Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ilk on yıllık ekonomik başarısı!
2002 - 2013 yılları arasında Türkiye aşırı ucuzdu. Ülkeye döviz yağdı, enflasyon ve faizler düştü. Biz üretmekten vazgeçip ithalatçı olduk. Gırtlağa kadar borçlandık. Bu parayı geri ödemeyecek gibi yol, köprü yaptık. Sonunda asfalt, beton ve devasa borçla kalakaldık.
İktidar değişip 2003 ayarlarımıza döndüğümüz anda Türkiye’ye yine döviz yağacak. Umarım yeni iktidar bu paranın babasının parası olmadığını, geriye gideceğini hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Yoksa 10 yıl sonra bir trilyon dolar dış borç ile çöker, daha da toparlanamayız.
2003 – 2013/ŞEYTAN AYRINTIDA GİZLİDİR!
Ağustos 2001’de kurulan AKP, 14 ay sonra Kasım 2002’de tek başına iktidar oldu. Türkiye uzun zamandır koalisyon stresi, hasta başbakan, uyumsuz bakanlar kurulu haberlerinden bunalmıştı. Enflasyon alıp başını gitmişti. Genç, vizyonu olduğunu söyleyen, Avrupa Birliği’ne tam üyeliğini en büyük hedefi gösteren, IMF ile anlaşmasına sıkı sıkıya bağlı, demokrasi ve özgürlük savaşçısı kimliği sergileyen bir lider ve parti; hem vatandaşın hem de global sermayenin “olurunu” alarak iktidar oldu.
USD/TRY, 1999 yılının başında 0.24 dolar iken, 2000 sonunda 0.65 dolara, 2001 sonunda 1.70 dolara çıkmıştı. İki yılda Dolar, TL karşısında yedi kat artmıştı. 2003 Mart ayına kadar da 1.70 – 1.80 arasında kaldı.
Türkiye, 2002 yılı boyunca Merkez Bankası gecelik borç verme faiz oranı % 50- 60 arasında, tahvil piyasası faiz oranı %55-70 arasında geziniyordu. FED faizleri 2002- 2003 yıllarında %1 ile %1.25 arasında dolanıyor, ABD 10 yıllık faizleri 2002 sonunda %5 civarındayken, İki yıllık tahvilleri %3.5 seviyelerinde dolanıyordu.
ABD borsaları kar realizasyonu yaşıyordu. Dow Jones endeksi 1996 yılında 4.500 puandan 2001 ilk yarısında 11.700 puanı görmüş dört yılda iki buçuk kat değer artırmış, daha fazla yukarı gitmek için hikaye bulamıyordu. Türkiye borsası ise 1999 yılında 3.5 dolar seviyesini görüp ardından 2001 yılı sonlarında 0.45 dolar seviyelerine kadar inmiş, Türk hisseleri 8 kat ucuzlamıştı.
Yabancı bir yatırımcı olduğunuzu düşünün, cebinizde dolar var. Amerika’da hisseler pahalanmış, faiz %1.5 ile %5 arasında. Türkiye ise sudan ucuz hale gelmiş. 1999 yılında ister konut, ister şirket alacak olsalar 100.000 dolar ödemeleri gerekirken, 2002 yılında aynı konut ya da şirkete 15.000 dolara sahip olabiliyorlardı. 1999 yılında 100.000 dolara sahip olacakları Türk hisselerini 2002 yılında artık 12.500 dolara alabiliyorlardı. ABD veya Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde faiz %1.5- 5.00 arasında iken Türkiye’de faizden %55-70 arası faiz kazanabileceklerdi. Siz olsanız bu masalsı gelir fırsatını kaçırır mıydınız!?
Kaçırmadılar. Fed faizlerini 2003’ten 2006 yılı ilk çeyreği sonuna kadar %1.00’den %5.25 seviyesine kadar artırmasına rağmen Türkiye’ye gelmeye devam ettiler.
Doğrudan Yabancı Yatırım; 1923 – 2002 yılına kadar Türkiye’ye gelen net doğrudan yabancı yatırım tutarı 10.800 dolar iken 2003-2008 arası altı yılda 76.100 doları buldu. Yıllık ortalama her yıl 12.700 dolar giriş olmuş. 2006 yılında 21.2 milyar dolar ve 2007 yılındaki 22 milyar dolar, şimdiye kadar ki en yüksek net sermaye girişleri. 2009 ve 2010 yılında giriş 9 milyar ortalamaya düştükten sonraki yıllarda 2018 yılına kadar 12.000 dolar ortalama giriş gerçekleşti. 2019 yılında 9,2 milyar dolara, 2020 yılında 7.7 milyara kadar düştü.
Krize rağmen gayrımenkul fiyatları düşmedi; 2006 ve 2007 yıllarındaki girişin yedi de biri (3 milyar dolar) gayrimenkule gelirken, 2019 ve 2020 yılındaki girişin ise yarısından fazlası (5 milyar dolar) gayrimenkule geldi. Son yıllarda ekonomik kriz yaşamamıza rağmen gayrimenkul fiyatlarının 2001 krizinde olduğu gibi düşmeyip hatta artmasının sanırım en büyük sebebi bu girişler oldu.
Yabancı portföy yatırımları; Türkiye’ye gelen yabancı portföy yatırımları ise daha dikkat çekiciydi. 2003 yılında tahvil faizleri %55-70 arasında, Borsa İstanbul ise 0.45 dolar seviyesindeyken Türkiye’deki yabancıların 4 milyar doları DİBS de, 6 milyarı hisse de olmak üzere toplamda 10 milyar dolarlık portföyleri vardı. 2008 yılına geldiğimizde yabancıların portföyü hissede 32 milyar dolar, tahvilde 64 milyar dolar toplamda 96 milyar dolara çıkmıştı. 10 milyar dolardan 96 milyar dolara. USD/TRY ise bu süre zarfında ülkeye hem portföy hem doğrudan yatırım gelmesiyle 1.60’dan 1.20 seviyelerine kadar düştü.
2009 yılında Global kriz ile 34 milyar dolara kadar düşen yabancı porföyü 2013 yılında Türkiye’nin halen çok ucuz olması ve gelişmiş ülkelere göre deli faiz vermesi ile 150 milyar dolar seviyesine çıkmıştı. 2012 sonunda Türkiye’de tahviller 2003 yılına göre %60 seviyelerinden %10 seviyelerine düşmesine rağmen ABD tahvilleri %0.25-2 arasındaydı. Tahvil getirisi Türkiye’de halen en az beş katından fazlaydı.
Dolar düşerse, Faiz düşer; Dolar, 1.60 seviyelerinden 1.20 TL ye düşünce Türkiye’nin maliyetleri hızla gevşemeye başladı. 2000 li yıllarda Türkiye ithalatının %65 i hammadde ve ara maldı. İtahalat maliyetimiz birden azaldı. Maliyetler genel düzeyi düşünce 2002 yılında %30 civarında olan Tüfe oranı 2005 yılına geldiğimizde %8 e 2008 yılında %10 oldu. Enflasyon düşmeye başlayınca TCMB faizleri düşürmeye başladı. 2003 başında %50 olan MB gecelik borç verme faizi %50 civarındayken 2006 yılında %16.25’e kadar gevşedi. Türkiye’ye döviz girip TL değerlendikçe enflasyon düşüyor, enflasyon düştükçe faizler düşüyor. Bunu 2003- 2008 arasında net gördük. 2009 – 2013 arasında ise döviz yatayda ya da makul bir artışta kaldığında ülkeye döviz girdiği müddetçe enflasyonun düşüp, faizleri düşürdüğünü bir kez daha yaşadık.
Borçlandık; Faizlerin düşmesi şirketlerin ve vatandaşların kredi kullanımını artırdı. 2003 yılında %55 olan kredi faizi 2008 yılında %20 ye, 2013 yılında %10 seviyelerine kadar gevşedi. 2002 yılında 170 milyar TL olan kredi hacmi 2009 yılında 360 milyar TL ye, 2013 yılında ise 1 trilyon TL’ye ulaştı. Türkiye’nin 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borcu ise 2013 yılında 400 milyar dolara çıktı.
Üretimden Vazgeçtik. Yabancıların getirdiği yatırım ile yurtiçi ve yurtdışı bankalardan alınan krediler birleşince bir anda Türkiye pembe bir refaha kavuştu. Milli Gelir arttı. Yurt dışından almak Türkiye’de üretmekten daha ucuz olduğu için hem tarımda, hem sanayide üretmekten vazgeçtik.
Bir tanıdığımın İzmir Çiğli Organize Sanayide bir fabrikası vardı. Yanında 85 personel ve iki oğlu çalışıyordu. Kendisi ile birlikte 88 kişilik istihdam demekti bu. Ürettiği malın maliyeti 2008 yılında 5.00 TL idi. Aynı ürünü Çin’den 1.00 dolara ithal etmeye başladı. Bir dolar 1.50 TL civarında olduğundan maliyeti 1.5- 2.00 liraya düşmüştü. Üretimini tamamen durdurup ithalatçılığa başladı. 88 kişilik istihdam toplam 5 kişiye düştü. Şimdi aynı ürünün Çin’den maliyeti 2.0 dolar civarı. 2x 9.00 = 18 TL. Kendisi üretseydi 18 TL olur muydu maliyeti!? Sanmıyorum. Ama Türkiye’nin istihdamı kesin 83 kişi fazla olurdu. Tarımda da benzer durum yaşadık. Düşük döviz sebebiyle 2013 yılına kadar dışardan almak Türkiye’de üretmekden daha ucuza geldiğinden üretimi bırakıp tarım ithalatçısı olduk.
Bu zaman dilimi yabancılara ne kazandırdı!? 0.45 dolardan aldığı Türk hisselerini 5.00 dolardan sattı. %50 ortalama ile edindiği Türk tahvillerini %10 dan sattı. 1.60 liradan satttıkları dolarlarını, 1.50 liradan aldılar üstelik. Buradaki kazancı ayrı bir yazıda detaylı anlatırım ama, ettikleri kazancı rüyanızda bile göremezsiniz.
2002 – 2013 yılları arasında Türkiye’nin aşırı ucuz olması sebebiyle ülkeye yağan döviz sonrası döviz fiyatları düştü, enflasyon düştü, faizler düştü. Biz üretmekten vazgeçip ithalatçı olduk. 2002 yılında ithalatımızın %65 i hammadde ve ara mal iken günümüzde %85 e çıktı bu oran. Yurt dışı ve yurt içinden gırtlağımızın üstünde borçlandık. Bu parayı geri ödenemeyecek gibi yol, köprü yaptık. Adamlar paralarını alıp gidince biz asfalt, beton ve devasa borçla kalakaldık. Döviz artıkça fiyatlar arttı. Enflasyon artıkça faizler artı. Dövizi sabit tutalım diye gerçek rakamların altında piyasaya döviz sürdük. Bu sefer kasadaki döviz buharlaştı.
Bugün Türkiye yine acaip ucuz ve yine çok yüksek faiz veriyor. İktidar değişip 2003 ayarlarımıza döndüğümüz anda Türkiye’ye yine döviz yağacak. Umarım yeni iktidar bu paranın babasının parası olmadığını, geriye gideceğini hiçbir zaman aklından çıkarmaz. Yoksa 10 yıl sonra bir trilyon dolar dış borç ile çöker, daha da toparlanamayız.
(Not: Yazıdaki yorumlar, kişisel düşüncelerimdir. Bu yüzden hiç biri yatırım tavsiyesi değildir.)