AKP iktidarının yarattığı büyük enkaz
20 SENELİK ENKAZ TABLOSU
Bu uzun dönemde sanırım en çok zarar gören toplumun adalet duygusu oldu. Özellikle 2010 referandumu sonrasında giderek AKP iktidarının kontrolü altına giren yargı nedeniyle ülkede rejimin destekçilerine ve muhaliflerine farklı işleyen ikili bir hukuk sistemi ortaya çıktı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi altında rejim koalisyonu içinde yer alan kadrolar adeta yasalar üzerinde ve hesap vermeyen bir noktaya ulaştı. Balyoz ve Ergenekon davalarından günümüze onlarca siyasi davada iktidar muhalifi binlerce kişi haksız ve suçsuz yere yargılandı. On binlerce kişi başta terör suçlaması olmak üzere pek çok siyasi dava kapsamında hapse atıldı. Çok farklı siyasi görüşlerden gelen on binlerce muhalifin ömrümden çok değerli seneler çalındı. AKP iktidara gelmeden önce de Türkiye'de yargının siyasallaştığı dönemler olmuştu. Fakat hiçbir dönem AKP iktidarında olduğu kadar Türkiye'deki hukuk sistemi iktidardaki partinin devamını sağlamak için bu kadar partizan bir silaha dönüştürülmemişti. Bu listeye AKP iktidarı yüzünden işini kaybeden, partizan mülakatlarda elenen, eğitim olanakları elinden çalınan ve sokaklarda iktidarın polis şiddetine maruz kalan yüzbinlerce insanı katmak mümkün. Bu kadar ağır hak ihlalleri sonrasında toplumun hukuk sistemine inancı ve adalet duygusu temelden sarsıldı.
Benzer bir sarsılma uzun süredir iktidarın partizan müdahaleleri ve baskıları yüzünden büyük oranda zayıflamış kamu bürokrasisinde görülüyor. Tabii ki, kamu sektöründe siyasi kadrolaşma AKP iktidarıyla birlikte başlamadı. Fakat çok partili hayata geçtiğimiz 1950’li yıllardan beri daha önce hiçbir dönem tek bir siyasi parti bu kadar uzun süre iktidarda kalmadığı için AKP kadar bürokratik kadroları partizan saiklerle şekillendirilen bir partiyle karşılaşmadık. AKP iktidarı altında muhalif kadrolar çok büyük oranda bürokrasiden silindi. Hatta özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partisi ve rejim üzerinde ağırlığını arttırdığı 2014 yılı sonrasında tasfiye edilen veya değiştirilen kadroların çoğu muhalif olmaktan ziyade AKP kökenli olmasına karşın zaman içinde kendini siyasi mücadelenin yanlış tarafında bulan isimlerden oluşuyor. Artık sadece kamu sektöründe değil, yaşanan otoriterleşme nedeniyle özel sektörde bile liyakate dayalı yapılan alımlarla karşılaşmak çok zorlaştı.
Bürokrasi içinde yaşanan bu çürüme 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra ayyuka çıkmış hale geldi. Siyasi rejim üzerinde tartışılmaz bir hakimiyet kurmak isteyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bürokratik teamülleri ve ülkenin 100 seneyi aşkın sürelik parlamenter geleneğini çiğneyerek birçok bürokratik kurumu ilga etti ve ayakta kalanların çoğunu da kendine bağladı. Bu kurumlara atanan isimlerin çoğu eğitimi, kamu tecrübesi veya entelektüel kapasitesinden ziyade Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan şahsi sadakatiyle öne çıkan ve bunun dışında herhangi bir meziyeti olmayan isimlerden oluşuyor. Doldurdukları bürokratik pozisyonların ne sorumluluğu ne de yetkinliği kaldı. Bütün sistem Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlandığı için bu bürokratik makinanın hiçbir dişlisinin ondan otonom bir şekilde işlemesi mümkün değil. Sonuç olarak, devletin kapasitesinin büyük çapta düştüğü ama hesap vermez şekilde kullandığı gücün ise otoriterleşme nedeniyle arttığı bir döneme tanık oluyoruz.
Bürokratik kapasitenin çöküşünün en çarpıcı şekilde görüldüğü alanların başında dış politikamız geliyor. Özellikle son 10 senede Türkiye, bölgesinde yalnızlaşmış, Katar ve Azerbaycan dışında müttefik bulamayan, Batı ülkelerinden uzaklaşmış ama ne Rusya ne de Çin ile yakın ilişkisi olan ve üyesi olduğu NATO gibi organizasyonlarda çok sert şekilde eleştirilen bir ülke haline geldi. İç siyasette yaşanan otoriterleşmeye paralel olarak uluslararası arenada ülkenin saygınlığı çökmüş durumda. Kökeni Osmanlı dönemindeki Tercüme Odası'na dayanan Dışişleri Bakanlığı AKP iktidarı altında adeta hükümet tarafından sabote edildi. Hakkında ağır yolsuzluk iddiaları bulunan siyasetçiler dışarıdan Büyükelçi olarak atanırken, ülkenin dış politikası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yürüttüğü şahsi görüşmeler üzerinden belirleniyor.
Ülkede uzun süredir yaşanan bu otoriterleşme süreci nedeniyle ekonomiden sivil topluma, eğitim kurumlarından medyaya kadar çok farklı alanlarda ciddi bir iktidar vesayet kuruldu. Tüm bu alanlarda alınan kararlar ve yürütülen işler ülke siyasetinin tepesinin yürüttüğü hukuk-dışı müdahalelerle şekilleniyor.
BU ENKAZ NASIL KALKACAK?
AKP iktidarının çok farklı alanlarda bıraktığı bu tahribatı Millet ittifakının nasıl ve kimlerle telafi edeceğini düşünmesi gerekiyor. 20 seneye varan bu uzun iktidar sonrasında dış politikadan bürokrasiye, hukuk sisteminden ekonomiye kadar çok farklı alanlarda çok kapsamlı değişikliklere ihtiyaç duyulacak. Bunun da yazımda anlatmaya çalıştığım enkazın oluşumunda katkısı olan kadrolarla yapılması mümkün olmayacak. Dolayısıyla, iktidar hazırlığı yapan Millet ittifakın devr-i sabık yaratmamakla eski düzenin hesabını sormak arasında ince bir çizgide yürümesi ve zaman içinde siyaseten uygun ve kendi seçmen tabanı açısından da kabul edilebilir bir denge yakalaması gerekiyor.
İlk başta çok zor hatta olanaksız gibi görünen bu görevin bir benzerini 2019 yerel seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanan isimler başarıyla üstlenmiş durumdalar. İstanbul ve Ankara gibi seçmen sayıları açısından bazı ülkelerden bile daha büyük belediyelerde uzun süre sonra başkanlığı kazanan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi isimler çok çetin bir sınavla karşılaştılar. Önceki yönetimlerin karıştıkları yolsuzluk vakaları nedeniyle iki belediye de büyük borç yükü altına girmişti. Buna karşın, yeni yönetimlerin özellikle pandemi döneminde milyonlarca seçmene hizmet götürmesi, yardım dağıtması ve umut vermesi gerekiyordu. Hem İstanbul hem de Ankara'da belediye kadroları 25 sene süren İslamcı yönetimler altında tamamen değiştiği için CHP'li başkanlara kendi tabanlarından iş talepleri geliyor ama öte yandan var olan kadroların da kimisi onlarla çalışmayı tercih etmiyordu. Aynı zamanda kamuoyunda önceki dönemde gerçekleşen ihalelerin soruşturmasına ve yapılan hukuk dışı uygulamaların yargılanmasına yönelik büyük bir talep vardı.
2019 yerel seçimlerinden beri geçen iki yılı aşkın sürede başta İstanbul ve Ankara olmak üzere AKP veya MHP'den alınan belediyelerde Millet ittifakı iyi bir sınav verdi. Bir taraftan iktidarın, öte taraftan belediye meclislerinde Cumhur ittifakı çoğunluğunun engellemelerine rağmen muhalefetin elindeki belediyelerin kamu hizmetlerinde bir düşüş yaşanmadı. Hatta, yurtdışından bulunan krediler ve ciddi tasarruf kampanyaları sayesinde biriken belediye borcu belli oranda azaltılmış durumda. Sosyal yardımlar yürütülen bağış kampanyaları sayesinde önceki döneme göre daha yüksek bir seviyeye ulaştı. Belediyelerin özellikle üst kadrolarına yeni yönetimlerle çalışılabilecek isimler atanırken, daha alt seviye kadrolarda emekli olanlar dışında geniş çaplı işten çıkarmalar gerçekleşmedi. Eski yönetimin karıştığı yolsuzluk olayları hakkında soruşturma yapılırken, özellikle bu iki büyükşehir belediyesinde şeffaf ihale yöntemleri kullanılarak temiz siyaset prensibi seneler sonra ilk defa gündeme geldi.
Millet ittifakı büyükşehir belediyelerinden kazandığı bu tecrübeyi ülke siyasetine de uyarlayabilir. 20 senelik AKP iktidarının yarattığı enkaz gerçekten çok büyük. Ama benzer bir tahribata yerel seviyede tanık olan muhalefet bu ilk sınavı başarıyla geçti. Belki de o sınavdan yetişen kadrolar yakında ülke siyasetinde