AKP’nin Musul çıkmazı: Girmezse başkanlık gider, girerse Türkiye gider…

Abone Ol

AKP, Yalçın Küçük’ün “Musul’u alamazsanız Diyarbakır’ı verirsiniz” sözüne gelmiş bulunuyor. Bu söz tarihi ve haklı bir kabule dayanmıyor. Arka planında ciddi korkuların; ama öte yandan bilinçaltındaki ilkel dürtülerin yönlendirdiği bir imparatorluk egosuna göndermede bulunuyor… Ancak bu sözden hareketle AKP için bugün itibariyle şu söylenebilir: Musul’a girmezse başkanlık gider; girerse Türkiye gider… 

Peki AKP Musul’a operasyon yapabilir mi? 

Bugün Orta Doğu’da iki kritik kent bulunmakta. IŞİD ile savaşta ve arka planındaki paylaşımda Halep ve Musul kilit önemde. Düğüm burada çözülecek. ABD’nin Türkiye’ye başlattığı Suriye savaşında Halep’e zamanında girememesi ve buna direnmesi sonrasında İran ve Rusya’nın aktif bir biçimde Esad’ın yanında yer alması savaşın asıl taraflarını karşı karşıya getirdi. Bugün Halep’i almak isteyen Rusya, Musul’u almak isteyen ise ABD’dir. Rusya Devlet Başkanı Putin’in "Halep'le olan paralellliği açık biçimde görülüyor. "Halep çevresinde çok fazla insani sorun olduğunu söylerlerse, biz de partnerlerimize aynı şeyin Musul için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz” sözleri durumu çok açık biçimde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu süreçte Rusya ve ABD başat aktörken Türkiye, İran, Suriye, Irak ve Kürtler yardımcı oyuncu rolünde. Bütün aktörlerin ve yardımcı oyuncuların birleştiği nokta ise Türkiye’nin bu oyun içine dahil edilmemesi; ya da ABD’nin isteği doğrultusunda Türkiye’ye yardımcı oyuncu statüsü verilmesidir. Nihayetinde Türkiye’nin bugün Musul’a; ya da sınırlarından daha uzak bir noktaya operasyon yapma gücü, lojistiği bulunmamaktadır. Hele ABD ve Rusya’yı karşısına alarak yapabileceği bir operasyon söz konusu olamaz. Türkiye sadece sınırlarını, koordinatlarını, süresini ve etkisini ABD’nin belirlediği bir operasyona askeri güç verebilir. 

Gerçekler ortadayken AKP neyin peşinde? 

AKP’nin derdi Halep; ya da Musul değil. AKP kendini kurtarma derdinde. AKP Musul’a operasyon yapmıyor, Türkiye’ye yapıyor. Başkanlık referandumu+genel+yerel seçimde elindeki tek koz bu olacak. Çünkü ne ekonomik  ne siyasi ne diplomatik ne de toplumsal alanda sürdürülebilir bir politikası kaldı. O nedenle içeride ve dışarıda kendisini ayakta tutacak bir çatışma ve savaş durumuna ihtiyaç duymaktadır.  

Öte yandan tarih ilerlemektedir. Türkiye’nin Orta Doğu’ya müdahale isteği Halep ve Musul’un IŞİD’den arındırılmasıyla son bulacak. Tarihin bir sayfası kapanacak. Türkiye; derin devletiyle, AKP’siyle, emperyalizme bağımlı bütün güçleriyle şunu fark edemedi: Türkiye’yi Orta Doğu’da cazip kılan şey Atatürk Cumhuriyeti idi. Orta Doğu halkları bu devrime özendi. Emperyalizm ve dinci gericilik ile Siyasal İslam baskısından bunalan Orta Doğu halkları bu sorunu bir vakit çözmüş olan Türkiye’ye sempati duydu. AKP’nin iktidarı ve sonrasında Orta Doğu’nun baskıcı rejimlerine dönüşmesi, Türkiye’nin bu “göreli üstünlüğünü” ortadan kaldırdı. Dolayısıyla Orta Doğu halkları artık Türkiye’ye sempatiyle bakmıyor.  

Türkiye için çözüm yolu… 

Türkiye’nin emperyalizmin Orta Doğu’da yarattığı bataklıktan çıkmasının yolu Kürtlerle barışmasından geçmektedir. Bugüne kadar Kürtlere karşı herkesle birleşme politikası bir sonuç vermedi. Irak bunun en canlı kanıtıdır. O halde mesele Musul’u almak değil, Diyarbakır’ı kazanmaktır. Kürt halkını kazanan bir Türkiye güçlü olur. Elbette bunun için Kürtlerle eşit diyalog kuracak bir anlayışa ihtiyaç bulunmaktadır. Bununla birlikte bütün halkların eşit, özgür ve kardeş olduğu kabulü gerekmektedir.