri de harekete geçirme ihtimali olabilir. OYUN KURUCU AKŞENER Son dönemlerde Cumhur İttifakı oy oranlarında iyimser anketlerde bile yadsınamayacak noktaya gelmiş düşüşün etkisiyle muhalif çevreler seçim sonrasını daha fazla konuşmaya başladılar. Bu tartışmalar her ne kadar ilkelere, geçiş sürecine yer yer kaysa da Cumhurbaşkanı adaylığı konusu meselenin doğal odağı. Geçmiş deneyimlerin ışığında Millet İttifakı için en doğru tercihin seçimlere tek Cumhurbaşkanı adayı ile girmek olduğu görülüyor. Muhalif parti adaylarının birbirleriyle yarışması önceki seçimde Erdoğan’a bir hareket alanı açtı. Ayrıca muhtemel bir ikinci tur öncesinde geçecek 15 gün de riskler barındırıyor. Bu tartışmalarda uzunca bir süredir Kemal Kılıçdaroğlu’na geçmişte iki defa Cumhurbaşkanı adaylığından uzak durması üzerinden yapılan, parti genel başkanıyken Cumhurbaşkanı adayı olmamasından doğan baskının bir benzeri de adaylığını dayatması ihtimali üzerinden Akşener üzerinde oluşabilecekti. Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını uzun süredir masada tutmasının tersini Akşener yaparak bir ölçüde kendisini ve muhalif bloku rahatlattı. Ki Akşener’in kendi siyasi kariyeri açısından da bugün CHP’ye rağmen aday olmak Cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci ve erken yenilgi riskini barındırıyor. CHP’nin adayıyla birlikte ilk kez Erdoğan’ın karşısına çıkan Akşener’in üçüncülüğü aşması yine mümkün gözükmüyor. Bu açıdan Akşener aslında kendi adaylığını fiilen dayatamayacağı bir muhalefet dengesiyle karşı karşıya olduğunu itiraf etti denebilir. Bu açıdan bakılırsa; Meral Akşener, açıklamalarıyla, zahiri olarak fedakârlık yapsa da kendisini muhalif blok açısından; oyun kurucu, kural koyucu pozisyona çıkartmış oldu. Akşener tek taraflı olarak kendi adaylığını ilan etmesinin kendisi için menfi etkisini hesaplayıp kendisini ortak adaylık ya da aday belirleyicilik noktasında konumladı. TUTKAL OLARAK PARLAMENTER SİSTEM Mevcut ekonomik şartlar, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’inin siyasi angajmanları ve anketlerdeki oy oranlarına bakılacak olursa. Cumhur İttifakı için verili durumda seçimlere kadar oy artışı ihtimali yok. Yine tam da bu nedenlerden dolayı, Millet İttifakı ve muhalif blok için seçimlere dair asıl mesele; seçimlerin demokratik olarak yapılması ve seçimlere Millet İttifakı’nın birlikte katılabilmesidir. Muhalefetin sistem ve yol haritası tartışması önemlidir. Ancak bu tartışmalardan çıkan neticelerle geleceğin tarihinin yazılacağını sanmam da naiflik olur. Geleceğe dair kim ne plan yaparsa yapsın, tüm iyi niyetlere rağmen zamanın getireceği engeller ve etkiler karşısında bu planların kalıcı olması da beklenmemelidir. Zaman içerisinde muhalefet tüm planlara rağmen değil, bu planlarla birlikte dinamik reaksiyonlar vermek zorunda kalacaktır. Bütün bu tartışmalar bugün muhalefeti birlikte tuttukları kadarıyla değerlidirler. Akşener ve Kılıçdaroğlu’ndaki bir arada durma iradesi, muhalefetin tüm unsurlarında farklılıklar olsa da Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na muhalif olma inadının canlı tutulması ve bu iradenin sürdürülmesi muhalefetin önündeki asıl meseledir. Muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem tartışmasını bir yönetim tercihinden ziyade seçim sonrasında muhalefetin birlikte konumlanma iradesinin bir nişanesi olarak görebiliriz. Hem Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacak hem de Cumhurbaşkanlığının yetkilerini kullanırken kendisini sınırlamayı kabul edecek ve bu süreçte de parlamenter sisteme geçişi organize edecek bir Cumhurbaşkanı adayı tarif etti Akşener. Tüm tarifler gibi fazlasıyla pürüzsüz. Akşener’in tarifine itiraz etmek de kolay değil. Ancak; bilmeliyiz ki “Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı da kusurlu bir fani olacak. Gelecek seçimde mehdi seçmeyeceğiz. Mehdi seçmeye çalışacak bir muhalefet ise kazanacağı seçimi de kaybedecektir.”[4]. Tüm bu aday, sistem ve dönüşüm tartışmalarının; Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesindeki muhataplık meselesini gündeme getirip meclisi işaret etmesinin ardından başlayan İmralı, Kandil, meclis eksenli usül münazaralarını izlemiş olmasını da tesadüf görmemeliyiz. Bu tartışmalar ve münazaralar ile iktidarın, medya ve en çok da kendi destekçileri tarafından sıkıştırılmasını beklediği muhalefetin toplumda yükselen muhalif dalgaya paralel olarak kendi içinde senkronize hareket etmesidir bugün için önemli olan. Son 15 günün sonunda muhalifler birbirlerini hedef alma hatasına düşmemeyi başardılar. İDEALİ İSTEMEK, MAKULÜ BEKLEMEK Önümüzdeki seçimler Türkiye’deki en önemli sorunlardan bir tanesini Erdoğan ve etrafında kurulmuş otoriter kliğin yarattığı anti-demokratikleşmeyi aşmamızı sağlayabilir. Ancak Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümünü bir tek seçimin sırtına yüklemek gerçekçi olmaz. Türkiye’de seçimle gerçekleşecek bir iktidar değişimi ülkenin demokrasi standartlarını yükseltecektir. Mevcut otoriter yönetimini seçimle değiştirebilmiş bir Türkiye’nin önünde geniş ufuklar açılacaktır. Ancak Kürt meselesi başta, yaşadığımız sorunlar sadece sandıkla kolayca çözülecek sorunlar değildir. AKP iktidarı sorunların karşısına sandığı koyarak seçimler kazandı, 19 senelik iktidarında sandığı öne sürerek kendisine söylem gücü devşirdi. Seçimler sorunların çözülmesini isteyenlerin sayıldıkları anketler değillerdir. Anayasa değişikliği referandumuna değil, aday ve kampanyaların yarışacağı bir seçime gidiyoruz. Bu açıdan Kürt meselesi başta, Türkiye’nin derin sorunlarına dair aceleci yaklaşımların AKP’nin tarzı olduğunu ve bu tarzın neticesinin de otoriterleşme olduğunu unutmamalıyız. Türkiye’deki sorunları bilerek kayyumlardan, cezaevindeki siyasetçiler, cezaevlerindeki kötü muamele gibi dertlerimize odaklanacak minimal ama sağlam ve gerçekçi bir yaklaşımın gerçekçi ve sürdürülebilir olduğu görülmelidir. Anketlerde muhalefet öne geçmiş olsa da muhalefetin seçimlere kadar önde ve yan yana kalması hali hazırda aşması gereken en büyük engel olarak önündedir. Seçimlere kadar muhalifler şahsi egolarını bir kenara koyarlarsa; yine kendi şahsi egoları için en doğrusunu yapmış olacaklar. Birbirlerine karşı dönmüş muhaliflerin ise başarı şansları yok. Şartlar dayanışmaya mecbur kılıyor muhalifleri. Bunun yanında yüksek beklentiler için aceleci olunmasının yine o beklentiler namına menfi sonuçlar vereceğini görmek de zor olmayacaktır. Muhaliflerin ayakları yere bastıkça ve fedakârlık yaptıkça daha fazlasını elde edeceklerdir. [1] https://www.trthaber.com/haber/gundem/meral-aksener-ben-basbakanliga-adayim-611617.html [2] https://halktv.com.tr/gundem/meral-aksener-ben-cumhurbaskanligina-aday-degilim-basbakanliga-adayim-473550h [3] https://www.gazeteduvar.com.tr/aksenerin-taht-oyunlari-continues-makale-1536425 [4] https://www.politikyol.com/yarinin-baskani-degil-bugunun-secimi/