Kendi liderlerinin ve liderlerinin yolsuzluklarına ve yanlışlarına inanmamak ve göz yummak sadece bize özgü bir durum değil. Kutuplaştırılmış toplumların ve dünyada bahsettiğim yeni otoriterleşme süreçlerinin bir semptomu. Dünyanın en zengin, gelişmiş ve demokrasisi yerleşmiş ülkelerinde de görülebiliyor.
Loading...
ABD’de çok ilginç ve bizim yirmi beş yıldır (tabii bazı önemli farklarla) çok aşina olduğumuz olaylar yaşanıyor.
Evvelki gün erken saatlerde ABD federal polisi FBI, bir önceki ABD başkanı Donald Trump’ın Mar-a-Lago’daki ultralüks tatil köyü ve rezidansına baskın yaparak arama yaptı. Cumhuriyetçi Parti ve Trump destekçisi medya bu olayı büyük bir öfkeyle karşıladı:
“Amerikan elitleri ve devleti Trump’ı ve Cumhuriyetçileri yine mağdur ediyor” ana mesajıyla işledi. Demokrat Part’ye yakın medya ise daha çok Trump hakkındaki suçlamalara odaklandı.
Trump’a yönelik
hukuki suçlamalar büyük ihtimalle ve büyük ölçüde doğru ve çok ciddi:
- Evrakta sahtecilik ve resmi belgeleri imha;
- (Kendi atadığı yargıç ve savcılar yoluyla olsa bile) bağımsız yargıya baskı yapmak ve yargısal süreçlere müdahale etmek;
- Seçilmiş başkanlık yetkilerini kişisel ve siyasal çıkar için kullanmak;
- Ve tabii en son kaybettiği 2020 seçimlerinde: yenilgiyi kabul etmemek, gerçeğe aykırı şekilde seçimlerde hile yapıldığını iddia etmek, ve taraftarlarını bu yalanlarla galeyana getirerek meclisi (Kongre) basmalarına ve ölümlere yol açmak.
Ama New York Times yazarı
David Brooks’a katılıyorum. Trump’ın yeniden seçilme şansı arttı.
Çünkü bu olay şu ana kadar ekonomide ve reformlarda verdiği sözleri yeterince yerine getiremeyen Demokrat Başkan Biden’ın son dönemde Kongre’den geçirdiği önemli reformları gölgeleyecek. Onlar yerine bu konu konuşulacak. Ve çok daha önemlisi,
bu olay Trump’ın (tabanını harekete geçirmek ve sadakatini sağlamak için kullandığı) popülist ve “yeni otoriter” hikâyeye malzeme sağladı.
Bu hikâye kısaca şunu söylüyor:
Halktan uzaklaşmış ve çürümüş olan Amerikan siyasal ve kültürel elitleri “gerçek Amerikalıları” küçümsüyor ve eziyor. Kendilerini düşünüyor. Bu yüzden de Amerika hak ettiği gibi yeniden “büyük” olamıyor.
Bütün popülist ve yeni otoriter anlatılar gibi, bu anlatıda da gerçeklik payı var. Zaten olmasa bu kadar başarılı olmaz.
Amerikan elitleri halktan uzaklaşmış durumda mı? Evet, ABD’nin önde gelen üniversitelerinde uzun yıllar okumuş ve çalışmış birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu doğru. Peki bu elitler kendi içinde dışa oldukça kapalı ve kibirli bir tabaka oluşturmuş durumda mı? Evet, bu da kısmen doğru (ama hala Ohio’lu kasaba çocuğu da olsa Hintli veya Türk de olsa kim olduğuna bakmadan yetenekli insanları aralarına katmaya devam edecek kadar liyakat temelli hareket edebildiklerini de unutmayalım).
Ama bu sorunun çözümü ülkenin başarılı kurumlarını hedef göstermek, düşmanlaştırmak, itibarsızlaştırmak mıdır? Daha ileri aşamalarda “çökmek” ve ele geçirmek midir? Elbette hayır. Var olanı yıkmak değil ıslah edici politikalar üretmek ve üstlerine daha iyilerini eklemek gerekir. Tabii Trump ilkini yaptı ve yapmaya çalıştı, yani “fethedici “ ve erozyona uğratıcı politikalar uyguladı. Aşina geliyor mu? Ama tabii Trump sadece 4 yıl iktidarda kaldı.
Bu politikaların sonucu olarak başta ırkçılık olmak üzere birçok ciddi sorunları olan ABD demokrasisi ilerlemek yerine geriledi. Medya özgürlükleri, yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti, seçimlerin güvenilirliği, yönetimde keyfiyetten uzaklık, hepsi geriye gitti. Bunun sonucu olarak uluslararası kuruluşlar ABD demokrasisinin özgürlükçü ve seçimsel demokrasi skorlarını
yüzde 9 ila 15 aşağı çekti.
Peki tüm bunlar ve son Mar-a-Lago baskını olayı Türkiye ve önümüzdeki seçimler hakkında bize ne anlatıyor?
- Türkiye’deki önümüzdeki seçimler küresel bir olay ve küresel öneme sahip bir demokrasi referandumu olacak. Eğer muhalefet ittifak yoluyla bu seçimleri kazanabilir ve gerçek bir reform süreci başlatabilirse demokratik dünyanın çok ihtiyaç duyduğu olumlu ve öncü bir örnek olacak. Bu sayede de eğer doğru anlatılırsa önemli prestij ve maddi destek kazanması mümkün. Türkiye, ABD’nin yukarıda anlattığım gibi 2016’dan sonra, Macaristan’ın 2010, Polonya’nın 2015’te girdiği kademeli “yeni otoriterleşme” ve demokratik erozyon süreçlerine 2000li yıllarda, yani en erken giren ülkelerden biri. Eğer muhalefet doğru siyasetlerini geliştirir, AKP tabanı dahil toplum da aklıselimle hareket ederse, ve uygulamaya devam eder bu süreçten en erken çıkan ülkelerden biri olabilir.
Yani bu sürece erken girmiş olmamızın avantajını kullanarak, dünyada bu cendereden çıkmanın erken örneklerinden biri olmayı başarırsak, bu Türkiye’ye ve bunu başaran muhalefete büyük prestij kazandıracaktır. Hem ekonomik buhranı çözmemize hem de uluslararası ilişkilerde yeniden ağırlık kazanmamıza büyük katkısı olabilir. Bu aynı zamanda bir
sorumluluk. Bir demokrasi krizi yaşayan dünyada küresel öneme sahip bir olay olur. Türkiye’nin büyük ve önemli bir ülke olması ve eski dünyanın merkezindeki konumundan kaynaklanan çok boyutlu kimliğinden dolayı; Müslüman ülkelerden Doğu Avrupa’ya önemli psikolojik etkisi olur. Sayın Kılıçdaroğlu’nun son konuşmalarında bu konulara değinmesi çok olumlu. Ama her şey muhalefetin iş birliğini, çalışmayı ve kapsamlı reform ve çözüm politikaları geliştirmeyi sürdürmesine bağlı. Bunu hep
vurguluyoruz.
Evet
seçimlerin bir demokrasi referandumu olacağını muhalefet daha önce de söylemişti. Ama o zaman elinde net bir demokrasi programı yoktu ve demokrasi söylemine kendi arasında uzlaşarak inanılırlık katamıyordu. Oysa bugün altına imza konulmuş önemli uzlaşmalar var, ve partiler arasında daha önce hiç görülmemiş bir iş birliği ve uzlaşma çabası söz konusu. Bunları geliştirilmesi ve hayata geçirecek siyasetin üretmeye devam etmesi gerekiyor.
- Kendi liderlerinin ve liderlerinin yolsuzluklarına ve yanlışlarına inanmamak ve göz yummak sadece bize özgü bir durum değil. Kutuplaştırılmış toplumların ve dünyada bahsettiğim yeni otoriterleşme süreçlerinin bir semptomu. Dünyanın en zengin, gelişmiş ve demokrasisi yerleşmiş ülkelerinde de görülebiliyor. Tüm kanıtlara rağmen Trump destekçileri onun yanlış yapmadığına ve haksızlığa uğradığına inanıyor. Çoğu insan için bunlara inanmak güvendiği dağlara kar yağması ve kendisinin de suça ortak olması anlamına geliyor. Muhalefet bunun kefaretini ödeyebileceği, kendine açıklayabileceği bir yol ve anlatı sunamadığı sürece bunda zorlanacaktır. Demokrasiye aykırı (örneğin gazetecilere hakaret etmek, baskı yapmak ve hakaret davalarıyla cezalandırmak) davranışlarını da kendilerinin iyiliği için, “çivi çiviyi söker” mantığıyla yapmak zorunda kaldığına inanıyor.
- Aynı ABD’de olduğu gibi, 2000’lerden beri demokratik erozyon yaşıyoruz demek, önceki demokrasimiz tamdı anlamına hiç gelmiyor. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerin en önemli hedefi eskinin yeniden üretilmesi, yani bir restorasyon değil yeni, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir demokratikleşme ve kalkınma programı olmalı.
- Max Weber’in “haklılık etiği” (ethics of conviction) ve “sorumuluk etiği” (ethics of responsibility) ayrımında anlattığı gibi: demokrasiyi ve hakkaniyetli bir toplumu inşa etmek sadece doğruları söylemek ve hukuki doğruları savunmakla mümkün olmuyor. Olumlu anlamda siyasetle, yani doğruları hayata geçirecek koalisyonları kurmak ve toplumsal destek ve gücü üretmekle oluyor. Yani her adımın bir ötesini, her sözün bir sonrasını düşünmek gerekiyor. ABD’de Trump hukuki olarak suçlu olabilir, ama ilacı tek başına yargının işini yapması değil. Hatta tek başına ters tepebiliyor. Çözüm Biden’ın sorunlara çözüm üretecek, toplumu birleştirecek ve tam demokrasiyi inşa edecek siyasetinde. Tabii o zaman yargı da görevini daha rahat yapabilecek.
- Kıssadan hisse. İdeal CB adayı hem çok doğru olmalı hem de siyasetten anlamalı. Her ikisini de yaşamıyla kanıtlamalı.
Yolumuz hem ülkemiz hem de dünya için hayırlı olsun.