Pazar Politik Gündem

ABD’de Silicon Valley Bank’ın (SVB) batışı ve çıkarılacak dersler

Abone Ol
Ülkede faiz oranlarının yükseleceğini FED Başkanı sürekli söylerken, SVB’nin kaynaklarının önemli bir bölümünü düşük faizli menkul kıymetlere yatırması faiz oranı riskinin gerçekleşme olasılığını hiçe saymaktan başka bir şey değildir. ABD bankacılık sektöründe son dönemde yaşanan gelişmeler bütün dünyada endişe yaratmıştır. İlk aşamada Silvergate Capital isimli bankanın batması sektörde çok dikkat çekmemişti. Ancak çok zaman geçmeden ABD’nin 16. büyük bankası olarak bilinen Silicon Valley Bank (SVB)’ın batışı hem ABD’de hem de bütün dünyada akıllara 2008 küresel krizini getirmiştir. O zaman da ülkenin büyük bankalarının batışı görülmüştü. SVB’den sonra üçüncü olarak da Signature Bank iflasını açıkladı ve bu bankaya da kayyum atandı. SVB’nin iflası, ABD’de 2008’deki küresel kriz sonrası, kayıtlara geçen en büyük banka iflaslarından biri olmuştur. Sistem açısından bu üç bankanın peş peşe batması endişe yaratsa da aslında üç bankanın batışının gerekçelerinde farklılıklar bulunmaktadır. Silvergate Capital ve Signature Bank daha çok kripto piyasalarında yaşanan gelişmelerden olumsuz etkilenmiş ve nedenle sıkıntı yaşamış görünmektedir. SVB’nin batışı ise bize hem geçmişte yaşanan ve ülkemizde de benzer sürecin görüldüğü Demirbank batışında yaşananları hatırlatmakta hem de bankacılık sistemimizin içinde bulunduğu ortam açısından önemli riskler taşıdığını göstermektedir. SVB’nin geçmişine baktığımızda; Banka 1983’te kurulmuş ve teknoloji üretim sektörü bankacılığında uzmanlaşmıştır. Bu çerçevede genellikle start-up şirketlere (girişim şirketlerine benzeyen bu şirketler, daha çok yazılım, pazarlama, finans ve teknoloji üzerine kurulu olan, hızlı büyüme için tasarımlanmış ve buna uygun teknolojiyi kullanan ve sunan şirketlerdir) kredi veriyordu. Start-up şirketlerin halka arzlarına da yardımcı olan SVB, 200 milyar $’ı geçen varlıkları ile ABD’nin büyük bankaları arasında yer alıyordu. Son 10 yılda hızla büyüyen Banka’nın, 8.500’den fazla çalışanı bulunmaktaydı. SVB, Forbes dergisi tarafından her yıl yayınlanan “Amerika’nın En İyi Bankaları” listesinde son 5 yılda hep ilk 100 içinde yer almıştır. SVB, belirttiğimiz gibi daha çok start-up teknoloji şirketlerini fonlayan bir bankaydı. Pandemi dönemi bu şirketlerin yıldızlaştığı ve yüksek getiriler elde ettikleri dönem olmuştur. Bu şirketler hızla artan yüksek kazançlarını SVB’de mevduat olarak tutmaktaydılar. Buna bağlı olarak 2020-2021 yıllarını kapsayan pandemi döneminde SVB’nin toplam mevduatları büyük oranda artmış, 2022 başlarında da 200 milyar $’a yaklaşmıştır. SVB bu fonların bir bölümünü kredilendirmede kullanmakla birlikte, çok hızlı artan mevduatının bir bölümünü de geri ödenmeme riski sıfır olan ABD hazinesinin borçlanma araçlarına yatırmıştır. Dolayısıyla Banka’nın 2020 sonlarında yaklaşık 30 milyar $ olan hazineye ait ya da hazine garantili tahvil portföyü 2021 sonunda 130 milyar $’a yaklaşmıştır. Bilindiği üzere o dönemlerde FED faiz oranları sıfır düzeyindeydi ve ABD tahvil faiz oranları %2’nin altındaydı.
Banka’nın tahmin etmediği ikinci üstlenilen risk devreye girerek faiz riskinin gerçekleşmesine yol açmış ve dolayısıyla bankanın batmasını tetiklemiştir. O risk de yoğunlaşma riskidir.
Kredi riski açısından risksiz görünen bu durum gerçekte çok ciddi bir faiz oranı riski taşıyordu. Çünkü 2021 yılında FED sürekli faiz oranlarının yükseltileceğini söylüyordu ve sadece zamanlama konusunda belirsizlik vardı. Sonuçta 2022 Mart ayında başlayan ve hâlen devam eden faiz artışları ile faiz oranları 4,50-4,75 aralığına kadar yükselmiştir. ABD Merkez Bankası FED’in faiz artışlarına gitmesi, SDV’nin tahvil portföyünün piyasa değerini düşürmüştür. Çünkü faiz oranları yükselirken elinde düşük faiz oranlı menkul kıymet stoğu vardı. SVB bu varlıkları elden çıkarmak zorunda kalmayıp, vadelerini bekleyebilse batacak kadar bir sorun yaşamayabilirdi. Ancak mevduatlarını SVB’de tutan start-up şirketleri de yüksek faiz ortamından olumsuz etkilenmişti. Çünkü daha önce bu tür şirketlere yatırım yapan “risk sermayesi fonları” eskisi kadar bu şirketlere yatırım yapmamaya başlamıştı. Aynı zamanda birçok start-up şirket için dışarıdan kaynak yaratma yüksek faiz oranları nedeniyle daha maliyetli hâle gelmeye başlamıştı. Sonuçta SVB müşterileri likidite ihtiyaçlarını karşılamak için bankadaki mevduatlarını çekmeye başlamışlardır. 2022 yılı içinde SVB’nin mevduatlarında önemli sayılabilecek azalma yaşanmıştır. Bu durumda SVB mevduat çekilişlerini karşılamak için elindeki tahvil portföyünün bir bölümünü zararına satmak zorunda kalmıştır. En son 8 Mart 2023’de SVB 21 milyar $’lık tahvilini, 1,8 milyar $ zararla elden çıkardığını açıklamıştır. Bu haber SVB hisselerinin %60 düşmesine neden olurken piyasada olumsuz söylentilerin de artmasına yol açmıştır. Bu gelişmeler sonrasında mevduat sahiplerinin panik hâlinde mevduatlarını çekmeye çalıştıkları görülmüştür. Bu hızlı çekiliş talebi doğal olarak karşılanamamış ve banka iflas etmiştir. Ardından Federal Mevduat Sigortası Kurumu (FDIC) bankaya el koymuştur. Panik olmaması için de mevduatın tamamının sigorta güvencesine alındığı açıklanmış ve böylece panik havası önemli ölçüde dağıtılmıştır. SVB’nin batışının bankacılık sektörünün geneline yayılan herhangi bir sorun yaratması beklenmemektedir. SVB büyük bir banka olmakla birlikte, önemli ölçüde teknolojiye dayalı ve girişim sermayesi destekli şirketlere hizmet veriyordu. Bu şirketlerin bulunduğu sektör özellikle geçtiğimiz yıl, ekonomik gelişmelerden olumsuz etkilenen sektördü. Diğer bankalarsa çok daha çeşitlendirilmiş farklı sektörler ve müşteri tabanlarına sahiptirler. Bu nedenle ellerindeki tahvilleri satmak zorunda kalmaları beklenmemektedir. SVB’nin batışı basite indirgenerek ABD’de faizlerin yükselmesine dayandırılabilir. Ancak yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, gerçekte öncelikle bankanın risk yönetimindeki başarısızlığına ve ikinci olarak da denetim zafiyetinin etkisine bağlı olduğu görülmektedir. Ülkede faiz oranlarının yükseleceğini FED Başkanı sürekli söylerken Banka’nın kaynaklarının önemli bir bölümünü düşük faizli menkul kıymetlere yatırması faiz oranı riskinin gerçekleşme olasılığını hiçe saymaktan başka bir şey değildir. Muhtemelen banka, yüksek faiz ortamının uzun sürmeyeceğini ve faiz oranlarının kısa sürede tekrar düşeceğini, elindeki menkul kıymetleri bu kısa sürede değer kaybetse bile satmayıp elinde tutacağı için fazla bir kaybının olmayacağını düşünmüş olmalıdır. Ancak burada Banka’nın tahmin etmediği ikinci üstlenilen risk devreye girerek faiz riskinin gerçekleşmesine yol açmış ve dolayısıyla bankanın batmasını tetiklemiştir. O risk de yoğunlaşma riskidir. Banka müşterileri hem mevduat hem de kredi tarafında ağırlıklı olarak start-up şirketlerinden yani tek bir sektördeki firmalardan oluşmaktadır. Dolayısıyla 2022’de başlayan FED faiz artışlarının bu sektörü olumsuz etkilemesiyle başlayan süreç, sektördeki şirketlerin yoğun olarak SVB’deki mevduatlarını çekmeye başlamasına neden olmuş, bu durum da bankanın nakit ihtiyacını artırdığından aldığı düşük faizli hazine tahvillerini satmak zorunda kalmasına yol açmıştır.
Güven üzerine kurulu bankacılık sektöründe bir bankanın olumsuzluk yaşamasının sektörün geneline bulaşabilme olasılığının diğer sektörlere göre çok daha yüksek olduğu unutulmamalıdır.
Değeri düşen tahvillerin satılmak zorunda kalması ise bankanın ciddi zarara uğramasına yol açmıştır. Bankanın büyük miktarlarda zararlı işlemler yapmak zorunda kalması ve bunun ortaya çıkması diğer müşterilerin de paralarını çekmek istemelerine yol açarak bankanın batışını hızlandırmıştır. Bankanın yoğunlaşma ve faiz oranı risklerine yönelik bu yanlış risk yönetim algısı denetim organlarınca da ciddiye alınmamış görünmektedir. Oysa bu iki riskin kısa sürede hızla büyümesi denetim faaliyetlerinde mutlaka fark edilmeli ve müdahale ile risklerin birbirini tetiklemeden büyümeleri önlenebilirdi. Konuya ülkemiz açısından bakacak olursak önemli dersler çıkarılabilecek durumlar görülmektedir. Hâlen SVB’de olduğu gibi bankaların yanlış risk yönetim politikalarından kaynaklanmayan, ancak kamu otoritelerinin bu yöndeki zorlamaları ile bankaların yüksek enflasyon ortamı ile uyuşmayan çok düşük faiz oranlarından kamu borçlanma araçları almak zorunda bırakıldıkları görülmektedir. Enflasyon oranının düşeceği varsayımına dayanan bu yapının, ülkemizde enflasyonun düşmesine katkı sağlamadığı gibi bankaların ciddi riskler üstlenmesine, tasarrufların erimesine, kaynak dağılımının yanlış şekilde el değiştirmesine yol açan, dolayısıyla pek çok çarpık sonuç ortaya çıkaran bir sisteme dönüştüğü açıktır. Bu çarpık sistemde inat edildiği sürece enflasyonun düşmeyeceği de açık olarak görülmektedir. Nitekim son beş aylık dönemde kurlarda hareket olmamasına ve yurt dışı başta enerji emtiaları olmak üzere tüm emtiaların fiyatlarında düşüş olmasına karşın enflasyon oranında ciddi bir düşüş sağlanamamıştır. Bu durum, enflasyonun ülkemizde yapısal nedenlerden kaynaklanır hâle geldiğini ve bu ekonomik çarpık sistem devam ettiği sürece düşürülemeyeceğini göstermiştir. Dolayısıyla, DİBS’lerdeki negatif faizin %50’lere yakın olduğu bir ortamda faiz oranları yükseltilmek zorunda kalırsa, bankaların uğrayabilecekleri zarar çok ciddi olabilecektir. Yabancıların tahvil piyasasından çıkmalarının en önemli nedenlerinden birinin bu olduğu da bilinmektedir. Bankalar düşük getirili DİBS’lerin bir bölümünü vadeye kadar elde tutulacak olarak sınıflandırmakta olup, bu sınıftaki DİBS’lerden satmadıkları sürece değerleme farkları zararı yazmayacaklardır. Ancak elden çıkarmasalar bile uzun vadeli bu borçlanma araçlarını kısa vadelerde yenilenen yüksek faiz oranlı mevduatlarla finanse etmek zorunda kalacaklar ve dolayısıyla zarar edeceklerdir. Sektörün sermaye yeterlilik rasyosu yeterli gibi görünmekle birlikte, böyle bir ortam oluştuğunda bu zarar hangi bankaya ne ölçüde yansıyacak belli değildir. Güven üzerine kurulu bankacılık sektöründe bir bankanın olumsuzluk yaşamasının sektörün geneline bulaşabilme olasılığının diğer sektörlere göre çok daha yüksek olduğu unutulmamalıdır.