28 Şubat'tan beter

Abone Ol
Yıllarca örtülü kadınların üniversiteye alınmaması, kamusal alanda çalışamaması üzerinden propaganda yapan iktidarın bugün o kadınlara karşı gösterdiği orantısız şiddet bize, aslonanın hiçbir zaman inanç olmadığını göstermiştir. Uzunca bir süredir siyasi iktidarın en çok propagandasını yaptığı konu; CHP ya da muhalefet bloğunun iktidara geldiğinde muhafazakârların kazanımlarını kaybedecekleri ve bu açıdan AK Parti öncesi döneme dönüleceği yönündeki propagandadır. Buna göre olası iktidar değişiminde muhafazakârlar siyasi, sosyal, ekonomik alanda kazanılmış statü ve hakları geri alınacak, devlet tarafından yapılan yardımlar kesilecek, başörtülüler kamuda çalışamayacak ve başörtüsü yeniden yasaklanacak. Hatırlarsak benzer propaganda 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesi yapılmıştı. Buna göre de, Ankara ve İstanbul’u CHP alırsa faturaları teröristler dağıtacak, belediyelere bu insanlar alınacaktı. Bütün bunlar en yetkili isimler tarafından ifade edilmişti. Elbette bunların hiç biri olmadı. Dahası olmayacağını, bunları söyleyenler de biliyordu. Bu açıdan son dönemde yapılan bu propaganda da, en az önceki kadar temelsiz ve gerçek dışı. Yani CHP ya da muhalefet bloku iktidara geldiğinde ne başörtüsü yasaklanacak, ne sosyal yardımlar kesilecek ne de başörtüler işlerinden olacaklar. Evet iktidarın muhafazakârların hak ve özgürlüklerinin elinden alınacağına dair kara propaganda gerçek olmayacak ama siyasi iktidar ve devlet blokunun bizatihi muhafazakâr bir dini gruba mensup insanlara neler yaptıklarını birkaç gün önce Adana’da gördük. Adana’da sadece Anayasal bir hakkın kullanılması engellenmedi aynı zamanda polisin orantısız şiddetini de gördük. Üstelik kadınlar, muhafazakâr örtülü kadınlara. PEKİ NEDEN TAM BİAT İSTENİYOR Devlet/iktidar bloku sayısal ve siyasal olarak etkisi dar olan bu gruba neden böyle sert davranıyor? Bu grubu sürekli kriminalize ediyor? Bu sorulara cevap vermeden önce devlet/iktidar blokunun farklı dinsel grup, tarikat ve cemaatlere bakışını ele alalım. Siyasi iktidar uzunca bir süredir başlattığı toplumsal mühendislik projesine devleti de ideolojik ortak ederek yeni bir “makbul vatandaşlık” tanımı yaptı. Bu vatandaşlığın önemli bir nosyonu dini bir yorum olarak karşımıza çıkıyor. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da siyasi temsilini bulan, resmi olarak DİB, gayriresmi olarak bir ilahiyat hocasının yorumlarında vücut bulan bu “dini yorum” biricikleştirilerek tek yorum olarak kabul edilip kamusal alanda, makbul vatandaşlığın nosyonuna dönüştürülüyor. Devlet/siyasetin tercih ettiği dini yorumun dışında kalan farklı dini grup, cemaat ve tarikatların varlığını sürdürebilmelerinin yolu -en azından kamusal alanda-, iktidarın yorumu kabullenmeleridir. Ki devlet/siyasetin beklentisi budur. Bunun da kabul gördüğü aşikar. Nitekim Türkiye’de var olan dini grup, cemaat ve tarikatların esas önceliğinin de, ilahi olana bağlılıktan çok dünyevi olan siyasi ve ekonomik varlıklarını koruyup, sürdürmek. Dini grup, cemaat liderlerinin her birinin bir kanaat önderinden çok bir şirket CEO’su olduğu açıktır. Devlet/iktidarın beklentisine uymayan/lar ise kısa sürede kriminalize edilme, itibar suikastı ve etkisizleştirilme ile karşı karşıyalar. İşte Furkan Vakfı çevresinde toplananların ve o grubun dini liderinin yaşadığı da budur. Kendilerine dayatılana biat etmedikleri için sürekli kriminalize ediliyor, devletin iktidarın baskısıyla karşı karşı kalıyorlar.
Furkan Vakfı iktidar için tehlikelidir. Bunun nedeni “içerideki öteki” olmasıdır.
Dünya görüşleri ve dünya tahayyüllerinden bağımsız olarak bu grup siyasi iktidar için “tehlikelidir”. Bunun nedeni de “içerideki öteki” olmasıdır. ŞAŞIRIYOR MUYUZ? İşte bu grubun Adana’da başına gelenler bu anlayışın bir sonucudur. Bu gruba bağlı aralarında örtülü kadınların da olduğu bir grup Adana’da protesto gösterisi yapmak isterken onlara gösterilen tepkileri hepimiz TV’lerde izledik, sosyal medyada gördük. Grubun izin isteyerek yapmak istediği basın açıklamasına izin verilmeyerek sadece anayasal hak ihlal edilmiyor aynı zamanda polis tarafından kadın-erkek fark etmeksizin uygulanan orantısız şiddetle insanların vücut bütünlükleri tehlikeye atılıyor. Orada ihlal edilen sadece anayasal hak olarak gösteri ve toplantı yürüyüş hakkı değil. Ondan daha ağırı polisin göstericileri uğrattığı ve açık biçimde suç olan orantısız şiddet. Görüntülere daha yakından baktığımızda, başörtülü kadınların yine örtülü kadınlara uyguladığı orantısız şiddet, siyasi iktidarın iktidarını korumak ve kendine yönelik en ufak siyasal muhalefete bile ne kadar tahammülsüz olduğunu da gösteriyor. Bu görüntüler bize siyasi iktidarın, iktidarını korumak için aynı inançtan olan örtülü kadınlara dahi orantısız şiddet uygulamaktan kaçınmayacağını göstermiştir. Uzun yıllar boyunca örtülü kadınların üniversiteye alınmaması, kamusal alanda çalışamaması üzerinden propaganda yapan iktidarın bugün o kadınlara karşı gösterdiği orantısız şiddet bize, onlar için aslonanın hiçbir zaman inanç olmadığını göstermiştir. Meğer iktidar için geçmişte de bugün de aslolan iktidarmış.