AKP iktidarında mafya-devlet ilişkileri

Abone Ol
1990’LARDAN GÜNÜMÜZE DERIN DEVLETIN DÖNÜŞÜMÜ Peker'ın kayıtlarının yayınlanmaya başlaması sonrası bazı çevrelerde derin devletin 1990'lı yıllardan beri neredeyse hiç değişmeden ve hatta aynı kişiler üzerinden devam ettiği tezi sıklıkla gündeme geldi. Gerçekten de Mehmet Ağar'dan Korkut Eken'e kadar eskiden gördüğümüz bir korku filminin oyuncuları yeniden karşımıza çıktılar. Fakat Peker'in ifşa videolarını derin devletin ortaya çıkışı olarak nitelendirmek büyük bir yanılsamaya yolaçabilir. Çünkü herhangi bir vakada derin devletten bahsedebilmek için buzdağının tepesinde bir kanun devletinin varlığını sürdürüyor olması gerekir. Bu kanun devleti devletle iltisaklı kişilerin çeşitli çıkarlar doğrultusunda hukuk dışına çıktığını belirleyen ve kağıt üstünde kalsa bile gündeme gelen iddiaların soruşturmalarına olanak sağlayan bir bürokratik mekanizmayı temsil eder. Türkiye Cumhuriyeti evrensel normlara uyan bir hukuk devleti inşa etmekte başarısız oldu ama en azından ‘kanun devleti’ özellikleri taşıyordu. Halbuki, günümüz Türkiye’sinde kendi koyduğu yasaları ve kuralları bile uygulamaktan aciz ve hatta bizzat kendi mensupları tarafından çiğneyen bir bürokratik yapı ortaya çıktı. Tanık olduğumuz olayların Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde karşılaşmadığımız boyutta keyfilik içerdiğini görmek gerekiyor. 1990'lı yıllarda bazı emniyet ve istihbarat görevlileriyle siyasetçilerin büyük çaplı hukuk dışı eylemlere karıştıklarını gösteren iddialar Türkiye’de derin devletin varlığını gösteriyordu. Ne yazık ki, Mehmet Ağar gibi isimlerin organize suç örgütleriyle kişisel çıkar sağlamak için ilişkide olduklarına yönelik iddiaların bulunması onların yükselmelerine engel olmamıştı. Ağar önce Emniyet bürokrasisinin sonra da siyasette hızla yükselerek İçişleri Bakanı oldu. Fakat bu yükselişin her aşamasında organize suç liderleriyle arasında olduğu düşünülen ilişkiler devlet bürokrasisinin başka kesimleri tarafından takip ediliyordu ve eylemleri 1. MİT Raporu’ndan başlayarak kaydedildi. Nitekim, bu iddiaların kamuoyunda gündeme gelmesi sonrasında Ağar istifa etmek zorunda kaldı. O dönem MİT ve Emniyet içindeki rakip grupların ve dürüst isimlerin varlığı, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve Meclis komisyonlarının işlevsel olması sayesinde kamuoyu derin devletin siyaset ve iş dünyasıyla olan ilişkilerini araştırabilmişti. Halbuki 2021 Türkiye'sinde basın, yargı ve bürokrasinin hukuksuz işlemler karşısında sessiz kaldığı bir ortamda Sedat Peker gibi bir mafya liderinin itirafları aracılığıyla bu ilişkiler ağının aslında bütün sistemi nasıl sardığını sadece izleyebiliyoruz. Bürokrasiden yargıya, ordudan istihbarat teşkilatına kadar devletin bütün kurumlarının yapısının son 20 senede büyük oranda değişmesi nedeniyle artık bu kurumlarda çalışanların kanunların öngördüğü şekilde hareket etmesi neredeyse imkansız hale geldi. Artık kanuni ve yasadışı işlerin birbirine karıştığı, kamu politikalarının Erdoğan rejimini ayakta tutmak ve rejim elitlerine ayrıcalıklı bir yaşan sunmak için kullanıldığı bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız. Sanırım Peker videolarının sezon finalinde en aşağıdan en üst kademeye kadar her oyuncunun hiçbir engelle karşılaşmadan ve rejimle bağlantılarına güvenerek suç işlediklerini göreceğiz. Peker'in videolarında ortaya çıkan derin devlet silueti değil, Erdoğan'ın inşa ettiği devlet mekanizmasının bizatihi kendisidir. 2017 Referandumu’nda kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ayakta kalması için kamu kaynaklarının siyasi saikler doğrultusunda hiçbir denetime tabi tutulmadan ve hukuk dışı şekilde yandaş kesimlere aktarılabilmesi gerekiyor. Dolayısıyla kamu sektörünün kendisi başta iş dünyası olmak üzere medya ve siyaset alanında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı destekleyen çevreleri desteklemek için sistematik bir rant dağıtım mekanizmasına dönüşmüş durumda. Peker videolarından sonra belki bazı organize suç örgütlerini de bu koalisyona dahil etmemiz gerekecek. Fakat, Peker'in iddiaları üzerinden konuyu sadece mafyatik ilişkilere indirgemek asıl büyük resmi kaçırmamıza yolaçabilir. Çünkü siyasetçilerle mafya arasındaki ilişki modeli aslında iktidar elitlerinin yandaş iş insanları, bürokratlar ve medya ile kurduğu bağlantılardan çok da farklı değil. BU BOZUK DÜZEN DEĞIŞMELIDIR! 2000'li yıllar boyunca bazı liberal sol çevreler Türkiye'nin karşılaştığı sorunların başında siyaset alanı üzerinde vesayet kurmuş askeri ve sivil bürokrasinin geldiğini iddia ediyordu. Özellikle askeri müdahaleler sonrasında ordunun sivil hükümetler üzerinde anti-demokratik bazı yetkiler kazandıklarını reddetmek tabii ki mümkün değil. Fakat, o dönemde çok sık gündeme getirilen bu vesayet tezi nedeniyle bu çevreler, AKP iktidarının kendisinden bağımsız hareket edebilecek bürokratik yapılara karşı açtığı savaşı açıktan desteklediler. Bu sayede AKP ilk iki döneminde düzenleyici ve denetleyici kurumları ele geçirebildi ve hukuk sistemini kontrolü altına alabildi. Özellikle son on senede koyduğu kurallara uyması beklenen bürokratik kurumların içinin boşaltılarak, Türkiye’de ‘kanun devleti’ ortadan kaldırıldı. Bu gelişmeler sonucunda AKP’li siyasi elitler, yandaş iş insanları ve mafya arasındaki sınırların neredeyse tamamen ortadan kalktığı ve hukuksuz uygulamaların bütün bürokratik yapıyı sardığı bir otoriter rejim inşa edildi. Bu yapının 1990’lardan beri değişmeden devam ettiği tezi son 20 senede yaşanan devlet çöküşünü tamamen gözardı ediyor. Bu devamlılık tezinin gündeme getirilmesinde o dönem AKP iktidarına destek veren çevrelerin 2010 referandumu sonrasında yaşanan gelişmeler karşısında özeleştiri yapmama isteği de rol oynuyor. Bu kirli siyasetten çıkış ancak 2002 sonrasında kademe kademe kurulan bu bozuk düzenin tamamen değiştirilmesi sayesinde olabilir. Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin acilen güçlendirilmiş parlamenter sistem üzerinden yürüttükleri rejim tartışmalarının yanında devlet mekanizmasının yeniden düzenlenmesini gündeme getirmeleri gerekir. Türkiye Cumhuriyeti kaçakçıların, mafyatik ilişkiler içindeki siyasetçilerin, uyuşturucu ticaretine aracılık yapanlar memleketi olmayacaktır.