2023 seçimlerini kazanmanın şifresi: Kültür savaşları mı, refah vaadi mi?  

Abone Ol
Özellikle ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde iktidar partilerinin sandıktaki kaderini büyük ölçüde rasyonel, çıkar temelli hareket eden, bir partiyle bağı dinsel kimlik temelinde kurulmamış, parti aidiyeti zayıf olan seçmenler belirlemektedir.

Loading...

Türkiye seçim tarihi 2015 Kasım seçimlerinden itibaren daha önce hiç yaşanmamış ölçüde kültür savaşları üzerinden yürüyen bir siyasi rekabete tanık oluyor. İktidar bileşenleri son 2 seçim öncesinde seçmen tabanlarının zayıflamasını gördükleri andan itibaren bunun üzerinden strateji ve taktik üretmişlerdir. Seçmen konsolidasyonu hedefli siyasi kutuplaştırma stratejisi istikrar, güven, kazanımların kaybedilmemesi temelli   işleyen strateji ve taktikler seçmen sosyolojilerini büyütemese de en azından küçülmesinin önüne de geçmiştir. CHP’nin başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin yasa önerisinin ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin konuya ilişkin aile yapısını koruma iddiasını da içeren Anayasa değişikliği tartışmasını başlatması, bu konuda hazırlıklarının başlayacağına ilişkin parti elitlerinden yapılan açıklamalar, 2023 seçimlerinin de öncelikli ve ağırlıklı olarak kültür savaşları üzerinden yürüyeceği izlenimi veriyor. Bunun temel nedeni; ekonomik krizin yol açtığı hayat standartlarının düşmesi, satın alma gücünün azalması, asıl ise şiddetli yoksullaşmadır. İktidar seçimleri kazanmaya yönelik ekonomik popülizme içkin seçim vaatleriyle seçmenin karşısına çıkmaya şimdiden başlamışsa da, bunun oy olarak geri dönüşümü öngörülemediği ve iktidar parti(si)lerinin seçimlere kısa bir süre kala yürüttüğü seçim kazanma odaklı ekonomi politikalarının beklenen desteği sağlamadığı yakın dönem siyasi hayatımızda örnekleriyle sabittir. Nitekim ANAP’ın 1987 seçimlerinin ardından ekonomiyi yönetememe sorunu karşısında önce 1989 yerel seçimleri, ardından 1991 genel seçim öncesi uyguladığı popülist politikalar beklenen oy artışlarını sağlamamış, yerel seçimde çoğu belediyeyi kaybetmiş, 1991 genel seçiminde ise iktidardan düşmüştür. 1991’de sefalet endeksinin 1987’ye göre yüzde 76,7 arttığını, ANAP’ın 1987’ye göre 12,3 puan oy kaybettiğini hatırlatalım.  ANAP ile AKP ideolojik kimlikleri, elitlerinin teknokratik donanımı, liderlerinin birikimi, seçmen tabanının nitelikleri itibarıyla birbirinden farklı olsa da benzerlikleri; iki partinin de merkezcil eğilimli, ideolojik kimlikleri zayıf, pragmatik, rasyonel, ekonomik tercihli seçmenlerle doğal sosyolojik tabanlarını genişleten partiler olmasıdır. TÜRKİYE SAĞININ SİYASET TARZI Ekonomik kriz koşullarında bu seçmen eklektik sosyolojilere sahip partilerden çekildiği anda, bu partilerin iktidarı kaybetme olasılıkları artmaktadır. ANAP’ın bunu yaşaması AKP’nin 2023 seçimlerinde akıbetinin ne olabileceğine ilişkin ipuçlarını vermektedir. Denilebilir ki AKP ANAP’tan farklı olarak 6 genel, 4 yerel seçimde sandıktan 1.parti çıkmış, 20 yıllık iktidarına rağmen yüzde 30 civarında oya sahiptir. ANAP ise sadece 2 genel (1983,1987) ve 1 genel seçimde (1984) 1.parti olmuştur. Üstelik AKP 20 yıllık iktidarında neredeyse birbirini izleyen seçimlerin çoğunda, genel ya da yerel seçim olsun, seçimlerden 1.parti olarak çıkmıştır. Böyle bir iddiaya karşılık, gidişatın nereye doğru olabileceğine ilişkin elimizde somut seçim sonuçları ve ekonomik göstergelerle iktidar partilerinin seçim performanslarına ilişkin veriler mevcut. Bu değerlendirmeyi yapmadan önce, seçmenlerin parti tercihlerinin nasıl oluştuğunu hatırlamak gerekir: Seçmen tercihleri partiye yönelik düşünce, bilgi ve inanç temelli bilişsel, kendine yakın/uzak gördüğü partiyle kurduğu gönül bağı temelli  duygusal, geçmişteki parti tercihlerini kapsayacak şekilde  davranışsal bileşenler boyutunda oluşurken, bu bileşenler geçmiş ve geleceğe dair ekonomik koşulları dikkate alan rasyonel, çıkar temelli beklentilerle harmanlanarak şekillenir. Türkiye’deki partilere bu boyutlar temelinde bakıldığında CHP ile seçmeninin kurmuş olduğu bağ daha ziyade bilişsel, duygusal temelli olup, Demokrat Parti’den AKP’ye sağ geleneğin ılımlı ya da uç temsilcisi olan partilerin çoğu (MHP ve Saadet Partisi gibi ideolojik partiler bir miktar ayrışmaktadır) seçmenlerle bu üç boyutlu ilişki kurmanın ötesinde rasyonel, çıkar, klisentalist, siyasi kayırmacılık, bireysel ekonomik çıkar temelli bir aidiyet ilişkisi kurmaktadır.
AKP parti, akademik ve popüler araştırmalara göre yaklaşık yüzde 25’lik bir çekirdek seçmene sahiptir. Bunun üzerindeki seçmen kitlesi partiye bilişsel, duygusal boyutlar dışında, ağırlıklı olarak rasyonel oy verme saikiyle bağlı denilebilir.
Bu partiler iktidarlarında ekonomi politikalarında refah arttırıcı, büyümeyi sağlayan, hayat pahalılığı, işsizliği azaltan politikalarda başarılı olduğu ve kaynakları kendi taraftarlarına eşitsiz şekilde dağıtmayı sürdürdükleri ölçüde iktidarda kalmaktadır. Ekonomiyi yönetememe koşullarında ise çekirdek seçmenleri, parti militanları, taraftarları bilişsel, duygusal nedenlerle partilerinde kalmaya devam etseler de sempatizanlar, bir seçimden diğer seçime parti değiştiren popülist seçmenler[1]  iktidar partilerini terk etmekte, bu partiler de iktidarda iken ya dikkat çekici oy kaybetmekte ya da iktidardan uzaklaşmaktalar. Özellikle ekonomik ve siyasi kriz dönemlerinde iktidar partilerinin sandıktaki kaderini büyük ölçüde rasyonel, çıkar temelli hareket eden, bir partiyle bağı ideolojik, etnik, dinsel kimlik temelinde kurulmamış, parti aidiyeti zayıf olan seçmenler belirlemektedir. İktidar partileri kriz dönemlerinde bu seçmenleri geri çağırmanın güç olduğu bilinciyle, kültür savaşları stratejisini devreye sokarak, seçmen tabanlarının daha fazla erozyona uğramamasına, popülist ekonomik vaatlerle de kendilerini terk eden seçmenlerin en azından bir kısmını iktidardan düşmemek için cazip vaatlerle geri çağırmaya çalışırlar. 1989-1991 dönemi ANAP’ı vaat ve uygulamalarıyla bu konuda tipik bir örnek olsa da seçimleri kaybetmiştir. Türkiye parti siyasetinde AKP parti/lider merkezli olup, akademik ve popüler araştırmalara göre yaklaşık yüzde 25’lik bir çekirdek seçmene sahiptir. Bunun üzerindeki seçmen kitlesi partiye bilişsel, duygusal boyutlar dışında, ağırlıklı olarak rasyonel oy verme saikiyle bağlı denilebilir. Ekonomik koşullarla siyasi iktidarların popülaritesi ve oy performansı ilişkisini açıklayıcı hipotezlerden Sorumluluk Hipotezine göre, işsizlik ve enflasyon yüksekse iktidarlar cezalandırılıyor, düşükse ödülü hak ediyorlar. Müvekkil Hipotezi taraftarı Swank’a göre seçmen iktisadi büyüme performansındaki pozitif gelişmeleri hoşnutlukla karşılamakta, enflasyonist eğilimlerdeki artışı ise aynı tutumla karşılamamaktadır. Temel Hedef Hipotezine göre ise, iktidara yönelik seçmen desteği iktidar vadettiği hedeflere ulaştığı ölçüde sürer. Tabii ki ekonomik koşullarla iktidarın popülaritesi ve oy performansında ekonomik koşullardan bağımsız olarak,  partilerin sosyo-kültürel bölünmeleri temsil kapasitesi, parti aidiyeti gibi dinamikler de önemlidir.
Ekonomik kriz koşullarında seçmen eklektik sosyolojilere sahip partilerden çekildiği anda, bu partilerin iktidarı kaybetme olasılıkları artmaktadır.
Fakat bu dinamiklerin özellikle partinin çekirdek seçmeninin oluşmasında etkili olduğunu belirtmek gerekir. Bu anlamda, genel olarak değerlendirildiğinde, Seçmenler, kendi ekonomik çıkarlarını ve dünya görüşlerini temsil ettiğine inandıkları bir partiyi tutuyor ve genellikle, oylarını bir önceki seçimde tercih ettikleri partilere verme eğilimi gösteriyorlar. Ancak bazıları, (çekirdek seçmen dışındakiler) partilerinin tasvip etmedikleri kararlarına ve iktidarda iseler, gösterdikleri kötü idare ve ekonomik performansa tepki vermek veya güçlerini dengeleyebilmek için partilerini geçici olarak terk edebiliyorlar. Partilerinin kazanma şansı olmadığı seçimlerde de oylarını ziyan etmemek için, ikinci tercihlerine yönelebiliyorlar”[2]. SEÇİM BAŞARISI VE EKONOMİK PERFORMANS Illinonis üniversitesinden Ali Akarca 1950 sonrası Türkiye’deki seçimlerde iktidar parti/lerinin oy performansını incelediği ekonomik analizinin bulgularına göre[3], GSYH’da her %1’lik büyüme tek başına bir parti iktidarda ise 1,05 puan bu partiye getiriyor. Enflasyonda her %1’lik artış iktidar partisine 0,13 puanlık oy kaybettiriyor.  Enflasyon yüksek, büyüme düşükse oy arttırmak zor. Nitekim AKP büyümede en fazla artışın olduğu 2009-2011’de (+15,5) oylarını 11,4 puan arttırmıştır. Bu dönemde işsizliğin de 4,2 puan azaldığını belirtelim. İşsizliğin arttığı dönemde 2007-2009 ise (3,7 puan) 8,2 puan oy kaybetmiştir. Ekonomik göstergeler iktidarların oy performansı ilişkisi dikkate alındığında, özellikle çekirdek seçmeni dışındaki seçmenleri kaybetme eğiliminde olan iktidarların benimseyecekleri iki strateji kalıyor. Ya popülist ekonomi politikaları ve vaatlerle kaybettiği desteğin iktidardan düşmesini engellemesi temelli ekonomik strateji ya da siyasi kutuplaştırmaya uygun kültür savaşı malzemeleriyle seçmenin karşısına çıkmak. CHP’nin başörtüsü konusundaki yasa teklifi karşısında AKP’nin ailenin korunması adı altında belirli toplum kesimlerini hedefleyen anayasa değişikliğini de gündeme getirmesi kampanya döneminde kullanacağı anlaşılan tipik kültür savaşı nesnelerinden biri olarak değerlendirilebilir. Mevcut tablo içinde araştırmalara yansıdığı şekliyle AKP’nin yüzde 30 civarında seyreden oy gücü veri alındığında, seçmen desteğinde ekonomik kriz etkisine rağmen 2002’de DSP’nin başına geleni yaşaması mümkün değil tabii ki. Türkiye’de radikal seçmen kırılmaları Akarca’nın da belirttiği gibi, sosyo-ekonomik değişime bağlı olarak taraftarları değiştiği hâlde partinin değişmemesi, taraftarları değişmediği halde partinin statükoya teslim olarak değişmesi, partinin kronik olarak kötü idare göstermesi ve yolsuzluklara bulaşması ve uygun bir alternatifin ortaya çıkması gibi seçmenlerin partilerini terk etmeleri için, üç durumdan en az birinin gerçekleşmesi gerekli fakat yeterli olmayıp, bunun koşulu ayrıca seçmenlerin gidebilecekleri bir alternatifin ortaya çıkmasıdır[4]. Bugün itibarıyla 6’lı masa böyle bir alternatif üretme iddiasıyla çalışmalarını devam ettirmektedir. AKP Akarca’ya göre taraftarlarının tersine bir yönde değişmiş, iyi olan idare ve ekonomik performans sonra bozulmuş, fakat henüz uygun bir alternatif çıkmamıştır. Seçmen için alternatif çıktığına ikna edileceği mi, AKP’nin açmak istediği kültür savaşları mevzilerinde mi rekabet edileceği, yoksa yoksullukla mücadele eden, refah arttırmayı amaçlayan ve iyi tasarlanmış ekonomik politika önermeleriyle mi seçim sürecini yönetecekleri masanın ittifaka evrilmesi durumunda önünde yanıtlanması gereken sorulardır. Altılı masanın oluşturduğu ortak çalışma grubunda ekonomi kökenli elitlerin ağırlıkta olması, 6’lı masanın olması gerektiği şekliyle ikinci yolu seçeceği anlaşılıyor. [1] Bkz. M.Cedric Koch, Carlos, Melendez, Cristobal Rovira Kaltwasser, “Mainstream Voters, Non-Voters and Poppulist Voters: What Sets Them Apart?”, https://doi.org/10.1177/00323217211049298, Erişim Tarihi, 17 Eylül 2022. [2] Ali Akarca, “2023 seçimi 2002’deki gibi olur mu?”, Karar, 7 Ekim 2022. [3] Bkz. Ali T, Akarca;  “Economic Voting in Turkey: Single- vs. Multi-party Governments”, Southeast European and Black Sea Studies, 2019, Cilt 19, No. 4, s. 523–539. [4] Akarca, “2023 seçimi...”, a.g.m.