Bu ülkede sadece bir olayla hem siyasi hakların hem ifade özgürlüğünün nasıl kısıtlandığını, Anayasa’nın birkaç maddesinin tek hareketle nasıl ihlal edilebildiğini izliyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz? “Ben lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye. Seviyesine inmeyeceğim bir alan bu. Seçim sürecinde de seviyesine inmeyeceğimi defalarca dile getirmiştim. Üzücü. Bir İçişleri Bakanı’na yakışmadı. 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ve Dünya’da ve Avrupa’da insanların gözünde düştüğümüz nokta konusunda olan biten şeylere baktığımızda, tam da 31 Mart’ta seçimi iptal edenler ahmaktır. Önce ona odaklansın. Benim inemeyeceğim seviyede. Devlet adamlığına davet ediyorum ama bıktım artık davet ede ede, o da bir karşılık bulmadı. Ben Strazburg’da ne söylediğimi gayet iyi biliyorum.” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, gazetecilerin kendisine 2019’da seçim sonrası gittiği Strazburg’daki sözlerine ilişkin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Avrupa Parlamentosuna gidip Türkiye’yi şikâyet eden ahmağa söylüyorum: Bu millet sana bu sözleri ödetecek” demesiyle ilgili görüşünü sorduklarında, uzun açıklamasının cezaya konu olan ilgili bölümü böyle. İmamoğlu, sözlerinin muhatabının YSK değil Süleyman Soylu olduğunu defalarca dile getirdi. Nitekim bizzat Soylu da böyle anlamış olmalı ki, İmamoğlu hakkında sözleri nedeniyle 2022’de şikayetçi olmuş. İmamoğlu’na ilişkin dava YSK üyelerinin şikayetleri üzerine açılmış; ancak o dönemki Başkan Sadi Güven ve diğer iki üye, oylamada seçimi iptal etmeme biçiminde oy kullandıkları gerekçesiyle şikayetçi olmamışlar ve herhangi bir mağduriyetlerinin bulunmadığını belirtmişler. Hatırlanacağı üzere 31 Mart 2019’da iptal eden seçim sonuçlarına göre 13 bin farkla kazanan İmamoğlu, 23 Haziran’da tekrarlana seçimlerde 806 bin farkla kazandı. Ahmak sözcüğü ise Türkçede “aklını gerektiği biçimde kullanma yeteneği bulunmayan kimse, bön, aptal” anlamında kullanılıyor. Aklı başında herkesin seçim iptali olaydan anladığı şu: YSK’daki AKP destekçisi çoğunluk ya talimatla ya telkinle ya da özgür iradeleriyle, ama ilk seçimde oluşan farkın azlığını görerek, tekrarlanan seçimde başka bir sonuç çıkabileceği kabulüyle ve yol yaratmak pahasına iptal kararı almışlar; zira seçim tekrarına gerekçe olarak sunulan seçim usulsüzlükleri hakkında hiç kimseye bir yaptırım uygulanmadı, açılan 3 ayrı ceza davasında da tüm sanıklar beraat ettiler. Meğer seçimi tekrarlatmaya gerek yokmuş! Bir an için, Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerini muhatap aldığını kabul edelim ve kendimizi İmamoğlu’nun yerine koyalım. Kazandığınız seçimi göz göre göre ve hukuka aykırı olarak iptal ediyorlar. Sonrakine girip tekrar kazanıyorsunuz. Tepkiniz herhâlde herkesin göstereceği tepkiden fazla olur. Üstelik İçişleri bakanı açıkça size “ahmak” demiş, hakaret etmişken. AİHM kararlarına göre ifade özgürlüğünün sınırları, siyasetçiler söz konusu olunca daha geniş. Kaldı ki, İmamoğlu sıradan bir vatandaş değil, dünyanın en büyük kentlerinden birinin yöneticisi, konu kamuyu ilgilendiren bir mesele, cezaya konu ifadeler bir soru üzerine verilen yanıtta geçiyor ve kendisine edilen bir hakarete yanıt veriyor, yani son derece sıcak bir ortamda verilen yanıt söz konusu. Peki, yaptırım ne? İki yıl yedi ay hapis cezası ve ceza iki yıllık kanuni sınırdan fazla olduğu için siyasi yasak. Elbette, bunun siyasi yasak bölümüdür önemli olan. İstinaf ve temyiz aşamalarından geçip ceza kesinleşirse, Soylu İmamoğlu’nu görevden hemen alacağını açıkladı bile. Seçime kala bu süreçlerin tamamlanıp tamamlanmayacağını yaşayarak göreceğiz, ancak soruşturma ve ilk derece kovuşturma aşamaları birer buçuk seneden toplam üç sene süren yargılamanın kanun yolları aşamaları toplam üç ayda tamamlanırsa kimse buna şaşırmayacak, çünkü “Yeni Türkiye”nin bu koşullarına artık şaşırmıyoruz. Özellikle yetmişli yıllarda başlayarak yaygınlaşan bir ceza hukuku akımı var: Adına “Depenelizasyon” deniyor, “cezasızlaştırma” olarak Türkçeye çevirebiliriz. Bu akıma göre, bugün suç kabul edilen kimi fiilleri ceza hukukunun kapsamı dışına çıkarmak gerekiyor. Mesela hakaret, özellikle de “madde-i mahsusa” yani özgüleme içermeyen sövme fiilleriyle ceza mahkemelerini meşgul etmeye gerek yok. Rahatsız olan, medeni muhakeme çerçevesinde tazminat davasını her zaman açabilir elbette, ancak ceza hukukunun böyle bir seçim silahına dönüşmesini istemeyenlerdenseniz, kaçınılmaz olarak “böyle suç mu olur” diyeceksiniz. Hakaret suçuna, kapsamı dışında uygulanan terör örgütü propagandasının yapılması, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama, Türklüğe hakaret gibi medeni ülkelerin ceza kanunlarında bulunmaması gereken bazı suçları da ben ekleyeyim. Bu ülkede sadece bir olayla hem siyasi hakların hem ifade özgürlüğünün nasıl kısıtlandığını, Anayasa’nın birkaç maddesinin tek hareketle nasıl ihlal edilebildiğini izliyoruz. Bakalım daha neler göreceğiz?