21.yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda neredeyiz?

Abone Ol
Bu küresel koşullara Türkiye nasıl giriyor? Yok olan kurumlar ile. Dünyanın çok sayıda ülkesinin yüksek enflasyondan şikâyet etmesine rağmen aklına bile getiremeyeceği düzeyde bir enflasyon oranı ile. Dünya, 21. yüzyılın ilk çeyreğini iki büyük krizin ekonomik mirasıyla tamamlayacak. Birincisi, 2008’de başlayan Büyük Resesyon, ikincisi ise 2020’nin Kovid-19 krizi. Bu iki krizin 20. yüzyıldaki karşılığı 1929’daki Büyük Depresyon ve 1918’de başlayıp 2 yıl süren İspanyol gribi. Küreselleşme, finans piyasalarının ekonomilere yön verme gücünü önemli ölçüde artırmıştı. Büyük Resesyon, artan bu gücün yol açtığı bir kriz olma özeliğine sahipti. Sorun, finans piyasalarında ortaya çıkmıştı. Çözüm de finans piyasalarında idi. Yani, para politikalarının kullanımı diğer politika araçlarına göre öne çıkıyordu. Ancak, krizin maliyeti kamu maliyesinde de yansıma buldu. Küresel borçluluk düzeyi yüksek oranlı artışlar kaydetti. Kovid-19 krizi, bir sağlık krizi olması nedeniyle maliye politikasını para politikasına göre öne çıkarıyordu. Zira, çalışma olanağının ağır bir kısıtlamaya uğraması, hükümetlerin sosyal amaçlı destekleri devreye sokmasını gerektiriyordu. Böyle bir krizde para politikasına ek olarak maliye politikası da artan ağırlıkla aktif bir rol üstleniyordu. 2008-2020 döneminde, para politikaları küresel düzeyde gündemde çok sıklıkla yer işgal ettiği için, merkez bankaları ekonomiyle ilgili tartışmaların sürekli olarak odağında yer aldı. Kovid-19 krizinin değiştirdiği ekonomi manzarasında ve gündemde merkez bankalarına ek olarak maliye politikaları 2020 öncesine göre büyük olasılıkla artık daha fazla gündemde olacak. Daha doğrusu, olması gerekiyor. Her ülkede borç üç kaynaktan ortaya çıkıyor: kamu kesimi, özel firmalar ve hane halkı. Bu üç borç kaynağına ilişkin çok sayıda veri var. Dünyanın, hangi dönemler itibarıyla nereden nereye geldiğini önceki yazılarımdan birinde analiz etmiştim. Yazı, Kasım 2021’e ait. Kasım’dan bu yana, ABD’de resesyon yaşanma olasılığı arttı. Hatta, resesyon (durgunluk) yerine, stagflasyon (yüksek enflasyon ortamında durgunluk) olasılığı giderek artan sıklıkla gündemde yer almaya başladı. Büyük resesyonun olumsuz yönde değiştirdiği küresel ekonomik yapı Kovid-19 ile ilave ağır bir hasar aldı. Kovid-19 döneminin gündemde ağırlık kazandırdığı bazı yapısal nitelikli konuların yanında, dünya ekonomisini özellikle enerji ve gıda fiyatları üzerinden etkileyen Rusya-Ukrayna savaşı da üstlenilen büyük sorunlar listesine ilave oldu. Kovid-19 krizinin tedarik zincirlerinde verdiği hasar devam ederken, diğer gelişmelerin etkileriyle gelişmiş ekonomilerin baş etmeye çalıştığı enflasyon sorunu gelişmekte olan ülkeler için gelecek günlere dair olumsuz sinyaller veriyor. Bugün gelinen noktada, dünya ekonomisinin yapısal nitelikli temel sorun başlıkları şunlar olarak düşünülebilir:
  1. Krizlere karşı dayanıklılık gücü zayıflıkları.
  2. Ufukta görülen düşük büyüme oranları riski.
  3. Gelir eşitsizliği.
  4. Sosyal nitelikli ve sağlıkla ilgili harcamaların kamu maliyesi üzerindeki baskıları.
  5. İklim değişikliğine karşı önlemlerin yarattığı ve yaratacağı maliyetler.
  6. Düşen verim düzeyi.
  7. Özellikle gelişmiş ülkelerin yaşlanan nüfus probleminin yarattığı maliyetler.
2008’den sonraki süreçte, küresel borç stoğunun küresel gelire oranı yükselirken küresel faiz giderlerinin küresel borca oranı düşüyordu. Neden, çok düşük borçlanma maliyetleriydi. Diğer bir ifadeyle, düşük faiz ortamında yükselen bir borç stoğu vardı. Dünya, tarihi zirvelerdeki bir borç stoğu ile ve bundan sonra yükselen faiz ortamında bu yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzere. Bunun anlamı, borç geri ödemelerinde sürdürülebilirliğin özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ana gündem maddesi olacağı. Sri Lanka, bu sürecin ilk örneği oldu. Küresel düzeyde azalan likidite, yükselen faiz ve yüksek borçluluk söz konusu iken, koşullara uygun, sürdürülebilir, güven veren nitelikteki ekonomi politikalarını öne çıkarmayı başarabilen ülkeler hem borçlarını servis edebilecekler hem de günün koşullarına uygun avantajlı borçlanma maliyetleriyle karşı karşıya kalabilecekler. Gelişen ve zorlaşan koşullar altında kurumsal yönetim tutarlılığı ve kurumsal alt yapının gücü çok daha büyük bir önem taşıyor olacak. Kurumsal anlamda, gelişmiş ülkelerin gelişenlere göre çok daha istikrarlı ve prensipleri oturmuş yapıları mevcut. Bu durumda, gelişen ülkeler için sürecin ekonomik koşullar dışında kurumsal alt yapı açısından da daha zor olacağını öngörmek zor değil.
Gelişen ülkeler için sürecin ekonomik koşullar dışında kurumsal alt yapı açısından da daha zor olacağını öngörmek zor değil.
Yüksek borç ve yükselen faiz ortamı her ülke için şu soruyu gündeme getiriyor: Artan maliyetleri her toplumda hangi kesimler ne oranda üstlenecek? Yani, sınıfsal bir maliyet paylaşımı konuşuluyor olacak. Günün koşullarına uygun, sürdürülebilir, güven veren nitelikteki ekonomi politikalarını kurumsal yapıların desteğiyle hayata geçiremeyenlerin sınıfsal olarak karşılaşacağı problemler var. Ekonomilerde, risklerin arttığı koşullarda her kesimin oluşan risklerden kaçma eğilimi artıyor. Yüksek gelir grupları, artan riskler karşısında ülkeden varlıklarını dış ülkelere aktarabiliyor. Yani, riskten süratle kaçabiliyorlar. Firmalar, yatırımlarını durduruyorlar, daha az iş yapmayı tercih ediyorlar. Orta gelir grupları, sahip oldukları tasarrufları bankalardan çekerek gayrimenkul gibi menkul olmayan varlıklara yönelme eğilimine giriyorlar. Yüksek borç seviyesinin yükselen faiz ortamında artan maliyetleri ekonomilerin verim artışları kaydetmesini engelliyor ya da verim artırmaya yönelik planlarını hayata geçirtmiyor. Yukarıda sıralanan 6 madde çerçevesinde dünya yapısal reformlardan söz ediyor. Bu küresel koşullara Türkiye nasıl giriyor? Yok olan kurumlar ile. Dünyanın çok sayıda ülkesinin yüksek enflasyondan şikâyet etmesine rağmen aklına bile getiremeyeceği düzeyde bir enflasyon oranı ile. Eksi döviz rezervi ile. Enflasyonu düşüremeyeceği bilinen ve küresel gelişmelerden bağımsız olarak ekonomiyi büyük bir açmaza götürmekte olan politika içermeyen uygulamalar ile ve bunların bir sonucu olacak olan artan kamu maliyesi sorunları ile.