Acemoğlu’na göre, toplumla devlet arasında dengeyi sağlayacak kurumları inşa ederken, toplumun devlete karşı güçlenmesini sağlamak gerek. Bu da ancak adalet sağlayıcı yeni mekanizmalar kuran, ihtilafları çözmek için kapasitesini geliştiren bir toplumla mümkün.
Prof. Dr. Daron Acemoğlu 19 Ekim 2021 tarihinde TÜSİAD Yönetim Kurulu’nda geleceği yeniden inşa etmek temalı bir konuşma yaptı. Gelecek için daha iyi kurumları nasıl inşa edebiliriz konusunu ele alırken, kurumların gelişmesi ve daha iyi işlemesinin adaletle sağlanabileceğini söyledi. Adalete ilişkin söylediklerinin birçok ekonomistin söyleyegeldiklerinden farklı bulduğum için burada adalete dair söylediği unsurları hukuki gelişmelerle harmanlayarak ele almak istiyorum. Hemen belirtmeliyim ki konuşma James Robinson ile beraber yazdıkları Türkçe’de Dar Koridor
[1] ismiyle yayınlanmış eserde yer alan fikirlere dayanıyor. Eseri henüz okumadım dolayısıyla değerlendirmeleri konuşmada belirttiği unsurlar üstünden yapacağım.
Genelde ekonomistler, yargı ve adalet konusunu, yargı kurumlarının ekonomik performansa ve refaha katkısı açısından değerlendiriyor. Karşılaştırmalı siyaset çalışmalarında da benzer bir yaklaşım görülebiliyor. Acemoğlu da iktisadın siyasete değen siyasi iktisat alanında çalışıyor. Adalet kavramını ele alırken, öncelikle felsefeci Philip Pettit’in adalet tanımını kullandığını ve adaleti “tahakküm ilişkisinden kurtulmak, başkasının merhametine tabi şekilde yahut keyfi dayatmada bulunabileceği kırılgan bir şekilde yaşamamak” olarak yaptığını açıkladı. Hatta bu tanımı siyasi ve ekonomik açıdan eşitsiz yaşamamak diye daha açtı. Adalete ilişkin olarak yaptığı ikinci vurgu ise,
adaletin bir tek yargı kurumları üstünden anlaşılamayacağı ve adaletin sağlanmasına toplumun katılımına yönelik oldu. Aslında hukukta yaşanan bazı gelişmeler, bu katılımın yahut toplumsallaşmanın halihazırda gerçekleşmekte olduğunu düşündürüyor.
Öncelikle, adaletin sadece yargı eliyle sağlanması gerçekten de mümkün değil. Sonsuz sayıda mahkeme açacak kaynak olmadığı gibi, bir çoğumuz yaşadığımız her uyuşmazlığı -iyi işleseler dahi- mahkemeye götürmeyi tercih etmeyebiliriz. Etmiyoruz da çünkü örneğin her gün yüz yüze baktığımız komşumuzla, ailemizle veya arkadaşımızla “mahkemelik olmak” istemiyoruz.
SON 40 YILDA HUKUKİ MEVZUATIN GENİŞLEMESİ TALEPLERİ ARTTIRDI
Diğer yandan, özellikle son 30-40 yıllık dönemde, insanlar giderek artan şekilde yargıdan ve sunduğu adalet hizmetinden memnuniyetsiz hale geldi. Türkiye yargının siyasi olmasına odaklanmış olsa da bu durumun söz konusu olmadığı birçok ülkede bile, yargının kötü performansı önemli bir mesele. Bu anlamda, yargının bireyler veya kurumlar arasındaki ihtilafları makul bir zamanda, makul bir masrafla, öngörülebilir bir şekilde çözemediğini görüyoruz. Bunun birçok nedeni var. En basitinden özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hukukun giderek artan derecede yaşamın her alanını düzenlemeye başlaması, dolayısıyla hukuki mevzuatın sonsuz genişlemesi, yargıya yönelik hukuki taleplerin sayısını önemli ölçüde artırdı. Ancak yargı kurumları bu çeşitlenen ve artan taleplere cevap verebilir hale gelmedi. Zira hukuki usuller ve mekanizmalar kitlesel talep patlaması düşünerek planlanmış değildi. Üstelik birçok ülkenin yargısı kadar uluslararası yargı makamları -en bariz örneği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi- bakımından da bu sorunlar benzeşiyor. Bu sorunları çözebilmek için son yıllarda geliştirilmiş birçok reform fikri de bulunuyor. Ancak bunların birçoğu yargının görevini yerine getirmesine dair temel paradigmaları radikal şekilde değiştiremiyor. En basitinden, kanunla belirlenmiş on günlük cevap süresini kısaltamıyorsunuz. Oysa insanların iletişimi on dakikada hatta on saniyede ilerler hale gelmiş durumda. Bu durumda yargının arkaik kalması kaçınılmaz.
İşte tam da burada adaletin toplumsallaşması konusu önem kazanıyor. İnsanlar hâkim denilen bir şahsın kendilerine bir sonucu devlet eliyle dayattığı mahkemelerden beklediklerini bulamadıkça, arabulucu gibi üçüncü bir kişinin kolaylaştırıcılığında çözümü kendilerinin bulduğu alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerine yöneliyor. Böylece hem süre hem masraf hem de katılım bakımından yargının katı mekanizmalarından uzaklaşıyor. Bu sürecin toplumsallaşma bakımından en önemli sonucu, bireylerin kendi sorunlarını kendi başına çözerken, bunu başka ihtilafların çözülmesinde kullanma kapasitesine de erişmesi; bunun normalize olması ve giderek çoğalması. Çünkü bir kez kullanıp faydasını gördüğünüz bir hukuki yönteme veya hakka dair bir farkındalığınız olur. Bunu başka alanlarda da kullanabilmenin yollarını ararsınız.
E-TİCARET SİTELERİNİN OLUŞTURDUKLARI HUKUK MEKANİZMALARI
Nitekim bugün teknoloji sayesinde, uyuşmazlık tarafları yüz yüze bir araya gelmeden bile sorunlarını çözebiliyor. Özellikle e-ticaretin ne denli yaygınlaştığını düşünürsek, Amazon, EBay
[2], Ali Baba gibi milyar dolar günlük hacmi olan platformların kendi çevrim içi uyuşmazlık çözümü mekanizmalarını kurduğunu ve platformlarında sorun yaşayan satıcı-alıcı arasındaki ihtilafları buralara yönlendirdiğini görüyoruz. EBay’deki yılda 60 milyon ihtilaf bulunduğunu ve ortalama ihtilafın 75 Dolarlık olduğunu düşünürseniz, pratik bir ihtiyaca cevap vermek için kurulan bu sistemin, aslında insanların sorunları yargı dışı başka mekanizmalar eliyle çözebilmesini normalize eden ve dolayısıyla toplumu güçlendiren bir sonucu olduğunu da görebiliriz. Bunu sadece alım-satım yapılan platformlar üzerinden değil Uber’den, Airbnb’ye yeni hizmet sunum platformları üstünden de düşünmek mümkün. Bu anlamda aslında bu platformlar, 75 Dolarlık bir ihtilaf için bir dava açması muhtemel olmayan ve içinde bulunduğu eşitsizliğe katlanmak durumunda olan bir alıcı için kırılgan bir şekilde yaşamamak imkanını sunuyor. Bu platformların Türkiye muadillerinden birisi olan Yemek Sepeti’ne baktığınızda, doğacak ihtilafların hala İstanbul mahkemelerine yönlendirdiğini görmek mümkün
[3].
Diğer yandan, insanlar hak arama süreçlerinde yeni mekanizmalar kurmaya devam ediyor. Bunlar arasında öğrenciler ile üniversite yönetimi arasındaki uyuşmazlıkların ele alındığı kampüs ombudsmanlığı
[4] olduğu kadar, finansal ombudsman, tüketici ombudsluğu, medya ombudsluğu olduğunu da görebiliriz. Hatta Dünya Bankası’ndan Birleşmiş Milletler’e kurum içi ombudusluğun işyerlerindeki ihtilafları çözmek için kurulduğunu görüyoruz. Bazı kurumlar etik kodlar benimseyerek, bir anlamda işyerlerindeki doğru davranışları ortaya koymayı ve doğabilecek ihtilafları önlemeye çalışıyor. Dahası, insanların kişisel ilişkilerinde yaşadıkları ihtilafları çözmek için, koçluk, terapi, kişisel gelişim gibi yöntemlerden giderek daha fazla yararlandığını görüyoruz. Bunlar en nihayetinde insanların ihtilaf çözümünde daha aktif rol oynamasını yaygınlaştıran dolayısıyla adaleti toplumsallaştıran usuller. Peki bu neden önemliydi? Acemoğlu’na göre, toplumla devlet arasında dengeyi sağlayacak kurumları inşa ederken, en azından bizim gibi toplumlarda, toplumun devlete karşı güçlenmesini sağlamak gerek. Bu da ancak ihtilaf çözümünü devletten bekleyen değil, adalet sağlayıcı yeni mekanizmalar kuran, bunları kullanan, ihtilafları çözmek için kendi kapasitesini geliştiren bir toplumla mümkün. Bu verdiğim örnekler bakımından Türkiye nerede dersiniz?
---
[1] Daron Acemoğlu & James Robinson, Dar Koridor, 2020.
[2] EBay’in sözkonusu çevrim içi platformunu kurmuş olan Colin Rule ile yapmış olduğum mülakatın Türkçesini dinlemek için: https://app.blogcast.host/bX9EXrJxQ 3
[3] Yemek Sepeti’nin kullanıcı sözleşmesindeki 12. Maddenin son satırına bakılabilir. https://www.yemeksepeti.com/kullanici-sozlesmesi
[4] Türkiye’de ilk defa Altınbaş Üniversitesi’nde kurulmuş olan ombuds Gizem Güray ile yapılmış olan mülakat için: https://soundcloud.com/anlasabiliriz-wecanfaway/insanlar-hak-arama-sureclerinde-yeni-mekanizma-ariyor-konuk-gizem-guray?si=d0d71dae16f949c48e4c194fa33a2eb4