Sivil toplumun yeniden canlanması, kollektif travmadan çıkışı sağlayacak yeni kollektif kimliğin inşası kadar, 6/Şubat-sonrası Türkiye’nin, “Yeni Türkiye” olarak inşasının da önemli bir ilk adımının atılması anlamına geliyor.
6 Şubat sabahı ikiz depremlerle sanki zaman durdu.
Türkiye tarihi, siyasi, kültürel, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, tüm boyutlarıyla, toplumsal ve bireysel yaşam içinde, 6 Şubat sabahı “reset”lendi: “6-Şubat sonrası Türkiye” dönemi başladı.
Yaklaşık iki hafta içinde, hala gözlerimiz yaşlı izlediğimiz mucizeleri yaşasak da:
Sayılarını hiç bir zaman bilmeyeceğimiz çok çok büyük bir insan ve canlı kaybımız var.
Büyük bir coğrafyada yaşadığımız büyük bir yıkımla karşı karşıyayız; yok olan köyler, kasabalar, ilçeler, hatta kentlerden konuşuyoruz.
Sadece depremlerden direk etkilenenler değil, ülke olarak, “
Kollektif Travma” yaşıyoruz.
1999 Marmara Depreminden hiç ders almamış, hatta yapılan çalışmaları inşaat-temelli ekonomik büyüme için rafa kaldırmış, ve bugün de yaşadığımız büyük felakete çözümü tümüyle “para ve inşaata” indirgeyen hükümet hariç hepimiz geleceğe “
radikal belirsizlik ve
ontolojik (yaşamsal)
güvensizlik” duyguları içinde bakıyoruz.
İkiz depremler, yaklaşmakta olan diğer depremlerin, özelliklede “İstanbul Depremi”nin ne sonuçlar yaratacağını bize gösterdi.
Üç duygu, Kollektif Travma, Radikal Belirsizlik, Ontolojik Güvensizlik, 6/Şubat-sonrası Türkiye’yi bugün birlikte şekillendiriyorlar.
5/Şubat Türkiye’sine dönmeyeceğiz. Bunu biliyoruz.
Peki, 6/Şubat-sonrası Türkiye’yi farklı ve yeni nasıl kurabiliriz?
Cumhur İttifakının dışlayıcı yönetim tarzı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin denge ve denetlemesiz ve de liyakata değil sadakata dayalı hareket tarzı, hem bugün yaşadığımız büyük insan ve canlı kaybının ve yıkımın birinci sorumlularının başında gelmektedir, hem de, kollektif travmadan kollektif kimlik inşasıyla çıkma olasılığının önündeki temel engeldir.
HAK-TEMELLİ KAPSAYICILIK, KOLLEKTİF KİMLİK, TOPLUMSAL GÜVEN
Toplumsal Psikoloji alanında önemli ismi
Nebi Sümer,
kollektif travmanın düzelmesi ve
toplumsal iyileşmenin sağlanması ancak ve ancak “
dayanışmaya dayalı”, “
ahlaki benliği” içeren ve “
farklılıkların birlikte ve işbirliği içinde çalışması”yla inşa edilen “
kollektif kimlik” ile mümkün olabilir önermesini yapıyor.
“Kollektif travmadan toplumsal iyileşme ile çıkmayı kollektif kimlik sağlar” diyor.
Tümüyle katılıyorum.
6/Şubat-sonrası Türkiye’sinde, kollektif travma, radikal belirsizlik ve ontolojik güvensizlik duygularına karşı, toplumsal güveni sağlayacak kollektif kimliği inşa etmek için çalışmalıyız.
Kollektif kimlik, farklı kimliklere sahip bireylerin bir araya gelerek birlikte çalışmaya başlamasıyla; bu çalışmayı, her kimliğin haklarını tanıyan “
hak-temelli kapsayıcılık” ilkesi temelinde yapmasıyla;ve farklılıklar içinde ortak aklı birlik yaratmayla ortaya çıkabilir.
Herkesin kendi kimliğini biraz geriye çekmesi, ötekine sorumluluk ve saygı ilkesini benimsemesi, ve birlikte “gönüllülük ve dayanışma” esasına dayanan bir çalışma içine girmesiyle “kollektif kimlik” inşası başlayabilir.
Cumhur İttifakının dışlayıcı yönetim tarzı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin denge ve denetlemesiz ve de liyakata değil sadakata dayalı hareket tarzı, hem bugün yaşadığımız büyük insan ve canlı kaybının ve yıkımın birinci sorumlularının başında gelmektedir, hem de, kollektif travmadan kollektif kimlik inşasıyla çıkma olasılığının önündeki temel engeldir.
Şüphesiz ki, siyasi partiler kollektif kimliğin oluşmasında önemli rol oynarlar, ama yerel yönetimler ve aktif vatandaşlığı harekete geçiren sivil toplum örgütleri bu sürecin kilit aktörleridir.
Muhalefet partilerinin bugünden ders alarak, sivil toplumla ve yerel yönetimlerle birlikte hareket etmeleri gerekmektedir.
Daha önceki depremlerde, afetlerde ve Covid döneminde olduğu gibi, kapsayıcı olmak yerine dışlayıcı oldular ve sivil toplum ve yerel yönetimleri dışladılar. Dışlayıcı yönetimin büyük krizler kadar büyük insan ve canlı kaybına yol açtığını bugün görüyoruz.
SİVİL TOPLUM VE KOLLEKTİF KİMLİK
6/Şubat-sonrası Türkiye’de, üzgün-kızgın-çaresiz-umutsuz-güvensiz bir yere savrulmamız içinde geleceğe umutla bakmamızı sağlayan bir gelişme oldu: deprem bölgesinde, çok zor koşullar altında ve hükümetin engellemelerine ve hakaretlerine rağmen canla başla, gece-gündüz demeden çalışan sivil toplumu, sivil insiyatifleri, bireysel çabaları ve alternative medyayı izledik, dinledik, takdir ettik.
Kollektif travmayla eş zamanlı olarak gelişen çok büyük bir toplumsal dayanışma, çaba ve çalışma sürecine şahit olduk.
Türkiye’nin farklı yerlerinde ve dünyanın 80 üzerinde ülkesinden gelen ekipler, sivil toplum örgütleri, sivil insiyatifler, bireyler, enkazlardan insanları çıkarmak için büyük çaba gösterdiler.
İlk iki gün içinde her yerde yapılan, sonra bazı yerlerde devam eden “Devlet Nerede” feryatlarına ülkemizin farklı yerlerinden ve yurt dışından gelen örgütler ve sivil toplum yanıt verdi.
Cumhur İttifakının ve Hühümetin bazı üyelerinin yaptığı hakaretlere kulaklarını tıkatan sivil toplum örgütleri tüm enerjilerini ve dikkatlerini insanlarımızı kurtarmaya odakladılar.
Yaşadığımız büyük felaketin büyük insan ve canlı kaybına ve yıkıma yola açması gerekmiyordu.
İnsan ve canlı kaybımızın nedeni, Medyascope’da (12 Şubat) çıkan önemli yazısında
Haluk Levent’in vurguladığı gibi “
Hükümet-Mütahit-(merkezi ve yerel)
Kamu Görevlisi”nden oluşan “
3’lü Şuç İşbirliği”yken, enkazlarda hayat kurtarma çabasında olan sivil toplum örgütleri, sivil insiyatifler ve bireysel çabalardı.
Son yıllarda giderek artan bir tonda ülke yönetimine hakim olan
“yıkıcı neoliberalizm-aşırı merkeziyetçi yönetim anlayışı”, sadece demokrasi ve ekonomi krizlerinin değil; aynı zamanda,
6-Şubat depreminin bu kadar yıkıcı olmasının temel nedenlerinin en başta gelenlerinden biri oldu.
Bu anlayış anlayışa ülkeyi yönetenler, giderek artan bir derecede, siyasetin alanı kadar sivil toplumun alanını da daralttılar.
Daha önceki depremlerde, afetlerde ve Covid döneminde olduğu gibi,
kapsayıcı olmak yerine dışlayıcı oldular ve
sivil toplum ve yerel yönetimleri dışladılar.
Dışlayıcı yönetimin büyük krizler kadar büyük insan ve canlı kaybına yol açtığını bugün görüyoruz.
Tersinden okursak, kapsayıcı yönetimin, yerel yönetimlerin, sivil toplumun ne kadar önemli olduğunu da bugün görüyoruz.
Bu aktörlere üniversiteleri de ekleyebiliriz.
Sivil toplum-Yerel Yönetim-Üniversite işbirliği ya da bu işbirliğinin engellenmesi, 6/Şubat-sonrası Türkiye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini de belirleyecek.
Deprem bölgesinde sivil toplumun yeniden canlanmasını ve yerel yönetimlerin başarılı performansını görmek geleceğe dönük umutlarımızı arttırıyor.
Türkiye’nin yıkıcı neoliberalizm-aşırı merkeziyetçi yönetim kıskacından çıkması, sadece seçimlerle iktidar değişikliğini değil, daha da önemlisi, “yeni toplumsal sözleşme” ve “yeni devlet-toplum/birey ilişkileri”ni gerekli kılıyor.
Sivil toplumun yeniden canlanması, kollektif travmadan çıkışı sağlayacak yeni kollektif kimliğin inşası kadar, 6/Şubat-sonrası Türkiye’nin, “Yeni Türkiye” olarak inşasının da önemli bir ilk adımının atılması anlamına geliyor.