Hukukun idesinin ve amacının ne olduğu sorusu çok eski zamanlardan beri sorulan bir soru. Modern hukuk ve İslam dininin bulunduğu bu topraklarda nasıl bir hukuk rejimi bu ideyi gerçekleştirebilir? Doç. Dr. Fatih Öztürk yazdı.  Bu ülke son 10 yıldır (kanaatimce 7 Şubat 2012, MİT krizinden beri) çok ciddi badirelerle karşı karşıya kaldı ve maalesef pek çoğundan çok ciddi zararlarla çıkabildi. Son yıllarda sıklıkla dile getirilen en büyük badire “adaletin işlemeyişi” olsa gerek. Malum olduğu üzere anayasa hukukunun faaliyet alanı esasen siyasetin hukukileştirilmesidir. Yedi yüzyıldan fazladır bu ülkede farklı kültürlere ve inançlara her daim kucak açılmış ve korunma sağlanmıştır.

Fakat son iki yüzyıldır bu anlamda sicilimizin çokta düzgün olmadığı bir realitedir. Hele son 20 yıldır kapitalizmin farklı arayışlara girerek kendini kaçınılmaz sondan kurtarma çabalarının bu anlamda daha çok hataların yapılmasına sebep olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu satırların yazarı prensip olarak hayatında hiçbir siyasi partiye külliyen destek vermemiştir, bu ülke için iyi ve güzel olanın kimden gelirse gelsin kabulümdür düşüncesinde olan birisidir.

Hukukun gayesi her sistemde en azından teoride de olsa "adalet" ten başka bir şey değildir. Adalet herkese su, hava gibi lazım olan sosyal hayatın dinamiklerini ayakta tutan en temel kaledir. Onun olmadığı yerde hiçbir şey uzun soluklu olamaz. Hukuk insan içindir, insan hukuk için değildir. Hukuk, adaletin ikamesi için araçtır. Hukuk, gaye değildir. Hukuku gaye olarak benimsemek, pozitif hukukun esiri olmak demektir. Yani güçlü ve kuvvetli olanın esiri olmak demektir. Oysaki hukukun gayesi hakkın yani doğrunun ve haklının emrinde olmaktır.

Kara Avrupa'sı hukuk sisteminde hukuk devleti (state of law), Anglo-Saxon hukuk sisteminde hukukun üstünlüğü (rule of law) denilen, İslam hukukunda daha somut bir şekilde "yeryüzünde adaletin inşası" kavramı ile ifade edilen bir sistem nasıl kurulabilir? Bu kurulan sistem ile siyaset nasıl hukukileştirilebilir? Hukukileştirilebilen siyaset yani anayasa hukuku hangi sınırlarda görevini ifade edecektir:

Adaletin inşası için ilk şart samimiyet ve yalansız olmaktır. Bu nedenle, din-düşünce ve fikir hürriyeti şiddetin olmadığı ve başkalarının inancına saldırı olmadığı müddetçe (nefret suçu) hiç bir şekilde yasaklanamaz. Ayrıca, her türlü inanç ve grup ile ülkenin kaynakları eşitliğe dayalı bir şekilde paylaşılmalıdır. Yani devlet ve toplum kaynakları adil ve eşit şekilde bölüştürülmelidir. Hukuk yapımı toplumun elitistleri veya elitist olduğu hâlde elitist olmayanlar rolünü oynayanlarca gerçekleştirilmemelidir. Toplumun en geniş kesimlerini temsil edenler eliyle hukuk yapımı gerçekleştirilmelidir.

Sadece hakimler değil, savcılar da bağımsız ve tarafsız olmalıdır. Din adamları, hakim ve savcılar o çevrede yaşayan insanlar tarafından seçilebilmelidir. Böylece, bu göreve talip olanlar arasında olumlu bir rekabet yaşanarak daha kaliteli hizmet sunacak kişilerin önü açılacaktır. Elbette, alt yapısı olmadan ve ciddi bir şekilde şartlarını belirlemeden böyle bir modelleme popülist kişilerin önünü de açabilir. Aynı şey nasıl ki siyasette her daim mümkün olduğu gibi bu alanlarda da olabilir. Şahsi kanaatim böyle bir riski göze almaktan kaçınmamak lazım.

Seküler veya diğer bir tabirle laikçi sistemlerin özellikle İslam inancına sahip toplumlarda ki en büyük açmazlardan birisi olan hukuk ve din arasındaki ikilemi kaldıracak şekilde çalışmaların ciddi bir şekilde önünün açılmasıdır. Özellikle, medeni hukuk alanında kişilerin inançlarına göre yaşayabilmeleri için hukuk sistemleri modeller oluşturabilir. Bu hususta, Birleşik Krallık, ABD ve Kanada'nın bazı eyaletleri, İsrail ve Hindistan örnekleri incelenebilir.

Siyasetin gayesi adaletin inşası eliyle yönetilenlerin mutluluğunu ve huzurunu sağlamak olarak belirlendiğinde, anayasa hukuku da temel hak ve hürriyetlerin garanti edilmesini sağlayan bir alan olarak işlev görecektir. Böylece, ülkemizdeki anayasa hukuku kitapları ve makaleleri devletin hukuku alanından çıkıp bireysel başvuru yoluyla açılmış olan hak ve hürriyetleri korumaya odaklanacaktır.
Her türlü inanç ve grup ile ülkenin kaynakları eşitliğe dayalı bir şekilde paylaşılmalıdır. Yani devlet ve toplum kaynakları adil ve eşit şekilde bölüştürülmelidir. Hukuk yapımı toplumun elitistleri veya elitist olduğu hâlde elitist olmayanlar rolünü oynayanlarca gerçekleştirilmemelidir.
Böylece, siyaset bilimi alanındaki konular kendi mecrasına geri çekilmiş olacaktır. Anayasa hukukçuları da siyaset mühendisliği yerine milletin hak ve hürriyetlerinin korunmasına öncelik vererek, devletin işleyişi ile ilgili konuları ötelemiş olacaklardır. Siyasetin sınırları hiç bir şekilde başkalarının özel hayatına girerek rencide etmek, şeref ve haysiyetiyle oynamak olmamalıdır. Siyasete girişe ekonomik imkanlar engel olmamalıdır. Siyasi partiler devletten yardım almamalıdır. Siyaset alanı para kazanma aracı değil, millete ve ülkeye hizmet aracı olacak şekilde oluşturulmalıdır.

Kapitalist modellemeye dayalı rekabetçi anlayış yerine yardımlaşmaya dayalı ekonomik sistem inşa edilmelidir. İnsan insanın kurdu olamaz, olsa olsa dostu ve arkadaşı olmalıdır, ya da en azından bir arada yaşayan ve paylaşmak zorunda olan varlıklar olarak birbirine daima ihtiyacı olduğunu bir an bile hatırından çıkarmayan komşular olarak modellemeler inşa edilmelidir. Bağımsız ve tarafsız basın için her türlü imkânı sağlayacak kanallar hukuk ve ekonomik sistemde sunulmalıdır. Bu sayede milletin yani yönetilenlerin yönetenleri denetlemesi mümkün olabilecektir.

Yönetenlerin yakınları devlet görevinde ve ihalelerde hiçbir şekilde yer almamalıdırlar. Bizi yönetenlerin yönetimde oldukları sürece ticaretle uğraşmaları da yasaklanmalıdır. Milletin yönetimi denetleyebilmesi için milletin yönetime katılımı en şeffaf ve en etkin şekilde sağlanmalıdır. Devlet için çalışanlar (devletin ajanları) hiç bir şekilde koruma zırhına büründürülerek hukuki denetimden kaçırılmamalıdır. Hangi şartta olursa olsun idarenin her türlü eylemi ve işlemi yargısal denetime tabi olmalıdır. Çünkü istisnaların zamanla genellik kazanarak en büyük hak ihlallerine zemin oluşturduğuna insanlık ve Türkiye tarihi şahittir. Yanlış yapanların bedelini ödemediği bir sistemde hukukun üstünlüğünden bahsedilemeyeceğinden hukuk dışı kavramların (çevre bilgisi ve kanaate dayanılarak) arkasına dayanılarak ak ile karanın kolayca harmanlanabildiği gri alanların önüne geçmek için bilerek ve kasti olarak hareket ederek hukuku katledenlerin mutlaka hesabını vereceği bir sistem inşa edildiğinde; hem hukuk devletine yani hukukun üstünlüğüne diğer bir ifade ile adaletin inşasına kavuşulmuş olacaktır. Böylece, siyaset de büyük bir ölçüde hukukileştirilerek anayasa hukukunun sınırları daha net bir şekilde çizilebilecektir. Türkiye ve benzeri ülkelerde hatta daha da ileri giderek şu an dünyanın her yerinde yaşanan haksızlıklar ve adaletsizliklerin müsebbibi, hukuk devletinin inşasını engelleyenler, şerefli ve namuslu insanları hayata küstürenler; siyaseti şahsi menfaatler ve çıkarları için yapanlar, inandıkları gibi yaşamayanlar, diğer tabirle yaşadıklarına inanmayanlar yani bu topraklara ait tabirle İKİYÜZLÜLER, İslam hukukunun ifadesiyle MÜNAFIKLARDAN başkası değildir. * Ümidim o ki; yakın bir gelecekte Türkiye solu İslam inancını ve değerlerini modernist tabiriyle siyasal İslamcılardan değil; gerçek ve samimi Müslüman olan, Anadolu’nun hâlâ tam anlamıyla keşfedilmemiş büyük bir değeri olan, Kurtuluş Savaşı’nın destekçisi ve bu ülke halklarının bir arada birbirinin hukukuna riayet ederek kardeşçe yaşaması için ömrü boyunca mücadele etmiş olan, Şeyh Said’e mektup yazıp isyandan vazgeçirmeye çalışmış olan, bu ülkenin Kürt evlatlarından biri olan Bediüzzaman Said Nursi’den öğrenir. Yazının başlığındaki tabir “Bediüzzaman” dan mülhemdir.

ü