ABD ve Rusya arasında sıkışan Erdoğan’ın Putin görüşmesi: Güçler Dengesi(zliği)
İki büyük güç arasında bir o tarafa, bir bu tarafa yanaşarak iyi ilişkiler kurmaya çalışmak bir dengeleme politikası değil. Bu tarz bir dengelemeye girmenin belli ön koşulları var. Bunlardan ilki iç dengeleme dediğimiz unsur.
Erdoğan geçen haftaki Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı sonrası Biden ile iyi bir başlangıç yapmadığını söyledikten sonra bu hafta Putin’le bir görüşme gerçekleştirdi. Genel olarak masadaki konular Suriye, Afganistan, Libya ve doğalgaz konusuydu. Erdoğan Putin’in karşısına belki de ilk defa bu kadar kötü kartlarla çıktı.
Erdoğan geçen hafta Rusya’dan ikinci bir sefer S-400 alımı yapmak istediğini belirttiğinde bu toplantının genel havasının nasıl olacağıyla alakalı bize bazı tüyolar vermişti. Bir süredir Rusya ve ABD arasında belli bir denge kurmaya çalışan Erdoğan yönetimi son zamanlarda ABD’den istediğini alamadığı için Rusya’yla daha da yakınlaşmaya meyilli görünüyor. Fakat buradaki asıl sorun güçler dengesini kavrayamamış ve büyük güçlere karşı nasıl dengeleme yapılacağını bilmeyen bir hükümetin Rusya’ya bu kadar güçsüz bir şekilde yanaşarak ülkeyi çok riskli bir bataklığın içine düşürmesi ihtimali.
Erdoğan’ı bu yola iten, Rusya’yla yakınlaştıran ve belki Türkiye’yi Rusya’ya bağımlı kılma ihtimaline sebep olan belli faktörler var. İlki askeri faktörler. Biliyorsunuz ki ABD’nin Patriot savunma sistemlerini satmaması üzerine Erdoğan Rusya’dan S-400 savunma sistemini almıştı ve bundan dolayı üzerinde büyük emeklerimiz olan F-35 projesinden çıkarılmıştı. Türkiye’nin son dönem dış politikasındaki en önemli olaylardan birisi olan S-400 alımlarından hükümetin geri dönmesi ihtimalini bir yana bırakalım, Erdoğan ikinci tur alımların yapılacağını da belirtti. Zaten Erdoğan hükümeti bu alımları son 3-4 yılda o kadar büyük bir başarı gibi pazarladı ki geri dönmesi kararı kendi taraftarları tarafından bile dış politikada geri adım atmış gibi algılanacaktır. Bu adımdan geri dönülmemesi ise ülkeyi Batı bloğundan daha da uzaklaştıracak ve güçsüzleşen bir Türkiye’yi Rusya’nın elleri arasında muhtemelen savunmasız bırakacak.
İkinci faktör ekonomik. Türkiye doğalgaz açısından Rusya’ya bağımlı bir ülke. Doların artmasıyla beraber Gazprom’dan aldığımız doğalgazın fiyatı da her geçen gün artıyor. Bu ekonomik konudaki bağımlılık durumu bizi diğer alanlarda da belli irrasyonel davranışlara itebiliyor. Doğalgaz bağımlılığı yüzünden Rusya’yla ters düşülemez denilemez ama ters düşülmemesi gerektiğini gösteren konulardan birisi olduğu söylenebilir.
Üçüncü bir faktör ise liderler arası ilişkiler. Devletlerarası ilişkilerde liderlerin bakış açısı ve ikili ilişkileri de büyük önem taşıyor. Birey düzeyinde Erdoğan-Biden ve Erdoğan-Putin ilişkilerine baktığımızda bariz bir fark görüyoruz. Biden Erdoğan’ın gitmesi gerektiğini New York Times ile yaptığı söyleşide çok açık bir şekilde belirtti ve bu konuda muhalefetin desteklenmesi gerektiğini söyledi. Putin’in ise bu konuda belirttiği hiçbir şey yok ki muhtemelen hem dış politikada hem de iç siyasette gittikçe güçsüzleşen bir ülkenin lideriyle gayet iyi anlaşıyor olsa gerek. Bu liderler arası güç dengesi içinde ülkenin başına gelecek yeni bir liderdense, Putin için, Erdoğan daha tercih edilebilir bir lider. Bu liderler arası ikili ilişkiler Türkiye’yi Rusya’ya yanaştıran ve çok riskli bir bataklığın içine çeken bir diğer faktör.
BUNUN ADI DENGELEME DEĞİL, YALPALAMA…
Bu 3 faktör genel olarak Türkiye’yi ABD’den koparıp Rusya’ya yaklaştırıyor. Erdoğan hükümeti burada iki büyük güç arasında bir denge arayışında olduğunu düşünüyor ama ya güçler dengesi denen şeyi tamamen yanlış anlamışlar ya da büyük devletlere karşı dengeleme yapmaya çalışmanın risklerini iyi hesap edemiyorlar.
Genel olarak iki büyük güç arasında bir o tarafa, bir bu tarafa yanaşarak iyi ilişkiler kurmaya çalışmak bir dengeleme politikası değil. Bu tarz bir dengelemeye girmenin belli ön koşulları var. Bunlardan ilki iç dengeleme dediğimiz unsur. Dış politikada belli bir dengeleme davranışına yönelirken ülkenin askeri, ekonomik ve birçok açıdan kendini güçlendirmesi gerekiyor ki, AKP döneminin özellikle son 10 yılında ülkenin birçok açıdan güçsüzleştiğini görüyoruz. Yıllardır AKP’nin varlığını kabul etmediği ama herkesi etkileyen ekonomik kriz, bir yandan NATO üyesi olup diğer yandan NATO’ya karşı olan S-400 savunma sistemini kullanarak askeri kanadın gitgide daha da güçsüzleşmesi, otoriterleşme ve kutuplaşma sorunu gibi birçok konu ülkeyi uluslararası arenada çok daha güçsüz duruma düşürüyor.
S-400’LER BİZİ BATI’DAN KOPARTIP RUSYA’NIN AVCUNA DÜŞÜRÜYOR
Ülke her alanda bu kadar güçsüzleşirken uluslararası sistem içindeki iki dev güç arasında sıkışmış bir dış politikaya sahip olmak ve buna dengeleme demek çok mümkün değil. Dengelemenin tam aksine Türkiye bu irrasyonel dış politikadan dolayı çok daha riskli bir yola sürükleniyor. Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrası süreçten beri ciddi anlamda içine entegre olmaya çalıştığı Batı bloğundan kopup tüm sorunlarıyla beraber kendini Rusya gibi bir devletin insafına bırakma yolunda ilerliyor ve tüm bu süreç genel rasyonel bir dış politika planından ziyade devletin tepesindeki kişinin sistem içindeki kişisel çıkarları ve koltuğu kaybetmemesi için yaptığı anlık dış politika hamlelerinden oluşuyor.
Dolayısıyla Erdoğan döneminde dış politika vizyonunda (!) pek bir farklılık beklememekte yarar var. Yukarıda bahsettiğim ekonomik faktörler dışında askeri ve liderler arası ikili ilişkiler faktörlerinin değişmesinin yolu yeni bir hükümetin gelmesi. Dolayısıyla muhalefet partilerine seçimi kazanmaları durumunda ülkeyi dış politikadaki bu bataklıktan çıkarma konusunda büyük iş düşüyor.