31 Mart’ın meali: Hükmetmek mi, hizmet etmek mi?

Abone Ol
Üç yıl önce belediye başkanlığı için “acaba” tereddüdü yaşanan adayların adları şimdi Cumhurbaşkanlığı için geçiyorsa “Millet İttifakı”nın, toplumun 31 Mart’ta vermek istediği mesajı doğru anladığına işaret ediyor. Rivayet edilir ki Hallac-ı Mansur, cevabını bulamadığı soruları sormak için Cüneyd-i Bağdadi’nin yanına varmış. Soruları duyan Cüneyd, ona, susmasını öğütlemiş. Mansur, öğüdünü alıp yollara düşmüş. Bir yıl sürmüş bu yolculuk; belli ki bir çeşit iç hesaplaşma yaşamış bu süre içinde. Zira Mansur’un zihni, cevabını bilmediği sorularla meşgulmüş. “O bizim mürşidimizdir, bilse bilse o bilir” şeklinde düşündüğünden olsa gerek ki tekrar Bağdat’a gelip, Cüneyd’i bulmuş. Sormuş sorularını. Cüneyd’in cevabı, tarihi niteliktedir: “Korkarım, bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır”. Öyle de olmuş. Onun sonunu, sorduğu sorulardan çıkardığı sonuçlar getirmiş. NEFSİN HIRSI GÖZLERİ KÖR ETMİŞSE… Rivayet bu ya, vücudu darağacında asılıyken yanına şeytan gelmiş: “Hey gidi Mansur” demiş, “ikimiz de ‘Ene’ dedik. Ben, ‘Ene hayrun minhü (Ben ondan hayırlıyım’ dedim; beni kovdular. Sen ‘Ene’l Hak’ dedin, seni de astılar.” “Eee” demiş Mansur. “Anlamadığım şu” diye devam etmiş, şeytan, “ikimiz de aynı şeyi yaptıkbana ‘lanet’ okuyan insanlar, sana neden ‘rahmet’ diliyorlar?” “Zahiren birbirine benzese de” demiş Hallâc-ı Mansur, “ikimizin yaptığı birbirinden çok farklı; sen ‘Ene’ derken benliğini ortaya koydun; ben ‘Ene’ derken benliğimi ortadan kovdum.” Gider ayak, “nefsinizi temizleyin, yoksa o size ait ne varsa her şeyi kirletir” demişti. 31 Mart seçimlerinin üzerinden geçen üç yıl, Hallac-ı Mansur’un bu sözünü doğrular nitelikte değil mi?
Çeyrek asır boyunca yurttaşın vergilerini “har vurup, harman savurmuşlar”. İki şeye güveniyorlarmış; birincisi, iktidarı hiçbir koşulda devretmeyeceklerine; ikincisi de kağıt üzerinde her şeyi “şekil şartına uydurma” gerekçesine.
Bu üç yıl boyunca belediyelerden “içeri” bakıldığında, geçip giden çeyrek asır boyunca yurttaşın vergilerini “har vurup, harman savurmuşlar”. İki şeye güveniyorlarmış; birincisi, iktidarı hiçbir koşulda devretmeyeceklerine… Ayrıntılarını başka bir yazıda anlatacağım; ikincisi de, zayıf bir ihtimal ama ola ki devrederlerse kağıt üzerinde her şeyi “şekil şartına uydurma” gerekçesine. Güvendikleri ilk şey, toplumda da genel kabul gören bir kanaatti. Deniyordu ki “ne eder, eder, gene de belediyeleri alırlar”. Hatta “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” gibi iddialı laflar bile etmişlerdi. Bu sözün arka planı, 24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle dilimize dolanan “adam kazandı” sözüyle de tahkim edilmişti. Türkçe mealiyle demişlerdi ki “hiç heveslenmeyin, İstanbul’u ve de Ankara’yı vermeyiz”. Ama alındı! Nasıl mı? SEÇMENİN MESAJINI DOĞRU ANLAMAK Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ve diğer büyükşehirdekiler, geleneksel CHP refleksinin, yani teorik konuşan, karşı tarafa yukarıdan bakan, muhatabının soru sormasına bile izin vermeyen adaylar yerine seçmenin kendisinden hissettiği aday refleksiyle… 31 Mart seçimleri, herhangi bir seçim değildi; ilk kez bu seçimle her ne olursa olsun sandığa atılanın sandıktan çıkması için sıradan seçmenler dahil herkes büyük bir çaba gösterdi. İkincisi CHP’nin belirlemiş olduğu aday profilleri nedeniyle daha önce AKP’ye oy vermiş seçmenin bir kısmının sandığa gitmemiş olmasının da sonuçlara etki ettiği anlaşılıyor.  Örneğin Ankara’da, 2014 yerel seçimleriyle 2019 yerel seçimleri arasında geçerli oy sayısı açısından fark, yaklaşık 100 bindi. AKP+MHP toplamı, 2014’de, 1 milyon 662 bin 977 iken, bu rakam, 31 Mart 2019’da 1 milyon 538 bin 410’da kalmıştı. Yani seçmen sayısında 319 binden fazla bir artış olmuşken dahi AKP+MHP, beş yıl öncesinin rakamına dahi ulaşamamıştı. Rakamlar ve oran, AKP+MHP seçmenin bir kısmının sandığa gitmemiş olmasının iki yönü olduğuna işaret ediyor. Birincisi adayları yetersiz, ikincisi de, AKP’yi de kendi sorunlarına duyarsız buldukları anlaşılıyor. 31 Mart sonuçları göstermişti ki kazanmak için oy almak şart ama aynı zamanda rakibe oy vermesi muhtemel seçmenin kararsızlığını da körüklemek gerekiyor. Örneğin Ankara seçmeni, daha önce hangi partiyi oy vermiş olursa olsun, Mansur Yavaş’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmasını içten içe onaylamıştı. Muktedir konumdakiler, “nefislerini temizlemedikleri için”onlara ait ne varsa “kirlendi”, öyle ki genç seçmen, iktidardakilere bakarak, inanç alanıyla kendi arasına mesafe koyacak noktaya geldiler. Bu sürecin sonucunda, muktedir konumdakiler kendilerini temiz tutamayınca seçmen, iktidarı onlara vermekte imtina etti. Üç yıldır özellikle büyükşehir belediyelerinde “katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir” bir belediyecilik modeli uygulanıyor. Üç yıl önce belediye başkanlığı için “acaba” tereddüdü yaşanan adayların adları şimdi Cumhurbaşkanlığı için geçiyorsa “Millet İttifakı”nın, toplumun 31 Mart’ta vermek istediği mesajı doğru anladığına işaret ediyor. Bu işaret, şeytanın sorusuna Hallac-ı Mansur’un verdiği cevapla örtüşüyor. Ne demişti Hallac? “Sen ‘Ene’ derken benliğini ortaya koydun; ben ‘Ene’ derken benliğimi ortadan kovdum.” Anlamasını bilen için mesele bu kadar basittir!