Yarın gerçekleşecek 28 Şubat buluşması öncesinde; demokratik bir Türkiye inşası sözü, rejim değişikliği sürecinin nasıl gerçekleşeceğinin detayları ve aktörlerin rollerinin belirlenmesinin öncelik olduğunu ifade ediyor Dr. Şebnem Yardımcı Geyikçi Rusya’nın Ukrayna’ya saldırarak Avrupa kıtasında yeni bir savaşı başlatması gündemimizi doğrudan etkiledi. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ekonomik olarak halihazırda yaşadığı sıkıntıların derinleşeceğini tahmin etmek zor görünmüyor. Dolayısıyla ülke gündeminin Rusya-Ukrayna savaşı, NATO ve ambargolara dönmesi şaşırtıcı değil. Fakat iç siyasette de önemli gelişmeler yaşanıyor. Altı muhalefet partisinin bir süredir üzerinde görüştüğü güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışması tamamlandı ve hazırlanan mutabakat metni 28 Şubat'ta geniş katılımlı bir toplantıyla kamuoyuyla paylaşılacak. 28 Şubat toplantısının Türkiye’de siyasetin bugünü ve geleceği için önemini tartışmak ve muhalefetin yakın gelecekte karşılaşabileceği olası çıkmazları ve sürecin sunduğu olanaklarını tanımlamak faydalı olacaktır. REKABETÇİ OTORİTERLİK VE MUHALEFET Literatür, rekabetçi otoriter rejimlerde seçim kazanmanın birinci şartını muhalefetin bir arada durması olarak tanımlıyor. Bu tür rejimlerin varlığını sürdürmesini sağlayan en önemli faktörlerden biri muhalefetin dağınık olması ve birçok farklı nedenle bir araya gelmesinin koşullarının zayıf olmasıdır. Dolayısıyla baskın partinin seçimleri kaybetmesi için birincil ihtiyaç dağınık muhalefetin bütün ayrımlarını bir kenara bırakarak uzlaşabilmesi ve ortak bir strateji benimseyerek koordineli hareket etmesidir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte ittifak yasasının benimsenmesinin muhalefet için yarattığı olanakları ve bir arada durmayı nasıl teşvik ettiğini daha önceki bir yazımda ele almıştım. Bu teşvikin de etkisiyle 2018 seçimlerinden bu yana Millet İttifakı’nın kurulması ile muhalefetin birlikte hareket etme yetisini artırdığını söyleyebiliriz. Bir seçim ittifakı olarak CHP, İYİ Parti, SP ve DP arasında kurulan Millet İttifakı, 2019 yerel seçimlerinde CHP ve İYİ Partinin birçok il ve ilçede ortak adaylar göstermesi ile devam etti. 2019 yerel seçimlerinde dışarıdan HDP’nin de dolaylı desteği ile kazanılan başarı, muhalefetin bir arada durmasının ne tür kazanımlara yol açabileceği gösterdi. Bu tür rejimlerde seçim yoluyla iktidar değişiminin diğer önemli bir etkeni baskın partinin parçalanması ve dağılan parti elitlerinin yeni siyasi hareketler kurmalarıdır. Geçtiğimiz süreçte AKP’nin ileri gelen isimlerinden Ali Babacan’ın DEVA Partisi’ni ve yine partinin başbakanlık dahil birçok görevini üstlenmiş olan elitlerinden Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ni (GP) kurması muhalefet kanadını genişletti. Henüz her iki partinin de seçimsel ağırlığı netleşmese de iktidar partisinin bölünmesi ve partinin ileri gelen isimlerinin muhalefete dahil olması muhalefet kanadının siyasi rekabeti, kimlik temelli üzerine uzlaşılması zor konulardan demokrasinin tesis edilmesi gibi farklı grupları biraraya getirebilecek zemine çekmesine olanak tanıyor. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı merkezine alarak kurulan Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yarattığı yönetişim krizinin ekonomik kriz ile toplumu derinden etkilemesiyle kimlik bazlı siyasetin bir süredir etkisinin zayıfladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Hızlı karar alma ve etkin yönetim sözüyle kurulan bir sistemin hiçbir krize cevap verememesi ve sistem sonrasında derinleşen problemler bütün bu krizlerin rejim ile ilişkilendirilmesini de kolaylaştırıyor. Dolayısıyla siyaset kimlik temelli olmaktan çıkıp rejim üzerinden kendini tanımlamaya başlıyor. Bugün altı muhalefet partisinin bir araya gelebilmesi de tam olarak bu durumla ilişkili. Siyasi kimlikleri açısından birbirinden farklı, ülkenin farklı toplumsal gruplarını temsil eden hareketler demokrasinin yeniden inşası ortak paydasında bir araya gelebiliyor. Bu birliktelikte henüz seçimsel yetilerini kanıtlamamalarına rağmen DEVA ve GP’nin bulunması yukarıda saydığım iki neden için de kritik önemde. Hem bir aradalığı koruyabilmek hem de demokrasiyi yeniden inşa etmek gibi büyük bir amacı hayata geçirebilmek için ve farklı grupların dahilini garantilemek için iktidar partisinden kopan aktörlerin sürecin parçası olması gerekli. 12 Şubat’ta bir araya gelen CHP, İYİ Parti, SP, DEVA, DP ve GP liderleri ortak hedeflerini Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş olarak tanımladılar. Toplantı sonrası paylaştıkları metinde temel amacın tek adam üzerine kurulan rejimin demokratikleştirilmesi olduğunun altı çizildi. Bu metinde vurgulanan farklılıkların kenara bırakılarak biz kimliğinin ön plana çıkması, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde hak ve özgürlüklerin güvenceye alınacağının vurgulanması, eşit ve özgür vatandaşlığın, ifade özgürlüğünün yeniden tesis edilmesinin garanti edilmesi gibi noktalar Türkiye’nin normalleşmesi için muhalefetin doğru bir izlekte olduğunu gösteriyor. Yine hedeflerinin kamu yönetiminde şeffaflık, eşitlik, tarafsızlık ve liyakatın sağlanması, yolsuzlukla etkin mücadele edilmesi, Siyasi Etik Kanunu ile siyasi makamların millete hizmetten başka bir amacının olmamasının garanti altına alınması olması uzun zamandır bir yönetişim krizi yaşayan Türkiye için önemli bir çıkış yolu sunuyor. MUHALEFETİN ÇIKMAZLARI VE OLANAKLARI Toplantı sonrası bu yeni birlikteliğe birçok eleştiri yöneltildi. Bu eleştirilerin başında HDP’nin tabloda yer almaması, birlikteliğin yoğunlukla sağ partiler tarafından oluşturulması ve ittifakın planlarının ülkenin sorunlarına ne tür çözümlerin üreteceğinin detaylandırılmaması geliyor. 2019 yerel seçimlerinde HDP birçok yerde aday göstermeyerek dolaylı olarak muhalefet bloğunu destekledi ve dolayısıyla birçok büyükşehrin kazanılmasında kritik rol oynadı. Özellikle İstanbul’un HDP oyları olmadan kazanılması çok olası değildi. Ayrıca partinin sıklıkla Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yönelik eleştirileri ve parlamenter sisteme dönüşe verdikleri destek bu dönüşümü sağlayabilmek için çok önemli.
Yine de “yarının Türkiye’sini inşa ediyoruz” ifadeleri kullanılırken HDP’nin tabloda olması kapsayıcı olmanın ön koşullarından.
Peki, neden HDP bu tabloda yer almadı? Öncelikle partinin millet ittifakında yer almak istemediğini birçok defa dile getirdiğini belirtmekte fayda var. Yine HDP’nin ortak aday ve demokratik anayasa konusunda destek vereceğini fakat bir seçimsel ittifaka da dâhil olmak istemediğini belirttiğini söylemek gerekiyor. Yine de “yarının Türkiye’sini inşa ediyoruz” ifadeleri kullanılırken HDP’nin tabloda olması kapsayıcı olmanın ön koşullarından. Fakat iktidarın ısrarla siyaseti etnik ve dini temelli ayrışmalara çekmeye çalıştığı, radikal milliyetçi MHP ile ortaklık kurarak çoğunluğu korumaya çalıştığı bir ortamda bu birlikteliğe HDP’nin doğrudan dahili iktidarın çoğunluk söylemini güçlendirecektir. Dolayısıyla HDP’nin de çok memnun olmayacağı sonuçları tetikleyebilir. Hatta toplantı sonrası MHP lideri Devlet Bahçeli’nin toplantıya dahil olmayan HDP’yi masa ayaklarında araması bu durumu çok güzel özetliyor. Bu koşullar altında hem HDP’nin hem de ittifakın ortak adaylık ve anayasa değişiklikleri üzerine görüşmeleri sürdürmesi, iletişimi koruması ve koordineli hareket etmesi her iki aktör için de stratejik olarak zaruri görünüyor. Sonuç itibariyle HDP’nin sesinin olmadığı bir yarının Türkiye’si ittifakın sahiplendiği değerlerin hayata geçmesini olanaksız kılacaktır. Fakat bu beraberliğin rafine bir strateji ile ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum. İktidarın Kürt hareketini kriminalize ettiği bir ortamda muhalefetin temel çıkmazı bu hareketi dışlamadan bir siyaset üretebilmekken olanağı ise yerel seçimlerde olduğu gibi sağduyulu liderlik ve koordinasyon ile temel değerin demokrasi olduğunu ön plana çıkararak HDP’yi sürece dahil etme kapasitesinin olmasıdır. Yine altı siyasi partinin beşinin sağ siyasetten olduğu ve bu tabloda CHP’nin ne kadar solu temsil edebileceği eleştirisi de çok yapıldı. Bu birlikteliği sağ-sol ayrımı üzerinden tanımlamayı doğru bulmuyorum. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun azımsandığını belirtmek lazım. İktidarın devletin bütün kaynaklarını tek taraflı kullandığı, adalet sisteminin ciddi anlamda zayıfladığı, anaakım medyanın yoğunlukla iktidar tarafından kontrol edildiği ve kararların hiçbir istişareye tabii olmadan tek merkezden alındığı, rekabetçiliğini hâlâ koruyan fakat rekabet alanlarının giderek daraldığı bir rejim içerisinde yaşıyoruz. Bu koşullar altında muhalefetin hele Türkiye gibi etnik ve dini temelli toplumsal bölünmelerin olduğu ülkelerde sağ-sol üzerinden siyaset yapması ve demokratik referanslarını kaybetmiş bir rejime karşı demokratik sisteme dönme sözünün ötesine gitmesi zor görünüyor. Bu birlikteliğin amacı temel olarak demokrasinin inşası ve Türkiye’nin normalleşmesi sözüdür. Dolayısıyla uzun süredir muhalefetin hamisi pozisyonu koruyan CHP’nin bu süreçte başat aktör olarak yer alması partinin cumhuriyetin kurucu partisi olma geçmişi ile de birebir örtüşüyor.
Altı siyasi partinin beşinin sağ siyasetten olduğu ve bu tabloda CHP’nin ne kadar solu temsil edebileceği eleştirisi de çok yapıldı. Bu birlikteliği sağ-sol ayrımı üzerinden tanımlamayı doğru bulmuyorum.
Burada asıl tehdit bu birlikteliği devam ettirmek için partinin kendi sosyal demokrat kimliğinin zedelenmesidir. Bunu engelleyebilmek için partinin ülkede giderek güçlenen grev hareketlerini desteklemesi, sahiplenmesi ve giderek yoksullaşan kitlelere yönelik siyaset üretmesi gerekmektedir. Bu siyaseti benimsemek CHP’yi bu kalabalıktan ayırmanın olanaklarını sunabilir. Sol kimliğini korumanın ön koşulu çeperde kalan kitleleri sahiplenmek, yoksullaşan kitleler için siyaset üretmek, örgütlü işçileri, çalışanları desteklemek ve herkes için eşit koşulları sunabilmekten geçiyor. Belki bugün uzun zamandan sonra ilk defa CHP’nin bu kitlelere seslenebilmesinin olanakları yeniden üredi ve siyaseti bu noktadan kurgulamanın partinin sosyal demokrat kimliğini korumak için önemli olduğunu düşünüyorum. Fakat bunu yaparken öncelikli olarak ülkenin demokratikleşmesini sağlayabilmek için ittifakı sürdürmesi gerekiyor. Yine de sürecin asli aktörü olması politika üretmek ve uygulamak konusunda elini güçlendirebilir. Sağ partiler eleştirisinin uzantısı olan diğer önemli bir mevzu DEVA ve GP’nin ittifaka alınmasının sorunsallaştırılması. Peki içinde bulunduğumuz durumun sorumlu aktörlerinden olan elitler tarafından kurulan bu partiler demokrasi koalisyonda neden yer alıyor? Bunun kurumsal, stratejik ve ilkesel nedenlerinden bahsedebiliriz. Birincisi sistemin 50+1 formülü üzerinden şekillendirilmesi küçük partilerin etkinliğini artırıyor. Böyle bir çoğunluğa ulaşmak için yüzde bir hatta binde 5 oyun bile çok önemli bir katkısı var. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş koalisyon süreçlerini seçim öncesine taşıyarak ve çoğunluk formülünü benimseyerek küçük partilerin şantaj potansiyellerini artırdı. Dolayısıyla bu toplamı yakalamak için küçük aktörlere ihtiyaç var. İkincisi bu aktörlerin oy potansiyeli henüz netleşmiş değil. Yapılan kamuoyu araştırmalarının da yukarıda tanımladığım koşullar altında yapıldığını ve tam da bu özelliği ile taraflı sonuçlar yaratabileceğini dikkate almalıyız. Dolayısıyla bu partilerin kimlere ne kadar hitap edebileceğini bilmiyoruz, stratejik olarak bu durumda onları dışarıda bırakmak muhalefet için olumsuz sonuçlar doğurabilir. Son olarak ise demokrasiyi inşa etme, yarının Türkiye’sini kurma hedefi ile ortaya atılan bir ittifakın toplumun bütün kesimlerine ulaşması, bu değerleri benimseyen bütün aktörleri kapsaması inandırıcılığı açısından önemli. Dolayısıyla ilkesel olarak zamanında iktidar partisinin parçası olmuş ama şimdi özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geçiş sonrası demokratik karakterini kaybeden bir rejime karşı kurulan safta bu unsurların bulunması zamanında iktidar partisi ile kendini tanımlamış ama artık alternatif arayışında olan kitlelerin gözünde de muhalefetin hedefini meşru kılacaktır. Son eleştiri sıklıkla dile getirilen ittifakın ne sunduğunun detaylandırılmaması. Bu tür farklı toplumsal kesimleri temsil eden aktörlerin kurduğu ortaklıklarda detaylar artıkça birlikteliğin sürdürülebilmesi o kadar zorlaşmaktadır.
28 Şubat tarihinde Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılacağına inanıyorum – umalım bu sayfa ile özgür, demokratik ve adil bir gelecek Türkiye için mümkün olabilsin.
Bugün ittifakın önerdiği Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği normları çerçevesinde hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması, eşit ve özgür vatandaşlığın, ifade özgürlüğünün yeniden tesis edilmesi, kamu yönetiminde şeffaflık, eşitlik, tarafsızlık ve liyakatın sağlanması, yolsuzlukla etkin mücadele edilmesi, Siyasi Etik Kanunu ile siyasi makamların millete hizmetten başka bir amacının olmamasının garanti altına alınması sözleri ve bu sözler altında bir araya gelmesi zaten muhalefetin iktidara geldiğinde sorunları nasıl çözeceğini özetliyor. İçinde bulunduğumuz durumda sadece bu sözlerin bile hayata geçirilmesi birçok soruna cevap olacaktır. Tabii burada daha önemli olan görev paylaşımının nasıl yapılacağı teknokrasi ve demokrasi arasında yani siyaset ve bürokrasi arasında nasıl bir dengenin sağlanacağının belirlenmesi. Bu da ancak bu partiler tarafından yürütülecek uzun pazarlıklar sonucunda kararlaştırılabilecektir. Dolayısıyla 28 Şubat’taki buluşmada da güçlendirilmiş parlamenter sisteme dair detayları duyacağımızı fakat bu toplantıdan spesifik ekonomi, sağlık, eğitim politikaları gibi detayları beklemenin çok doğru olmayacağını düşünüyorum. Şu an için demokratik bir Türkiye inşası sözü, rejim değişikliği sürecinin nasıl gerçekleşeceğinin detayları ve aktörlerin rollerinin belirlenmesi öncelik olmak durumunda. Diğer politikalar üzerine detaylar ancak siyaset-bürokrasi dengesinin nasıl kurulacağının belirlenmesi ile mümkün olacaktır. Bu noktada da partilerin ağırlıklarına göre söz sahibi olmasının önem taşıyacağı kanaatindeyim. 28 Şubat tarihinde Türkiye siyasetinde yeni bir sayfa açılacağına inanıyorum – umalım bu sayfa ile özgür, demokratik ve adil bir gelecek Türkiye için mümkün olabilsin.