AKP-Kapitalizm ilişkisi üzerine

Abone Ol
AKP başta Milli Görüş’ün moderniteye mesafeli çizgisine karşı çıkan ya da SAADET’in neo-liberalizme ayak uyduramamasını eleştiren bir partiydi. Bu tutumunu ayyuka çıkarmayı sevmiyordu ama Adil Düzen düşüncesiyle çeliştiği gerçeğini de örtemiyordu. AKP, başından beri İslamcılık iddiasında olmayan bir parti. Aslında faiz ve bankacılık başta olmak üzere bütün kapitalist ögelerle son derece barışıktı, halen de öyle. Ancak iktidarda kalma güdüsü ve bu güdünün tetiklediği popülist politikalar, AKP sanki dini saiklerle hareket ediyormuş gibi bir izlenim yarattı. Meseleyi siyasetin grift dünyasından değil de dini perspektiften ele alanların yanılgıya düşmesi kaçınılmaz. Konuya din veçhesinden bakan bazı İslamcılar kadar ekonomi politiği ihmal eden sekülaristler de büyük bir yanılgı içerisindeler. Efendim, “AKP, Milli Görüş geleneğinden gelen bir parti” yahut “siyasal İslam’ın temsilcisi” falan gibi tartışmalı kategorileştirmeler çok tuzağa düşürücü olabiliyor, en azından Siyasal İslam, AKP ve dindarlık/ muhafazakârlık gibi toplumsal olguların doğru ve isabetli bir şekilde değerlendirilmesinde. Bu sadece güncel politik meseleler için değil, dinin en belirleyici olduğu Orta Doğu ve Arap dünyası üzerine yapılan okumalar için de aynı derecede geçerli. Örneğin Suriye’deki savaşı bir Alevi-Sünni ya da Şii-Sünni savaşı okuma gayreti içinde olanların gelinen noktada ne kadar büyük bir hüsrana uğradıklarını gördük. Politik ve ekonomik çıkarların ıskalandığı bütün değerlendirme formlarının bizi paradokslardan paradokslara sürüklemesi kaçınılmaz. Örneğin AKP Siyasal İslam’ı temsil ediyorsa, hadi kendi uzmanlık alanım olan Ortadoğu ve Arap dünyasından örnek vereyim, Siyasal İslam’a savaş açan BAE, Mısır ve S. Arabistan’la yeniden işi pişirmesini ve gerektiğinde işbirliğini derinleştirme yönünde hazır olduğuna dair tutumunu neyle açıklayacağız? Ya da İsrail’le ilişkileri normalleştirmesini? Konuyu uzatmamak için örneklerin sayısını artırmıyorum. Aynı şeyler AKP’nin kapitalizmle olan ilişkisi açısından da son dönemde Erdoğan’ın dilinde ifadesini bulan faiz tartışmaları da, benzer bir eğilimi temsil ediyor. Paetrick Haenni’yi ve 2005 yılında kaleme almış olduğu “Piyasa İslamı” kitabını duymuşsunuzdur. Burada “Piyasa İslamı” için söylediği sözlerin aslında büyük ölçüde AKP ve onunla aynı safta hizalanan Neoliberalizm sempatizanı dindarlar için de geçerli olduğunu söylemek mümkün. AKP ilk kurulduğunda sadece eski seküler rejime karşı değil aynı zamanda Milli Görüş’ün moderniteye mesafeli çizgisine karşı çıkan ya da bir türlü neo-liberal piyasa değerlerine ayak uyduramayan Saadet Partisi çizgisinin eleştirisi üzerine kurulu olan bir partiydi. Bu tutumunu ayyuka çıkarmayı sevmiyordu, içinden çıktığı çizgiyle kavga etmek istemiyordu ama bu, Milli Görüş’ün Adil Düzen ve diğer savunduğu ekonomi düşüncesiyle büyük ölçüde çeliştiği gerçeğini de örtemiyordu. Cihan Tuğal, Milli Görüş çizgisinden AKP’nin neo-liberal değerlerine savrulma hikâyesini “Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi” kitabında gayet güzel bir şekilde anlatır. Kadınların siyah başörtülerden rengarenk ve dini kuralların sınırları zorlayan giyim tarzları, dindar kimliğini ön plana çıkarmadan iş hayatında yer alma kaygısı, kapitalist ilişkilere en ufak bir itiraz ya da eleştiri getirmeden bu ilişkilerin üzerine cumburlop atlama, faizin bir dünya gerçeği olduğu düşüncesi vs. Bütün bunlar AKP ilk kurulduğundan beri var olan, en üst düzeyde benimsenmiş, yazılı olmayan bir takım ilkelere göre kalıba dökülmüş davranış modelleriydi. “Değişen dünya koşullarına ayak uydurmaya çalışan, kendi geleneğinin katı çizgilerini beğenmeyen fakat gelenekle arasındaki bağı da tamamen koparamayan, bunun yanı sıra modern dünya düzeninde kendine yer bulamayan bir dindarlık biçimi”nin kendisini dünya sistemine entegre etme gayreti denebilir AKP için. Peki ama geldiği noktada neoliberallikle çok da tutarlı olmayan karar ve davranışlarını neyle izah edecek, bunları nereye oturtacağız? Bu dönüşümde de birkaç faktör olduğu kanaatimdeyim. İlki, büyük ölçüde içeriyi tahkim etme, vatandaşların din üzerinden militarizasyonu veyahut partiye daha fazla entegrasyonu amacıyla gerçekleşiyor. Burada bir plan, program aramak ya da AKP’nin herhangi bir model üzerinden bir takım atraksiyonlar yaptığını zannetmek beyhude bir düşünüş biçimi. Ortada bir model falan yok, sadece günü kurtarma ve gündemi değiştirme kaygısı var. İkincisi ise mevcut siyasal ve ekonomik sistemde Erdoğan’ın kişisel belirleyiciliğinin yüksek olduğunu, kişisel kararlarının devlet mekanizmasını nasıl yönlendirdiğin biliyoruz. Onun son dönemde 2016 sonrası gelişmeler nedeniyle yanına aldığı danışmanlarının bir kısmı ilahiyatçı ve hatta ihtisas alanı fıkıh olan insanlar. Bu kimselerin ekonomiye ilişkin yaklaşımlarıyla onu yönlendirdiğini, tabana yönelik dini mesajlar vermeyi seven Erdoğan’ın da bunun üstüne atladığını söyleyebiliriz. Temelde neo-liberal ekonomik modelden ve serbest pazar ekonomisinden bir sapma yok aslında, sadece koşulların dayatması ve seçim kaybetme ihtimali yüksek olan bir siyasi partinin son çırpınışları ve popülist siyaset üretme kaygısı var.