AKP’nin katastrofik dış politika anlayışı ve tavizler
“KÖKLÜ ÇATIŞMA YAŞANIYOR…”
Gelelim Türkiye meselesine. Alman medyası da Biden-Erdoğan görüşmesine oldukça ilgi gösterdi. Konuya ilişkin olarak kaleme alınan makalelerde dile getirilen ortak görüş, "Erdoğan, şu anda çöküş yaşayan ülke ekonomisini kurtarmak için yeniden Batı ile ilişkileri ısıtmak istiyor" şeklinde özetlenebilir.
Süddeutsche Zeitung gazetesinde yer alan bir yorumda, Erdoğan'ın ülkesi üzerinden büyük tavizler vererek yeniden Batı blokuna dönmek istediği vurgulandı. ABD ve Türkiye arasında kapsamlı sorunlar olduğuna işaret edilen yorumda, "Şu anda hiçbir NATO üyesi, NATO'nun en önemli ülkesi olan ABD ile Türkiye kadar köklü bir çatışma yaşamıyor" denildi. Yorumda, NATO’nun Türkiye için şu anda yapabileceği tek şeyin Afganistan Kabil Havalimanı’nın korunması görevini vermek olacağı ifade edildi.
Bunun yanı sıra, Türkiye'nin ABD ve NATO ile yaşadığı temel sorun, Ortadoğu'da bölgesel üstünlük çabalarının NATO'nun çıkarları ile nasıl uyumlu hale getirileceği meselesi. Türkiye’nin Batı blokuna yeniden entegre olma talebi perspektifinde bu meselenin epeyce baş ağrıtacağı görülüyor.
Frankfurter Rundschau gazetesinde görüşmeye ilişkin verilen haberin spotunda da “Erdoğan, şu anda çöküş yaşayan Türkiye ekonomisine ilişkin yardım alabilmek için Batı’ya yaklaşmaya çalışıyor” cümlesi yer aldı.
Avusturya medyasından Der Standart gazetesinde ise görüşmenin Erdoğan’ın batıya dönme isteğini teyit etmesi açısından önemli olduğu ancak bu dönüşün, Türkiye büyük tavizler vermeden gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı vurgulandı.
İFLAS HALİ YAŞANIYOR
Bundan 3 yıl önce yine Politikyol’da yayımlanan https://www.politikyol.com/ozgur-coban-yazdi-politik-hezeyanlar-iflas-ve-caresizlik/ bir yazımda yine bu konuya ilişkin yer alan bir paragrafa burada yeniden yer vermek isterim. Yazıda, “Bugün Türkiye, dış politika açısından tüm şartları oluşmuş ve olgunlaşmış bir iflas hali yaşamaktadır. Yıllardır uluslararası politikayı sadece bir ‘güç mücadelesi’ şeklinde yorumlayan, psikolojik belki de fiziki alan kazanmaya çalışan anlayış rehberliğinde ortaya çıkan onlarca sorun, günden güne kanserleşmekte hatta iş, ekonominin darmadağın olmasına kadar uzamaktadır. ‘Bugün böyle söyledim, yarın başka söylerim’ türünden sığ, muhatabını kandırmaya meyilli çocuksu cehaletin zehirlediği dış politika anlayışının, son yıllarda sorun çözme kapasitesi iyice çürümüştür. Ülkenin diplomatik geleneğini iyi bilen, uluslararası politikada saygınlığı bulunan diplomatların ‘monşerler’ denilerek budanmasına hiç girmiyorum bile” ifadelerini kullanmışım. Bu yazıyı 2018 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’yı ziyaretinin ardından kaleme almıştım. Ne değişmiş o günden bugüne peki?
Bununla birlikte NATO zirvesinde yaşananlar, değişmek bir yana ülkemiz diplomasisinin daha da etkisiz ve çaresiz bir hale geldiğini bize yeniden gösterdi. Görüntülerin en acı verici tarafı da, ülkesinde muhaliflere karşı alabildiğine sevgisiz ve merhametsiz olan Türkiye siyaset elitlerinin, orada dünyanın süper güçlerinin liderlerine sevgi dolu gözlerle bakışlarına şahit olmaktı sanıyorum.
NEZÂKET ve ZARAFET
Öte yandan, Türkiye’de İslamcılık ve ultra milliyetçilikten müteşekkil hibrit rejimin, başı sıkıştıkça piyasaya sürdüğü “Dış güçler bozuyor bizi. Biz aslında şahaneyiz” söyleminin alıcısı kaldığını düşünmüyorum. Uzunca bir süredir Batı’dan uzaklaşarak, Ortadoğu’da lider olma hayalleriyle büyük pastaya ortak olmak isteyen Türkiye’nin elinde kocaman bir “hiç” kaldığı ayan beyan görülüyor. Hani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma meselesi benzeri.
Asıl sorun “samimiyet”… Avrupalı liderlerin daha önce kendilerine “Nazi” diye bağıran hatta onların “akıl sağlıklarını sorgulayan” bir yönetimin “hadi gelin barışalım” teklifini “samimiyet” bağlamında sorgulamaları doğal değil midir? İçeride 3-5 oy fazla alacağım diye oraya buraya hesapsız bir şekilde atarlanmanın siyasi bedellerinin önceden tespit edilmesi gerekmiyor muydu? Fransa Devlet Başkanı Macron ile yaşanan sorunlar sırasında sarf edilen cümleleri hatırlayın.
Bu bağlamda, Türkiye’nin ülke içerisinde ve yurt dışında gerilim yaratmaya güdümlü dış politik anlayışının büyük bir fiyaskoyla sonuçlandığını söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle AKP’nin dış politika pratiklerinin batı tarafından sürekli olarak ciddiyet ve güvenilirlik testine tabi tutulduğunu görüyoruz.
Sonuç olarak, ülkeler, yılların tecrübelerini ve birikimlerini silerek, görmezden gelerek, kurumsal hafızaları iğdiş edilerek yönetilemez, yönetilemiyor. AKP ülkeyi kontrolüne aldığından bu yana en fazla uğraştığı mesele, ülkenin hafızasını silmek oldu. Bunu Cumhuriyet’in ilanından kendi iktidarlarına kadar olan periyodu yok sayarak yapmaya çalıştılar. Hatta aynı periyot için “reklam arası” ifadesini kullananlar bile çıktı AKP içerisinden.
Dış politikada, eski tabirle “mütekabiliyet” güncel kullanımıyla “karşılıklılık” ilkesi vardır. Ne demek bu? En kısa yoldan, “muhatap devletin attığı adıma eşit ölçüde, aynı oranda karşılık verilmesi” şeklinde tanımlayabiliriz. Diplomasinin temel ilkelerindendir. Batı bloku, uzunca bir süredir Türkiye’yi savruk dış politika pratikleri nedeniyle “öngörülemez ülke” kategorisinde değerlendiriyor. Yani kimse Türkiye’yi kapının arkasında sevgi dolu bakışlarla beklemiyor. Bu nedenle mütekabiliyet meselesinin Türkiye’nin başını çok ağrıtacağı görülüyor. Ne de olsa diplomasi unutmuyor, arşivler hiç unutmuyor.
Bu bağlamda, bir meseleyi savunurken zarif davranmak ve konuşmak önemlidir. Zarafet, diplomasinin olmazsa olmazıdır. “Monşerler” denilerek dış politikadan tasfiye edilen deneyimli ve entelektüel diplomatların yokluğunda ülke dışarıda büyük itibar kaybı yaşadı. Bu itibarı yerine koymanın kısa vadede bir yolu bulunmuyor. İşte orada yukarıda bahsettiğimiz tavizler devreye giriyor. Türkiye’nin tavizler vererek küresel politikada tutunmaya çalışacağı bir döneme giriliyor.
Ezcümle, iktidar yetkililerinin, dışarıda muhatap oldukları kişilerin, içeride ağızlarından çıkan her cümleye kanun muamelesi yapan bir kısım insanın safına dahil olmadığını unutmamaları gerekiyor. Aksi halde meşhur tabirle “rüzgâr eken fırtına biçer.”