Dünya salgınlar, savaşlar ve krizlerin yanı sıra büyük bir dönüşüm ve değişim döneminden geçiyor. Prof. Dr. Melih Bulut bu dönüşüm ve değişimin önemini anlattı. Bir taraftan nanorobotlarla hastalık tedavi etmeye hazırlanırken bir taraftan da uzaya gönderdiğimiz James Webb teleskobu ile kâinatın sırlarını çözüyoruz. 2012’de tanımlanan CRISPR gen teknolojisi 2020’de Nobel Ödülüne layık görülüyor; şu anda öğrenci düzeyinde uygulanabilir hale geliyor, birçok genetik hastalığın tedavisinde kullanılması an meselesi. Nano düzeyden evrenin sonsuzluğuna uzanan bilim dünyasındaki baş döndürücü buluşların hızla yıkıcı teknolojilere dönüşüp günlük hayatımıza girdiği ve bütün üretim ilişkilerini, sosyal dünyamızı derinden etkilediği bu hızlı dönüşüm dönemini, Tarım Devrimine atfen, Bilim Devrimi olarak adlandırıyorum. Böyle bir çağda gözlem yetenekleri ve sorun çözme becerileri zengin biliminsanlarının sadece bilinmeyenleri keşfetmeye odaklanarak yeni bilgi üretmekle yetinmeyip başka sorumluluklar da üstlenmelerinin tarihi görevleri olduğunu düşünüyorum. Dönüşüm dönemlerinin önemli bir karakteristiği, krizlerle birlikte seyretmesidir. Nitekim insanlık 2022 yılını giderek artan biçimde ekonomik kriz, COVID-19’un yarattığı sağlık krizi, yerinden edilen insanlar yani sığınmacı ve mülteci krizi, iklim krizi ve bunların sonucunda her düzeyde derinleşen yönetim krizi içinde karşıladı. 24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ile savaş başladı. Önceleri, pandemi sonrası dünya eskisi gibi olmayacak öngörüsü ile yeni beklentiler içine girmiştik ama artık kesinlikle 24 Şubat sonrası dünyanın eskisi gibi olamayacağını söyleyebiliriz. Çok hızlı gelişen bir dönüşüm döneminin tam ortasında, tepe noktasındayız. Yan tutmadan gerçekleri aramak olarak tanımladığım bilim, insanın en eski ortak üretimlerinden birisidir. Bir diğer ortak ve en eski üretimi siyasettir. Neanderthaller başta insansılara karşı savaşlarımızda, diğer tüm canlılara karşı galebe çalarak bu evrene damga vurmamızda bu iki ortak üretimin hiç kuşkusuz çok büyük payı olmuştur. Ortak bir hikâyenin etrafında toparlanabilen yani siyaset üretebilen ve bilim yaparak alet (teknoloji) geliştirebilen insan evladı doğadaki rakipleriyle girdiği mücadelelerden hep galip çıkmıştır. Sonuçta Tarım Devrimi’ni de gerçekleştirerek avcı toplayıcı yaşam biçiminden tarım toplumu aşamasına geçmiş; sofistike yönetim biçimleri, ordu, yazı, bilginin saklanması ve okullarla sonraki kuşaklara aktarılması işlerini başarmıştır. Bilim Tarihinin ana kavşakları bizi Sanayi Devrimi, Aydınlanma, Modernite gibi süreçlere taşımıştır. Ne yazık ki, bu gelişmelere paralel, insanın hırsı her zaman emperyal rüyalara da yol açmış ve bilim ile teknolojideki devasa ilerlemeler iki dünya savaşı gibi felaketi yaşamamıza engel olamamıştır. İçinde yaşamakta olduğumuz, adı ister Bilim Devrimi, ister başka bir şey olsun, büyük dönüşüm dönemini de keşke savaşsız, yumuşak geçişle atlatabilseydik ama başaramadık. 2008’deki ekonomik kriz kapitalizmin son aşaması olan neoliberalizmin önemli bir kriziydi; zorlukla yatıştırıldı. Küresel ısınma var mı yok mu diye tartışırken kendimizi bir anda çok ciddi bir iklim krizinin içinde buluverdik. Örneğin 19 Mart 2022’de Antarktika’da dünyanın en soğuk yerinde normalde -53 derece ölçülen hava sıcaklığı sadece -12 derece oldu. Mart sonunda, ülkemizde Ordu’da hava sıcaklığı 32 derece oldu. Kötü yönetimle birlikte, iklim krizi göçleri tetikledi; dünyanın dört bir köşesinde rekor sayıda insan yaşadığı coğrafyaları terk etmek zorunda kaldı. Göç alan ülkelerin vatandaşları yeni gelenleri çoğu kez istemediler, binlerce insan Akdeniz’de boğuldu. En son Ukrayna işgali ile bir ay içerisinde 3,5 milyon kişi ülke dışına kaçmak, bunun en az 2 katı kadar çocuk, yaşlı, kadın ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Dünyanın en hızlı göç hareketine şahit olduk. COVID-19 pandemi olarak bu resmigeçitte yerini aldı. Küresel bir salgın yıllardır bekleniyordu ve sonunda geldi, dünyayı kasıp kavurdu. En zengin, sağlık alanında iddialı ülkeler ve yönetimler Yeni Koronavirüs karşısında çaresiz kaldı. Mahşerin Dört Atlısı şeklinde üzerimize gelen bu krizler her gün istisnasız herkesi, her kurumu ve her ülkeyi etkiledi. Bunun sonucunda her kurum, her devlet bir biçimde yönetim krizi de yaşamaya başladı. Şimdi işgal ve savaşla başlayan süreç bütün bu krizleri herkes için daha da ağır hale getiriyor. Bütün bu krizlerin ortak özellikleri neydi, niçin üst üste geldiler çok uzun tartışılabilecek konular. Pek çok düşünürün üstünde anlaştığı nokta bu krizlerin bir dönüşüm çağının da habercisi olduğu yönünde. Gezegenimizin bizi bu halimizle, yani alıştığımız zihin yapısı, kurumlar, değerler sistemi ile taşıyamadığı bir gerçek; gelecekte var olabilmek için yeni bir devrime ihtiyacımız var. Nasıl COVID-19 ile mücadelede eski tip, ölü virüs aşısı yeterli olmuyorsa; mRNA aşısı ancak sorunumuzu çözebiliyorsa, tüm toplumsal, ekonomik krizlerin çözümü için de bilimin rehberliği ile gerçekleri demokrat anlayışla harmanlayan “Bilim Siyaseti” ne ihtiyacımız var. Doğaldır ki yaşadığımız krizleri aşmak için Bilim Siyasetinden başka otokratik, totaliter yöntemler önerilebilir veya bazı toplumlar böyle yönetilmeyi seçebilir.
Demokrasi uzunca bir süre iş görmüş olabilir ama artık mevcut ağır krizlerin çözümünde ne ülke ne de uluslararası düzlemde yeterli olmuyor. Çünkü bu kişileri neden seçtiğimiz, ne için seçtiğimiz hakkında elimizde kanıtlı bilgiler yok.
Kişisel kanaatim dijital çağda demokratik, şeffaf, paylaşımcı, hesap verebilir olamayan yönetim anlayışların ömrünün pek uzun sürmeyeceği yönündedir. İşte biliminsanının en önemli tarihi sorumluluğu bu noktada ortaya çıkıyor çünkü o menfaate, gizliliğe ve yalana itibar etmez. Paylaşımcıdır, bulduklarını meslektaşlarıyla paylaşır; çünkü bilimin üst üste konan tuğlalardan oluştuğunu bilir. Buluş yapmak için şeffaf ve önyargısız olmalıdır, hipotezi yanlış çıktığında yanlışını kabul eder; daha doğrusu her zaman kendisini ve başkalarını yanlışlamaya çalışır. Demokrat olmak, yan tutmamak zorundadır yoksa gerçeğe ulaşamaz. O halde biliminsanının bizatihi kendisi bilim siyasetinin öznesi olmalıdır. Ayrıca tüm bu adeta genetik özellikleri nedeniyle şu anda siyaset dünyasını bir kanser gibi sarmış gerçeküstü/posttruth çağının panzehiridir. Bu yüzden de her alanda, bir adım öne çıkmalıdır. Akademik olarak siyaset bilimi ile uğraşmak veya akademik alanda “politika” yapmak benim kastettiğim anlamda biliminsanının sorumluluğundan farklıdır. Bilim Siyaseti, Bilim Devrimi çağının siyasetidir ve her politika alanına biliminsanı sorumluluğu ve bilimsel yöntemlerle yaklaşmayı gerektirir. İnsanlık olarak tarih boyunca geliştirdiğimiz en iyi yönetim usulü temsili demokrasi. Bir şekilde seçim yapıyoruz ve bazı kişileri bizi yönetsinler, hakkımızda karar versinler diye görevlendiriyoruz. Bu sistem uzunca bir süre iş görmüş olabilir ama artık mevcut ağır krizlerin çözümünde ne ülke ne de uluslararası düzlemde yeterli olmuyor. Çünkü bu kişileri neden seçtiğimiz, ne için seçtiğimiz hakkında elimizde kanıtlı bilgiler yok. Bu seçimi sıklıkla gerçeklere dayanarak değil, o anki duygularımızla ve yan tutarak yapıyoruz. Biliminsanlarının önemli tarihi sorumluluğu bu noktada da kendini gösteriyor. Yaşamakta olduğumuz sorunlar artık bir grubun temsilcisi olarak seçilmiş, o grubun menfaatlerini gözeten, lafla peynir gemisi yürüten, sorunları çözmek yerine algı yönetimi ile geçiştiren siyasetçilerin çözebileceği basitlikte değil. Çok daha karmaşık ve ayrıntılarıyla özenle uğraşmak gereken sorunlar.  En başta bütünsel yaklaşım gerektiriyor, eğer soruna bütünsel bakış açısıyla yaklaşmazsanız düzelteyim derken bozuyorsunuz. Örneğin ekosistemi korumak çok önemli. HES yapacağım diye ağaçları kesip doğaya zarar verdiğimizde bir süre sonra yağış azalıyor, su kesiliyor, HES elinizde kalıyor. Ya da toprak kaymaları, sel ile HES yapıları bile yok oluyor. Bütün bunları yalnızca oy peşinde koşarak güç elde etmek için iktidar olmayı hedefleyen eski anlayıştaki politikacılar değil,  var olan bütün bilgileri dikkate alarak, bilimsel yöntemi kullanarak irdeleyebilen ve çözüm yaratabilen kişiler sağlayabilir. Bu kişiler arada bir danışılan, fikri sorulan ama nadiren ve onda da işlerine geldiği şekilde dikkate alınan danışmanlar olarak değil, bizzat karar verici yönetim kademesinde olmalılar. Temsili demokrasiyi yozlaştıran tüm faktörlerin elimine edilmesinin kolay olmadığını biliyorum ama yeni inovatif çözümlerle siyaset de dönüşebilir. Örneğin temsil görevlerinin kurayla belirlenmesi, referandumların dijital teknolojiler yardımıyla yaygınlaşması, yönetim görevlerine zaman sınırlaması getirilmesi bilim siyasetinin yeni araçları olarak kullanılabilir. Biliminsanı yan tutmadan gerçeklerle uğraşır. Her gün yaşadıklarımızdan, bir çıkar grubunun tarafı olan siyasetçilerin çözdüklerinden daha fazla sorun yarattıklarını biliyoruz. Özellikle bilimin sesine kulak veren ülkeler krizlerden daha az etkileniyor, yurttaşlarına daha fazla olanak ve refah sağlıyor. Bu nedenle de artık biliminsanları sadece laboratuvarlarına kapanıp bilimsel bilgi üretmekle yetinmemelidir. Mutlaka toplumsal sorumluluk almaları, en azından toplumun meseleleri ile ilgili düşünmeleri ve görüşlerini açıklamaları, karar vericileri, halkı etkilemek için kanıtlar sunarak çaba göstermeleri gerekir. Tabii ki, bunu yaparken bilim iletişimi yaklaşımına azami dikkat etmek gerek. Topluma karşı konuşmak bir bilimsel toplantıda sunum yapmaktan hem biçim hem üslup hem de seçilen kelimeler bakımından farklılık gösterir. Bu açıdan iletişimcilerden yardım almalıdırlar, aksi halde topluma fayda yerine zarar verebilirler de. İdeolojiler, inanç sistemleri, cinsel tercihler, kimlikler derken geçtiğimiz yüzyıllarda, hele ki son on yıllarda bölündükçe bölündük. Kolayca bahaneler üreterek başka insanları ötekileştirebiliyoruz. Zaten insanı merkeze alan inanç, yaşam ve düşünce sistematiğimiz nedeniyle ormanları, hayvanları, doğayı, neredeyse tüm evreni “ötekileştirdik” ve bunun sonucunda zalimce kullandık. Bir türlü doymak bilmiyoruz, doğa da bize cezamızı iklim krizi olarak kesiyor. Şimdi yolun sonuna geldik, bundan sonra kuracağımız sistemler canlı cansız tüm varlıkları ötekileştirmemeli ve “Yaşamdaşlık” temel eksenine oturmalı. Yaşamın kendisini merkeze alan yeni bir ekonomik anlayışa, dolayısıyla yeni tüketim ve üretim biçimlerine, hukuka, eğitim sistemine ihtiyacımız var. Hayatın bütün alanlarında bilimin önderliğinde, demokrat bir zihniyet ile tüm yaratıcılığımızı kullanarak hızla, adeta bir devrim yaparak bu krizler dönemini sonlandırmalıyız. Tarım Devrimi kurumları, sorun çözme yöntemleri ulusal ve uluslararası düzeyde artık işimize yaramıyor, acilen yeni yapılar oluşturmamız gerekiyor. Burada da dikkatle gözlem yapıp nedensellik ilişkileri kurmaya ve yararlı çözümleri bilimsel metodolojiyle üretmeye, inovasyona yani değer katan yenilikçiliğe ihtiyacımız var. Ayrıca Mahşerin Dört Atlısı temel krizlerimizin hepsi uluslararası düzlemde yoğun işbirliği ve güç birliği gerektiriyor. Örneğin biz kendi ülkemizde başarılı bir aşılama ile COVID-19’u eradike ediyoruz ama Güney Afrika’da yeterli aşılama yapılmadığı için Omikron varyantı çıkıp salgında ikinci dalgayı yaratabiliyor. Yani artık tek başına, bireysel kurtuluş yok. Her bakımdan sağlıklı bir geleceği ancak tüm insanlık hep birlikte kurabiliriz.
Şimdi yolun sonuna geldik, bundan sonra kuracağımız sistemler canlı cansız tüm varlıkları ötekileştirmemeli ve “Yaşamdaşlık” temel eksenine oturmalı.
Saldırgan Rusya’nın başlattığı savaş bir insanlık ayıbı. Ama bir taraftan da bize yeni dünyayı hangi değerler sistemi üzerine kurmamız gerektiğini göstererek benzersiz bir fırsat sunuyor. Ben bu savaşı III. Dünya Savaşı olarak tanımlıyorum. Aslında önceki iki dünya savaşından çok farklı, belki başka bir özgün ad vermek gerekir; çünkü iki tarafın emperyal amaçlarla giriştiği bir savaş değil bu, özünde bir değerler savaşı. Bir tarafta tamamen eski, anlamını yitirmiş paradigmalarla, değerler sistemi ile acımasızca saldıran Rusya; diğer tarafta evrensel değerleri, yaşamdaşlığı savunan Ukrayna. Rusya’nın öncelikli hedefinin siviller, sivil yerleşim alanları, hastaneler, çocuklar olması boşuna değil, çünkü yaşama düşman faşist bir zihniyete sahip. Yaşına bakmaksızın korunmasız sivillere karşı giriştikleri katliamlar her gün sosyal medya sayesinde önümüze geliyor, dehşet içinde izliyoruz. Buna karşılık evcil hayvanlarını kilometrelerce kucağında taşıyan Ukraynalı yaşlılar tabii ki yaşamdaşlığı simgeliyorlar. Milyonlarca mülteci ile dayanışma içine giren halklar adeta Avrupa Birliğini tabandan yeni baştan kuruyorlar. Dünyanın her yerinden Ukrayna’ya verilen destek geleceğe yönelik ümitlerimizi canlı tutuyor. Bu savaştan Putin Rusya’sının mağlup çıkacağına hiç şüphem yok. Şantaj için kullandığı nükleer silahları kullanma cüreti gösterebileceğini de hiç zannetmiyorum. Yaşamı, yaşamdaşlığı savunuyorsak bu savaşta Ukrayna’nın yanında yer almamız gerekiyor. Nitekim Nobel ödülü kazanmış birçok biliminsanı, Dünya Bilim ve Sanat Akademisi üyeleri benzer metinlerle Rusya’nın işgaline şiddetle karşı çıktılar. Böyle zamanlarda biliminsanlarının seslerini sıradan yurttaşlara göre çok daha fazla yükseltmeleri gerekir çünkü toplum onlara bakar, bu da onların tarihi bir sorumluluğudur. Eminim ki, hiçbir şey 24 Şubat öncesi gibi olmayacak ve yeni bir dünya kurulacak. Yaşadığımız ağır krizler bu yeni dünyanın bilimin rehberliğinde ve yaşamdaşlık temel ekseninde kurulmasını gerekli kılıyor. Bilim Devrimi çağında bir an önce eskimiş Tarım Devrimi yapılarından, düşünce bağlarından kurtulup Bilim Siyasetine geçmeye şiddetle ihtiyacımız var. Bunun için tüm dünyada toplumun demokrat, bilge, mesleği ve kariyeri ne olursa olsun bilimsel metodolojiyi özümsemiş ve hayatında yaygın biçimde kullanan, geçici kişisel menfaat peşinde koşmayan özgüvenli insanlarının tarihi sorumluluklarının bilinciyle bir adım öne çıkması ve aydınlık geleceği kurmaya başlaması gerekiyor.