Geçtiğimiz günlerde "Demokrasi için Birlik" adını taşıyan platform ilk kitlesel toplantısını yaptı. Acil bir görev olarak önüne ülkedeki faşizan gidişatı durdurmayı koyan platform destekçileri bu amaç doğrultusunda Kürt-Türk, Alevi-Sünni tüm kesimlerin birlikte hareketi sağlamak için ilk adımı attılar. Platform AKP karşıtlığının ötesinde emek ve özgürlük ekseninde bir Türkiye tasavvuruna da vurgu yapıyor.
Demokrasi için Birlik Platformu bu görevi başarır mı ya da başka oluşumlar mı ortaya çıkar, bunu bugünden bilemeyiz... Ama Türkiye'de böylesi bir birleşik muhalefet odağı yaratılması çok önemli.
Zira Türkiye acilen ve birlikte müdahaleyi/ mücadeleyi zorunlu kılan kritik bir yol kavşağında bugün...
Bizce Türkiye'nin bu kavşakta faşizan gidişata dur diyerek rotasını emekten ve özgürlükten yana çevirme olasılığı yaygın kanaatin aksine oldukça mümkün bir hedef...
Kriz ve özgürlükçü olanak...
Krizlerin, siyasal ve toplumsal dibe vuruşların üç olası sonucu vardır: Birincisi faşizm türünden azgın diktatörlükler... İkincisi tam bir toplumsal çözülme/çürüme... Üçüncüsü de ileri doğru devrimci bir sıçrayış...
Türkiye'de bugün benzer bir konumda ve benzer bir yol ayrımında...
Elbette bizim temel görevimiz diğer olasılıkları da unutmadan ileri sıçrama olanaklarına daha çok dikkat çekmek; hayatın akışını bu yöne çevirmeye çalışmaktır.
Peki bu savunma ihtiyacını es geçmek anlamına gelmiyor mu? Elbette gelmemeli...
Futbol deyimleriyle söyleyecek olursak savunmayı kendi kalemizin önünde değil, rakip sahada kabul etmeliyiz. Ki savunma yaparken aynı zamanda rakibin hücum kabiliyetini ve motivasyonunu bozabilelim... Yani maçın şu anki seyrini kabul etmemeli, hamle ve taktik üstünlüğü ele geçirmeliyiz...
Bu yaklaşım öncelikle ilkesel ve stratejiktir... Yani güncel güç dengelerinden bağımsız biçimde, bu tür dönemlerde derinlerde büyüyen dip dalgasını esas almak gereklidir...
Tarihin öyle garip bir sürecinden geçiyoruz ki, sol, kendi tarihinin en zayıf ve dağınık dönemlerinden birinde ama aynı zamanda tarihin seyrini değiştirebilmek açısından kendi tarihin en büyük olanaklarına/fırsatlarına sahip bugün. Mevcut güç dengeleri de büyük ölçüde sol'dan yana.
İrade, moral, mücadele ve örgütlenme azmi ile zafer arasında dolaysız bir ilişkinin var olduğu günlerdeyiz.
Tarihin sola ironik bir armağanı olsa gerek bu.
İki korku... İktidarın korkusu...
Eğer bir ülke de hem iktidarı hem de muhalif kitleleri aynı anda belirleyen en temel duygu "korku" ise, o ülke köklü ve derin altüst oluşların arifesinde demektir.
Bu çifte korku hali her şeyden önce parlamenter siyasette dahil siyasetin olağan yol ve araçlarının devreden çıktığı, yerine de istikrarlı başka bir seçeneğin ikame edilemediği kaotik bir siyasal sürecin işaretidir.
Parlamentonun, yargının, siyasi partilerin, basının kadükleş(tiril)tiği böylesi bir siyasal manzara da, hem siyasetin alanını tek adam idaresine doğru iyice daraltan ve hem de sokaktaki işçi-memur-öğrenci Ayşe'ye-Hasan'a kadar yaygınlaştıran ters istikamette çifte bir eğilim devreye girer. Birincisinin galebe çalması faşizan ikincinin galebe çalması halkçı/sosyalizan bir istikamete sokar ülkeyi.
İkinci olarak eğer bir ülke de tüm kesimleri belirleyen en temel duygu "korku" ise, bu koşullarda korkunun en gerçek ve kuvvetli olanı iktidarın duyduğu korkudur. İktidar "gevşerse" hemen yıkılacağını hissetmektedir. Bu nedenle siyasetin sokağa çıkmasını canhıraş biçimde engellemeye çalışır.Halka korku salar. Militer ve paramiliter güçlerle sokağı kontrol etmeye gayret eder.
Polisin tahkim edilerek "parti polisi" haline getirilmeye çalışıldığı, bazı sivillere silah dağıtıldığı, AKP tabanına silahlanın çağrısı yapıldığı, cami gençlik örgütleri kurulacağı vb. haberleri bu açıdan tesadüf değildir.
Bu yalnızca yeni bir darbe tehdidine hazırlık değildir. Bu en temelde yeni bir Gezi korkusudur.
Bütün muhalif kitle gösterilerinin "bombalı saldırı olasılığı" vb. gerekçelerle yasaklanması, küçük bir gösterinin bile yeni bir Gezi'ye dönüşebileceği korkusundandır.
Gezi Muhalefeti/Kürt muhalefeti ...
Gezi eylemlerinden önce kitle muhalefeti açısından sözkonusu olan "korku"dan ziyade bir "özgüvensizlik", bir "umutsuzluk"du...
Gezi genel olarak kitleye, özel olarak da "apolitik" gençliğe yönelik güvensizliği dağıttı. Hiç "beklenmedik biçimde" ülkenin -bir ili hariç- tüm illerinde milyonlar sokağa çıkarak Türkiye tarihinin en yaygın ve uzun süreli kitle gösterilerini gerçekleştirdiler. Yeterli örgütlülükten yoksun olmak Kürt muhalefetinin eylemlere destek konusunda geri duran tavrıyla birleşince, iktidara ciddi darbeler vuran hareket hükümetin istifaya zorlanması anlamında başarılı olamadı. Ama yenilmedi de...
Gezi Direnişi kitle muhalefetinin dinamikleri hakkında bizlere önemli bir ders verdi.
Yüzeyde görünen yanıltıcıdır. Asıl olan diplerde işleyen temel dinamiklerdir. Toplumsal yasalar -biraz daha gecikmeli ve karmaşık da olsa- özü itibariyle fizik yasalarıyla aynıdır. Etki varsa tepki kaçınılmazdır.
AKP ile barış sürecinde esaslı bir mesafe alınamayacağı kanaati iyice güçlenen Kürt muhalefeti, AKP ile tıkanan sürecinde etkisiyle gecikmeli de olsa Gezi direnişinin taşıdığı siyasal anlam ve potansiyeli gördü. Dahası olası bir ittifak güç olarak değerlendirmeye başladı. HDP'nin Haziran seçimlerine giderken ülkenin batısıyla/soluyla birleşmeyi hedefleyen AKP karşıtı bir strateji izlemesinde, Gezi Direnişi'nin etkisi büyüktü.
Bu taktik başarılı oldu ve Kürt muhalefeti ile Gezi muhalefetinin birliğini güçlendirmek doğrultusunda önemli bir siyasal ve moral etki yarattı.
Kürt muhalefeti ve Gezi muhalefetinin birliğine yönelik ilk küçük adım bile AKP'nin tek başına iktidar olmasını engelleyebildi. AKP, bu iki temel dinamiğin birliğinin siyaseten sonu olacağını gördü. Bu süreçten sonra bütün gayreti bu iki dinamiğin birliğini önlemek ve kendi iktidarını milliyetçi tahkimatla pekiştirmek yönünde oldu. Suruç, Ankara ve ardı sıra bir dizi bomba hem bu birliği engellemek hem de halka korku salarak olası muhalefet hareketlerini dizginlemek konusunda adeta "imdat"a yetişti.
Rakip bazen doğru hattı gösterir...
Haziran seçimleri Gezi ve Kürt ittifakının çok önemli/belirleyici olduğunun nesnel bir verisidir. Siyaset bizlere bu hattan yürüyün demiştir. Bu mesajı AKP almışken, solun ve Kürt muhalefetinin almaması topyekün kaybediş, alması ise topyekün zafer demektir. Bu ilk çıkarmamız gereken sonuçtur... Bazen rakibinden öğrenmek, rakibin hangi gelişmelerden ürktüğünü analiz etmek çok kritik bir veridir.
Muhalefet cephesindeki "korku"...
Bugün ne kadar görünür olsa da bu korku kitle hareketinin geleceği açısından belirleyici olmayan, yüzeysel ve geçici bir etmendir.
Kitle hareketleri tarihi bize, kitle hareketlerinin birbirine ters iki faktör nedeniyle uzun bir sessizliğe girdiğini göstermektedir. Ya acımasızca ezilerek büyük bir yenilgi alması ya da kendini uzun vadeli tatmin edecek kazanımlar elde etmesi koşullarında...
Gezi direnişi ne böyle büyük bir yenilgiyle ne de uzun süre kendine yetecek ciddi bir kazanımla sonuçlanmamıştır.
Önce gücünün büyüklüğünü görmüş ve umutlanmış sonra örgütsüzlüğünü görmüş ve geri çekilmiştir. Gezi direnişinin yarattığı umut ve özgüven, yarattığı hayal kırıklıklarından çok ama çok daha güçlüdür.
Kitle dinamiği daha da güçlenmiş, örgütlü harekete çok daha yatkın hale gelmiş biçimde tetikte beklemektedir. İktidarın en zayıf, kendisininse toplumsal meşruiyetinin en tartışılmaz olduğu anda Gezi'nin ikinci dalgası gelecek ve korku duvarının sanıldığı kadar kalın olmadığı görülecektir.
Sorun burada değildir; sorun muhalif siyaset oluşumlarının bu dalgaya ne kadar hazırlıklı olacaklarıdır.
Avantajlar ve dezavantajlar...
AKP'nin bugünkü ilk avantajı iktidar gücünü kullanıyor olmaktır. İkincisi ise arkasında hala hatırı sayılır bir oy desteği bulunmasıdır. Bunlar önemlidir ama belirleyici avantajlar değildir.
Zira AKP Gezi'den bu yana giderek yalnızlaşan bir güçtür. Erdoğan'da AKP içinde yalnızlaşan bir siyasal figür. Birbiri peşi sıra yaşanan sert olaylar tabanda kısa süreli bir dayanışma eğilimi yaratsa da, bu travmatik olayların parti örgütü ve tabanındaki orta vadeli etkisi çözülmeyi güçlendirici doğrultudadır. AKP içerde ve dışarıda destekleyiciden ziyade düşman üreten bir siyaset izlemiştir. Bu koşullarda çok muhtemel ki gelişecek ciddi bir kitle muhalefetine AKP içinden ve dışından dolaylı pek çok destek gelecektir.AKP'nin siyaseten dezavantajları avantajlarından kat be kat fazladır.
Oysa kitle muhalefetinin bu kez işçileri, kamu çalışanlarını ve Kürtleri de kapsayarak derinlik kazanması güçlü bir olasılıktır. Metal ve Petrokimya sektöründe ciddi huzursuzluk ve eylemler, kamuda yaşanan baskı ve yaygın hukuksuz tasfiyeler buna delalettir.
Sonuç yerine iki önemli hatırlatma...
AKP'nin iktidar gücünü OHAL ile perçinleyerek tümüyle hukuk ve kural tanımaz bir baskı gücüne dönüşmesi bu faşizan güce yönelik muhalefetin temel alanının parlamento dışında şekillenmesini zorunlu kılmaktadır. Parlamento işlevsiz hale getirilmiştir.
Böyle bir görevin altından tek başına ne kadar kakma becerisi gösterir bilinmez ama birkaç gün önce toplanan Demokrasi İçin Birlik Platformu, bizatihi bu gerçeğin ve ihtiyacın ürünüdür. Demokrasi İçin Birlik ya da benzeri bir platformun böylesi bir süreci örgütlemek için gerekli olduğu açıktır. Parlamento içindeki muhalefet kurumsal olarak değil ama siyasal olarak bu çabaları desteklemelidirler.
İkincisi ise bu muhalefet ne kadar faşizmi geriletmekle sınırlı kalmaz, geçmişin kapsamlı bir muhasebesi üzerinden etnik, dinsel ve mezhepsel haklar konusunda özgürleştirici ve kardeşleşmeci emek dostu bir seçeneğe dönüşebilirse, gelecek de o kadar aydınlık olur.
Ama her halükarda bu faşizan gidişe dur demek için birlik olmak zorunludur.
Milyonlarız ve nitelikliyiz...
Kürt-Türk, Alevi-Sünni birleşirsek başarırız.