Loading...
“Bu çok matah makbul bir şey olmayabilir. Ama bu refleksi görmezden gelemeyiz” diye de altını çizmiş. Atalarımız, “sözün tamamı deliye söylenir” demişler.Kılıçdaroğlu’nun aday olma ihtimaline karşı hem de “makul söylemeliyim” demeyi de ihmal etmemiş. Demek istiyor ki, “biz kendi aramızda daha ağırını konuşuyoruz”. “Bu çok matah makbul bir şey olmayabilir. Ama bu refleksi görmezden gelemeyiz” diye de altını çizmiş. Atalarımız, “sözün tamamı deliye söylenir” demişler; Mülkiye’den mezun o şahsiyet de, cümleyi kurmuş ama tamamlamayı bize bırakmış. Şöyle tamamlanabilir mi onun cümlesi? “Yolsuzluğa pirim verir; haksızlığın âlâsını yapar. Yandaşını korur, liyakati önemsemez, ötekileştirir ve hepsinden önemlisi ayrımcılık yapar. Akraba sevicidir; oğluna, kızına kurdurduğu vakıflar aracılığıyla kamunun olanaklarını har vurup harman savurur. Yetkiyi verdiğimiz an, kamunun gücünü kamuya karşı kullanır.” Tamamlanamaz; çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu yakıştırmaların hiç biri Kılıçdaroğlu’na uymaz. O halde nasıl tamamlamamızı istiyor yarım bıraktığı cümlesini? Şöyle: “Kılıçdaroğlu Alevi olduğu için kazanamaz”. Bu tarz cümlelerin kurulduğuna tanık olduğumda, zihnim bütün Anadolu’da dolaşır ve gelip Ankara’da Kazan ovasına takılı kalır. Neden mi? Şundan: Murtazaabad’mış önceleri buranın adı; sonra Mürted olmuş ve nihayetinde de Akıncılar adını almış, tamamen renksiz, kokusuz ve de duygusuz. Tercüme etmemi ister misiniz? Murtazaabad, Ali’yi sevenlerin yaşadığı yer; Mürted ise dinden çıkanların yeri. Diyeceksiniz ki Ali’yi sevenler nasıl olmuş da Mürted olmuş? KAF DAĞINA ULAŞINCA… Acıklı ve hazin bir öykü; esasında Anadolu’nun pek çok yerinde benzer öykülere rastlarsınız. Neden mi? Ayrıntısı uzun sürer ama yukarıdaki sözleri sarfeden ve ne yazık ki Mülkiye gibi bir okuldan diploma alıp, “sol tarafın sevabı daha az” sözünü telaffuz ederek, “Alevi biri kazanamaz” diyen kafalar yüzünden… “Ne yapalım durum böyle” diyemezsiniz; kurduğunuz ayrımcı, ötekileştirici cümlelerin arkasında gizlediğiniz ve “durum” dediğiniz şeyden kendinize çıkardığınız “vazife” yanlıştır. Hakkın karşısında olduğunuzu unutup, sağınız ile solunuz arasında yaptığınız ayrımı matah bir şeymiş gibi anlatamazsınız; anlatırsanız, aklınızın düpedüz esir düştüğü anlamına gelir. Geldiğiniz yeri de, o yere gelmenize aracılık yapanları da, insanlığın evrensel mirasını da unuttuğunuzu hatırlatmak ne kadar doğrudur bilemem ama tarih denilen sürecin de insanlığın hafızası olduğu açıktır. İyisi mi Nazım’ın dizelerini “kıssadan hisse” kabul edip, bu defteri burada kapatalım: “Dünya bu, insan yürür, yükselir, çıkar yokuşu, gayrı öyle olur ki ilk hareket noktasına bir daha dönüp bakmaz. Bizi yedi kat yerin dibinden alıp sırtında götürürken zümrüdü anka kuşu budumuzdan et kesip veririz. Sonra Kafdağı'na ulaştık mıydı kuş unutulur biz buraya say-i zatimizle çıktık, deriz.”