31 Mart’ın hatırlattıkları
31 Mart ve İstanbul için tekrarı yapılan 23 Haziran seçimleri, seçmenden iktidara “sarı kart” niteliğindedir. Görünen o ki iktidar “faullü” oynamayı sürdürüyor.
31 Mart seçimlerinin üçüncü yıldönümünü geride bırakıyoruz.
O seçimin bana hatırlattıklarının başında,bugünlerde 143. doğum gününü kutladığımız Neyzen Tevfik geliyor.
24 Mart 1879’da doğmuş Neyzen Tevfik.
Kolaylı’dır soyadı ama herkes onu Neyzen namıyla tanır.
Nükteleriyle ünlenen Neyzen’in eleştirilerinin, önemli ölçüde, muktedirlere yöneldiğini görüyoruz.
Anlatılanlara göre İkinci Meşrutiyet döneminin bakanlarından biri, yeğeninin vali olarak atanmasını sağlamış.
Bir sohbetleri sırasında Bakan, Neyzen’e sormuş:
“Yeğenimi nasıl buluyorsun?”
“Maşallah”demiş Neyzen, “fasulyeye benziyor”.
“Neden öyle dedin ki?” diye merak etmiş Bakan; “genç yaşta vali oldu”.
“İşte onun için” demiş Neyzen, “Zira fasulye de sırığa sarılarak büyür”.
İKTİDAR BOZAR…
“Sırığa sarılıp büyümenin” ne demek olduğunu merak eden varsa, dönüp günümüz iktidarına bakabilir; zira normal koşullarda liyakat ve becerileriyle şu anki işsizlerle rekabet şansları bile olmayan nice “fasulye”, akrabası konumundaki “sırıklar” nedeniyle hem bürokrasinin merdivenlerini üçer beşer atlıyor hem de “beşi bir yerden” maaşlarla gününü gün ediyor.
Nepotizm deniyor buna!
Mevcut iktidarı çürüten etkenlerin başında da bu “fasulyeler” ve “sırıklar” geliyor.
Derler ki “her iktidar insanı bozar; mutlak iktidar, mutlaka bozar”.
On dokuzuncu yüzyıl İngiliz düşünce tarihinin en önemli figürlerinden biri olduğu söylenen Lord Acton,“iktidarın suiistimale yatkın olduğunu ve mutlak iktidarın suiistimal yapmadan duramayacağını” söyler.
Suiistimal de çürütür!
Peki bunlar çürüdüklerinin farkındalar mı?
Bundan emin değiliz; zira bugünlerde üçüncü yıldönümünü yaşadığımız 31 Mart seçimlerinde anlaşılmıştı ki, farkında değiller.
Farkında olsalardı İstanbul’da sandığa atılan her 5 oydan 4’ünü geçerli sayıp, İmamoğlu’nun kazandığı seçimi iptal ettirirler miydi?
Yaklaşık 14-15 bin farkla kazandığı anlaşılan seçimler iptal edilince İmamoğlu, 800 bin gibi tarihi bir farkla seçimi kazanmıştı.
31 MART’IN GÖSTERDİĞİ SARI KART
31 Mart ve İstanbul için tekrarı yapılan 23 Haziran seçimleri, seçmenin mevcut iktidara gösterdiği “sarı kart” niteliğindedir.
Görünen o ki iktidar, görmüş olduğu “sarı kart”a rağmen bir yandan kamu yönetiminde hakkaniyeti ve adaleti sarsacak şekilde “faullü” oynamayı sürdürüyor; diğer yandan ekonominin dümenini döviz baronlarının insafına bıraktığı için her şey ateş pahası fiyatlara yükselmiş bulunuyor.
İkinci Büyük Savaş yıllarında görülen darlık ve kıtlık, yeniden nüksetmiş; ABD ambargosunun 70’li yıllarda hatırladığımız kuyruklar yeniden uzayıp gider bir hal almış durumda görünüyor. Gerçi kuyruklara son vermek için liyakat esasına göre atanmadıkları her hallerinden belli olan bürokratlar aracılığıyla fahiş artışla zam yaptıklarını görüyoruz ama artık böyle gidemeyeceği anlaşılıyor.
Atamaların liyakat esasına göre yapılmadığının en çarpıcı örneğidir bu “kuyruk oluyordu, o yüzden zam yaptık” diyen bürokrat.
Öte yandan kamu çalışanlarının özlük haklarının verilmemesi ve hala kamu kaynaklarının yandaşların isteğine göre dağıtılması da cabası!
31 Mart 2019, bir uyarıydı; iktidar, bu uyarıyı unutmuşa benziyorlar.
31 Mart’tan bu yana İstanbul’da İmamoğlu, Ankara’da Yavaş ve diğer büyükşehir belediye başkanları, AKP ve küçük ortağı MHP’nin bütün dezenformasyonlarına rağmen kazandıkları başkanlıklarla üstün bir performans göstermişlerdi.
Bu başarı çizgisi, üç yıldır aksamadan yükseliyor. Doğal olarak halk da, genel iktidarı da muhalefete verecek kanaate gelmiş bulunuyor.
İmamoğlu’nun İstanbul’da Yavaş’ın Ankara’daki başarılı çalışmaları da gösteriyor ki muhalefet, iktidara hazırlanıyor.
Yavaş’ın “işine odaklanan dikkatli ve kamunun çıkarlarına yönelik titizliği de gösteriyor ki “başka türlü de devlet yönetilebilir” imiş.
Zaten bu nedenledir ki yolları, yöntemleri farklı olmakla birlikte her iki başkanın yönettikleri şehirlere ilişkin rüştlerini ispat etmiş olmaları, bu iki başkanı Türkiye siyasetine kazandıran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak “acaba?” soruları her geçen gün yerini “neden olmasın” yargısına bırakıyor.
Olur mu?
Sanmam!
LİDER, RİSK ALAN KİŞİDİR
Kişisel tarihini bir yana bırakarak diyebilirim ki Yavaş ve İmamoğlu gibi kendi alanlarında başarılı iki belediye başkanını, bütün karşı çıkmalara, dudak bükmelere rağmen Ankara’nın ve İstanbul’un başına gelmesi sürecine öncülük eden, onların üzerindeki toz bulutunu kaldırtarak nasıl kıymetli birer maden olduklarının anlaşılmasını sağlayan biri olarak hak etmiyor mu?
Ediyor elbette!
Denir ki risk almasını bilen kişi liderdir ve bu riski alan Kılıçdaroğlu da bu tanımlamayı hak ediyor demektir.
Üstelik Türkiye’yi içine düştüğü bu durumdan kurtarmaya önderlik eden kişi olarak tarihe geçmeyi kim istemez ki?
Gene de diyebilirim ki uzun süredir yakından izlediğim Kılıçdaroğlu’nun bende bıraktığı izlenim üzerinden bir yorumlama yapmam gerekirse o bir “manivela” olmayı arzuluyor.
İktidar da, Kılıçdaroğlu’nun amacının ve onun koruma kalkanı altında Ankara ve İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığına seçilen Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun gösterdikleri başarıların farkında olacak ki bu sürecin önünü kesmek ve mevcut çarpık düzeni sürdürebilmek için seçim yasasında değişikliğe gidiyor.
Planlarına göre ittifakların gerekçesi sayılabilecek “artık oy” sistemini kaldırmak ve böylece parlamentoda oluşabilecek muhtemel bir muhalefet çoğunluğunu önlemek istiyorlar.
Planları işler mi?
31 Mart seçimlerini ölçü aldığımızda, yeterli ve gerekli sonuçları çıkaramadıkları anlaşılıyor.
Şadi Şirazi’ye atfedilen şöyle bir söz var; “ders çıkartmasını bilmiyorsanız, yaptığınız her hata, bir sonraki hatayı tetikleyen virüs olur”.