Türkiye’yi sarsan 6 Şubat depremi sonrası hükümetin ilan ettiği olağanüstü hâl yeterli anayasal ve hukuki gerekçeye sahip olup olmadığı tartışmalı. Prof. Dr. Serap Yazıcı, bu kararın tartışmalı olup olmadığını yorumladı.
Merkezi Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan ve Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa olmak üzere toplam on ili etkileyen 7,8 büyüklüğündeki 6 Şubat depremi, hükümet politikaları hakkında pek çok soru işareti yarattı ve sonuçta Türkiye’yi yeniden bir olağanüstü hâl yönetimiyle karşı karşıya bıraktı. Bu büyük afetin yarattığı sorunların bir kısmını tartışmayı, sonraki yazılara bırakarak bu yazıda sadece olağanüstü hâlin (
OHAL) ilanının gerekli olup olmadığına ve OHAL yönetiminin yol açması muhtemel sorunlara değineceğim.
KAMU MAKAMLARI OLAĞAN YETKİLERİYLE DEPREMİN YARATTIĞI YIKIMI BERTARAF EDEBİLİR MİYDİ?
6 Şubat depreminin Türkiye’nin bugüne kadar karşılaştığı tabiî afetlerin en büyüklerinden biri olduğunu kabul etmek gerekir. Böyle olmakla beraber, depremin yol açtığı can ve mal kayıpları karşısında tek çarenin olağanüstü hâl ilanı olduğu tartışmaya açık bir konudur.
Her şeyden önce, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11. maddesinin (D) bendi, ilk fıkrasında, valilere bu tür afetler karşısında başvurabilecekleri oldukça geniş yetkiler sunmaktadır. Bu hüküm şöyledir:
“Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla, İçişleri Bakanlığından ve gerekirse Kara Kuvvetleri Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya askeri birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.”
Bu hüküm karşısında sorgulanması gereken ilk soru, depremin birinci derecede etkilediği on ille bu illere yakın diğer illerin valilerinin yukarıda aktardığımız yetkileri kullanıp kullanmadıklarıdır. On il ve bu illere her türlü desteği süratle sunması en muhtemel olan illerin valilerinin anılan yetkileri ne ölçüde kullandıklarını, kullandılarsa ne tür sonuçlar elde ettiklerini açıklamaları gerekir. Demokratik bir anayasa düzeninin diğer unsurlar yanında sahip olması gereken özelliklerinden biri, yönetimde şeffaflık ilkesidir. Bu ilke gereğince kamu makamları, yetkilerini hangi yönde kullandıklarını gerekçeleriyle açıklayabilmelilerdir.
Aynı çerçevede sorgulanması gereken diğer bir husus, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) görevlerini ne ölçüde yerine getirdiği meselesidir. AFAD, 17 Haziran 2009’da 5902 sayılı Kanunla kurulmuş; 2 Temmuz 2018 tarihli 703 sayılı kanun hükmünde kararname, bu kuruluş kanununun pek çok hükmünü ilga etmiştir. Bunun sonucunda 15 Temmuz 2018 tarihli 4 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, AFAD’ın kuruluşu, görevleri ve yetkilerini İkinci Bölümünde ayrıntılı olarak düzenlemiştir.
4 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin ilgili maddeleri incelendiğinde (özellikle 36 ve 37. maddeler) AFAD’a deprem riskini önlemek ve depremlerin yol açtığı sonuçları bertaraf etmek konusunda geniş yetkilerin tanındığı görünmektedir. Ne var ki TV kanallarında ve sosyal medyada izlediğimiz görüntüler, AFAD’ın deprem bölgesine etkili bir destek sunamadığı kanaatini uyandırmaktadır.
Sonuçta 7 Şubat 2023’te Cumhurbaşkanı, olağanüstü hâl ilan edeceğini beyan etmiş; 8 Şubat 2023 tarihli Resmî Gazete’de bu karar yayımlanmıştır. Cumhurbaşkanının OHAL’e ilişkin kararı şöyledir: “Anayasanın 119 uncu maddesi ile 2935 sayılı Olağanüstü hâl Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerinde 8/2/2023 Çarşamba günü saat 01.00’dan itibaren üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir.”
OLAĞANÜSTÜ HÂL GEREKLİ MİYDİ?
Olağanüstü hâlin gerekli olup olmadığına cevap verebilmek için Anayasamızın konuya ilişkin 119. maddesini incelemek gerekir. Maddenin ilk fıkrası şöyledir: “Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması,
tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hâl ilan edebilir.”
Cumhurbaşkanı, tabiî afetin ortaya çıkması halinde olağanüstü hâl ilan edebileceği gibi bu yetkiyi kullanmamayı, problemin çözümünü idarenin sahip olduğu olağan yetkilerle sağlamayı tercih edebilir.
Görüldüğü gibi madde, Cumhurbaşkanına tabiî afet halinde olağanüstü hâl ilan etme yetkisi tanımaktadır. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi tek başına kullanacak, ancak maddenin 2. fıkrasında belirtildiği gibi olağanüstü hâle geçiş kararı, Resmî Gazete’de yayımlandığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulacaktır. Nitekim karar, Resmî Gazete’de yayımlandığı 8 Şubat 2023’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulmuştur. Maddenin 3. fıkrası ise “(…) Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü hâlin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hâli kaldırabilir.” hükmüne yer vermiştir.
- maddenin yukarıda aktardığımız ilk fıkrası, Cumhurbaşkanına olağanüstü hâlin ilanı konusunda bir takdir yetkisi sunmuştur. Cumhurbaşkanı, tabiî afetin ortaya çıkması halinde olağanüstü hâl ilan edebileceği gibi bu yetkiyi kullanmamayı, problemin çözümünü idarenin sahip olduğu olağan yetkilerle sağlamayı tercih edebilir. Cumhurbaşkanı, ister olağanüstü hâl ilan etmek konusunda isterse sorunun çözümünü kamu makamlarının olağan yetkileriyle sağlamak konusunda karar versin, her iki durumda da onun takdir yetkisi, yargı denetimine tâbi değildir.
Çünkü bir hukuk devletinde yürütme ve idarenin tüm eylem ve işlemleri, yargı denetimine tâbi olsa da bu, hukukîlikle sınırlı bir denetimdir. Diğer bir deyişle yürütme ve idarenin takdir yetkisi üzerinde yapılacak bir yargı denetimi, hukukîlik denetimi olmayıp yerindelik denetimine dönüşmektedir. Yargı organlarının yerindelik denetimi yapması ise hukuk devletiyle bağdaşmayan bir husustur.
Böyle olmakla beraber Cumhurbaşkanının olağanüstü hâl ilanına ilişkin kararı, elbette kamuoyunda siyasî ve hukukî yönleriyle tartışılabilecek bir karardır. Bu çerçevede tartışılması gereken ilk husus, yukarıda işaret ettiğim gibi başta valiler ve AFAD olmak üzere kamu makamlarının sahip oldukları yetkileri, depremden hasar görmüş on kente süratli ve etkili olarak yardım sunacak biçimde kullanıp kullanmadıklarıdır.
Demokrasinin önemli unsurlarından biri hesap verirlik olduğuna göre bu konuda yetkili olan tüm makamların yetkilerini ne şekilde kullandıkları konusunda kamuoyunu bilgilendirmeleri gerekir. Bu hesap verirliği sağlayacak önemli yöntemlerden biri, Anayasanın 98. maddesinin içerdiği denetim vasıtalarını harekete geçirmektir. Bunlar, yazılı soru, meclis araştırması, genel görüşme gibi vasıtalardır.
6 Şubat’ta on ili içine alan, on bini aşkın binanın yıkılmasına, 13,5 milyon yurttaşın mağduriyetine yol açan depremde sorumluluğu olanlar, uzun yıllar sürecek tartışmalara konu olacaktır.
Öte yandan Anayasanın 106. maddesinin 5-9. fıkralarının içerdiği meclis soruşturması da hesap verirliği sağlayacak bir başka mekanizmadır. Bu mekanizmaların ayrıntılarına değinmek, bu yazının hacmini aşacaktır. Ancak geride bıraktığımız tecrübeler, yazılı soru mekanizması harekete geçirilse de bu mekanizmadan sonuç alınamadığını göstermiştir. Çünkü soru yöneltilen bakanlar, sorulara ya zamanında cevap vermemekte veya yöneltilen soruya cevap oluşturmayacak ifadelerle soruları geçiştirmektedir. Gene geride bıraktığımız deneyimler, meclis araştırması önergelerinin iktidar blokunun oylarıyla reddedildiğini göstermektedir. Ruhsar Pekcan örneği, bunun somut bir kanıtıdır.
[1]
Meclis soruşturmasına gelince, hükümet aktörlerinin yetkilerini kullanarak suç işledikleri iddiasına yol açmaları halinde harekete geçirilecek olan bu mekanizma, elde edilmesi çok zor karar nisapları gerektirmektedir. Bu nedenle bu mekanizmanın harekete geçirilmesi de mevcut parlamento aritmetiğinde imkânsız görünmektedir.
Dolayısıyla 6 Şubat’ta on ili içine alan, on bini aşkın binanın yıkılmasına, 13,5 milyon yurttaşın mağduriyetine yol açan depremde sorumluluğu olanlar, uzun yıllar sürecek tartışmalara konu olacaktır. 17 Ağustos 1999’da meydana gelen Gölcük depreminin halen tartışılmakta olduğu düşünülürse bundan çok daha ağır bir yıkımla sonuçlanan 6 Şubat depreminin de uzun yıllar tartışılacağını belirtmek kehanet olmayacaktır.
OLAĞANÜSTÜ HÂL KARARININ YOL AÇMASI MUHTEMEL DİĞER TARTIŞMALAR
Cumhurbaşkanının 8 Şubat tarihli 6785 sayılı olağanüstü hâl kararı, on ili kapsayacak biçimde üç ay süreli bir karardır. Kararın on ille sınırlı olması, kısmî bir olağanüstü hâl yönetiminin hüküm süreceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle olağanüstü hâl gerekçesiyle alınacak tüm tedbirlerin, olağanüstü hâlin hüküm sürdüğü on ille sınırlı olması gerekir.
Öte yandan olağanüstü hâl, ister ilan edildiği gibi üç ay için uygulansın isterse Anayasanın öngördüğü usuller çerçevesinde uzatılsın, her durumda geçici bir yönetim usulüdür. Bu nedenle olağanüstü hâlin gerektirdiği tedbirler, olağanüstü hâl yönetimiyle sınırlı olabilir. Diğer bir deyişle bu tedbirler, olağanüstü hâl sona erdikten sonra uygulanacak mahiyette sürekli nitelikte tedbirler olamazlar. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 1991 tarihli kararı bu yöndedir. Karara göre, “Olağanüstü hâlin (…) gerekli kıldığı konularda çıkartılan KHK'ler, bu hâllerin ilân edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı süresince uygulanabilirler. Olağanüstü hâlin sona ermesine karşın, olağanüstü hâl KHK'sindeki kuralların uygulanmasının devam etmesi olanaksızdır. (...)
Depremin yarattığı yıkımla can vermeyenlerin bir kısmı hipotermi neticesinde hayatlarını kaybetti. Sözün kısası, olan oldu, ölen öldü. Verdiğiniz bu olağanüstü hâl kararıyla ve olağanüstü hâl yönetiminin size sunacağı geniş yetkilerle ne yapmayı planlıyorsunuz?
Olağanüstü hâl KHK'si çıkarma yetkisi olağanüstü hâl süresiyle sınırlıdır. KHK ile getirilen kuralların nasıl olağanüstü hâl öncesine uygulanmaları olanaksız ise olağanüstü hâl sonrasında da uygulanmaları veya başka bir zamanda veya yerde olağanüstü hâl ilânı durumunda uygulanmak üzere geçerliklerini korumaları olanaksızdır” (E. 1990/25, K.1991/1, k.t. 10.01.1991, R.G. Tarih/Sayı 05.03.1992/21162).
Ne var ki 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsünü bastırmak için ilan edilen ve iki yıl hüküm süren olağanüstü hâl yönetiminde çok sayıda olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi kabul edilmiştir. Bu kararnameler, içerdikleri diğer anayasaya aykırılık sorunları yanında sürekli nitelikte hükümlere yer vermiştir.
[2]
Bu tecrübe sebebiyle Türkiye kamuoyu, olağanüstü hâlin ilanı karşısında haklı kaygılar beslemektedir. Bu nedenle 8 Şubat 2023’te ilan edilen, şu anki verilere göre 7 Mayıs’a kadar hüküm süreceği anlaşılan olağanüstü hâl uygulamasında ne tür tedbirlerin alınacağı, bu tedbirlerin olağanüstü hâlin ilanı sebepleriyle ve Anayasanın öngördüğü sınırlarla ne ölçüde bağdaşacağı, endişe yaratmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin olağanüstü hâlin her tür ifade ve eleştiri hürriyetini sınırladığı bir ortamda Mecliste ve halkoylamasında kabul edildiği düşünülürse bu endişelerin hiç de haksız olmadığı görülecektir.
OLAĞANÜSTÜ HÂL, YAKLAŞAN SEÇİMLERİ NASIL ETKİLEYECEK?
İster zamanında, yani 18 Haziran 2023’te isterse Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin veya Cumhurbaşkanının yenileme kararına istinaden daha önceki bir tarihte yapılsın, yaklaşan seçimlerin Türkiye’nin kaderinde bir tür dönüm noktası olacağı açıktır. Bu seçimlerin sonucuna bağlı olarak Türkiye, ya hukuk devleti ve demokrasiyi yeniden inşa etmek, anayasal hak ve hürriyetleri güvence altına almak konusunda tarihî bir fırsat yakalayacak yahut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin otoriterleşme eğilimi derinleşerek devam edecektir. Bu nedenle yaklaşan seçimlerin yakın siyasî tarihimizin en önemli seçimlerinden biri olduğu konusunda kuşku yoktur.
8 Şubat’ta ilan edilen olağanüstü hâl kararı, 7 Mayıs’a kadar devam ettiği takdirde oy verme işlemi hangi tarihte gerçekleşirse gerçekleşsin olağanüstü hâl yönetimi seçim takvimini içine alacaktır. Çünkü 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanununun 3. maddesinin 3 ve 4. fıkraları, altmış günlük bir seçim takvimine yer vermektedir. Bu hükümler şöyledir:
“(3) Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev sürelerinin dolmasından önceki son Pazar günü oy verme günüdür. Görev süresi, birlikte yapılan bir önceki seçim tarihi esas alınarak belirlenir. Oy verme gününden geriye doğru hesaplanacak altmış günlük sürenin ilk günü seçimin başlangıç tarihidir. (4) Seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde bu karar kırksekiz saat içinde Resmî Gazete’de yayımlanarak ilân olunur. Bu kararın verildiği günden sonra gelen altmışıncı günü takip eden ilk Pazar günü Cumhurbaşkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi birlikte yapılır.”
Bu hükümler, olağanüstü hâlin seçim takvimini içine alacağını; böylece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin eşitsiz kıldığı seçim yarışını daha da adaletsiz hale getireceğini göstermektedir. Bu nedenle olağanüstü hâlin depremin yaralarını sarmak için mi yoksa yaklaşan seçimleri muhalefet aleyhine yeni yasaklarla sınırlamak için mi ilan edildiği, sadece bugün değil gelecekte de tartışılacaktır.
OHAL, SEÇİMLERİ ERTELEME NEDENİ OLABİLİR Mİ?
Anayasamız, seçimlerin ertelenmesini 78. maddenin ilk fıkrasıyla düzenlemiştir. Buna göre,
“Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.” Bu hükümden de açıkça anlaşılacağı gibi seçimler, ancak savaş halinde ertelenebilecektir. Diğer bir deyişle Anayasa, olağanüstü hâl yönetimini seçimleri erteleme nedeni olarak kabul etmemiştir. Bu nedenle olağanüstü hâl yönetimi gerekçe gösterilerek seçimlerin ertelenmesi mümkün değildir.
SONUÇ
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Şubat 2023’te Resmî Gazete’de yayımlanan olağanüstü hâle geçiş kararı, Anayasanın 119. maddesinin 2. fıkrası gereğince aynı gün TBMM Başkanlığına sunuldu. Karar, 9 Şubat 2023’te ise TBMM Genel Kurulunda görüşülerek milletvekillerinin onayı talep edildi.
Bazı muhalefet partileri, Cumhurbaşkanının olağanüstü hâle geçiş kararını peşinen reddetmek yerine sürenin bir aya indirilmesi halinde bu kararı onaylayabileceklerini beyan ettiler. Ne var ki Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleri, sürenin kısaltılmasından yana olmadıklarını beyan ettiler. Sonuçta olağanüstü hâle geçiş yönündeki Cumhurbaşkanı kararı Cumhur Blokunun oylarıyla onaylandı. Böylece Türkiye, 7 Mayıs 2023’e kadar devam edecek yeni bir olağanüstü hâl sürecine adım atmış oldu.
Burada Türkiye’yi yirmi yılı aşkın bir süreden beri yönetenlere sorulması gereken çok hayatî bir soru var. 1999 depreminin bizlere gösterdiği acı gerçekleri dikkate alarak deprem kuşağında yer alan ülkemizde her an ortaya çıkabilecek bir depremin veya depremlerin yaratması muhtemel yıkımları, can ve mal kayıplarını önlemek için ne yaptınız? Yirmi küsur yılda yapmadıklarınızı ilan ettiğiniz olağanüstü hâl döneminde mi yapmayı planlıyorsunuz? Daha önemlisi on bini aşkın bina yıkıldı. Bu binaların altında sayısını hiçbir zaman kesin olarak bilemeyeceğimiz çok sayıda yurttaşımız inleyerek, feryat ederek can verdi. Depremin yarattığı yıkımla can vermeyenlerin bir kısmı hipotermi neticesinde hayatlarını kaybetti. Sözün kısası, olan oldu, ölen öldü. Verdiğiniz bu olağanüstü hâl kararıyla ve olağanüstü hâl yönetiminin size sunacağı geniş yetkilerle ne yapmayı planlıyorsunuz?
[1] Serap Yazıcı, “Hesap Vermeyen ve Sorumlu Kılınmayan Bir Yönetim Yaratmak – 2”, Politikyol, 5 Eylül 2021, erişim tarihi: 9 Şubat 2023,
https://www.politikyol.com/hesap-vermeyen-ve-sorumlu-kilinmayan-bir-yonetim-yaratmak/
[2] Ayrıntılar için bakınız Serap Yazıcı, “Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri: Kamu Görevinden İhraçlar ve Yol Açtıkları Hukuka Aykırılık Sorunları”, Prof. Metin Günday Armağanı, Atılım Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2020, s. 1501-1554,
https://www.atilim.edu.tr/uploads/pages/iletisim-1517410938/1601883076-Prof.Dr.Metin_Gunday_Armagani_cilt_2.pdf