2021’de Türk dış politikası
Krizlerden beslenen bir hükümetin dış politikada sorun çıkarması şaşırtıcı değil. Büyükelçi krizinde bunun örneğini gördük. Bir ülkenin yaklaşık 10 müttefikinin büyükelçilerini “persona non grata” ilan etmesi pek görülmüş şey değildi.
Türkiye 2021 yılında zaten sorunlu olan dış politikasını daha da sorunlu hale getirmeyi başardı. Dış politikadaki bu çıkmazın kökeninde genel olarak iç siyasetteki dengeler yatıyor. Hem iç siyasette hem de dış politikada bu kadar başarısız olmanın özünde ise gücün tek bir kişiye verilip demokratik değerlerden daha da uzaklaşılması ve kurumlara güvenin tamamen kaybolması var.
Uluslararası demokrasi indekslerine baktığımızda Türkiye’de özgürlüklerin daha da kötüleştiğini görüyoruz. Seçimlerin bir şekilde yapıldığı ama iç siyasetin bir otokrat etrafında döndüğü rejim türlerinde üst derecede kutuplaşma ve ekonomide sorunlar genelde var. Kutuplaşma aslında bu tarz otokratik hükümetlerin işine yarıyor çünkü hem iç siyasette hem de dış politikada yaşanan başarısızlık durumlarında, seçmenler kutuplaşmış olduğu için, hükümet yanlıları bu sorunları görmekte sıkıntı çekiyorlar. Diğer yandan muhalefet yanlıları ise hükümetle alakalı her şeyi eleştirmeye daha meyilli oluyorlar. Kutuplaşmamış bir toplumda krizlerden dolayı hükümetin oy oranları normal bir şekilde düşmesi gerekirken Türkiye tarzı kutuplaşmış toplumlarda bu değişim konsolide olmuş hükümet yanlılarından dolayı daha yavaş ilerliyor.
Bu tarz bir atmosfer içinde belli sorunlar kaçınılmaz. Diğer bir deyişle sorunların belki de hükümet tarafından kasıtlı olarak çıkarılması kaçınılmaz. En bariz örneği faizlerin artırılması. Ekonomideki temel bir bilgi olan faiz ve enflasyon arasındaki negatif ilişkiyi doğrulayan çok büyük bir deney yapıldı Türkiye’de. İşin sonunda ise dolaylı yoldan bu işten geri adım atmaya çalışan bir hükümetle karşılaştık. Ya da Osman Kavala, Selahattin Demirtaş gibi isimlerin hala içerde tutulması, İstanbul Sözleşmesi’nden iç siyasetteki tüm baskıya rağmen çıkılması gibi olaylar bir noktada hükümetin negatif yanlarını ön görmelerine rağmen iç siyasetteki tansiyonu daha da artırmak için yaptığı belli siyasi adımlar.
Fakat seçimler yaklaşırken ve iç siyasette bu kadar sorun varken sürekli krizlerden beslenen bir hükümetin dış politikada da sorun çıkarmaya yönelmesi şaşırtıcı değil. Büyükelçi krizinde bunun bir örneğini görmüş olduk. Bir ülkenin yaklaşık 10 tane müttefikinin büyükelçilerini “persona non grata” ilan etmesi tarihte pek görülmüş bir şey değildi. Hükümet işin sonunda bunun sonuçlarının ne kadar ciddi olduğunu fark etmiş olacak ki bu durumdan da geri adım atmak zorunda kaldı. Bunu yaparken diplomasinin sorunları çözmede ne kadar etkili bir araç olduğunu da gördük. Dış siyasette yapılan hamle geri adım olarak algılanırken iç siyasette özellikle konsolide olmuş hükümet yanlıları tarafından hamle kahramanca ilan edildi.
Bu anlattıklarım sene içinde yaşanan belki de yüzlerce olayın sadece birkaçı. Batı’daki birçok ülkede gündemi aylarca sarsacak olayları bir gün içinde yaşayıp sonraki gün başka çok büyük bir olaya uyandığımız ülkemizde bu olaylar artık normalleşmiş durumda. Tüm bu problemlerin kökeninde ise sürekli krizlerden beslenen otoriter rejimler sorunsalı yatıyor.
2022’ye girerken ise yavaştan seçim atmosferine yaklaşıyoruz. Erken seçim olmaması durumunda seçime yaklaşık bir buçuk sene kalmış durumda. Geçmiş seçimlere bakarak bir çıkarım yapmak gerekirse önümüzdeki seçimlere krizlerle girecek olmamız çok olası. Kriz ortamı bu kadar kutuplaşmış bir toplumda hükümet yanlılarının daha da konsolide olmasını sağlıyor. Buradaki asıl sorun ise hükümet seçimlerde ne kadar kötü sonuçlar alacağını düşünürse o kadar büyük krizler çıkarmaya meyilli. 20 yıllık AKP döneminde belki de ilk defa kaybetmeye bu kadar yakınlar. Dolayısıyla bir şekilde seçmenlerini ekonomik olarak az da olsa rahata kavuşturup muhalefeti hazırlıksız bir şekilde kriz ortamında yakalamak hükümetin seçimlerden daha iyi sonuç alma olasılığını artıracaktır.
Bu muhtemel senaryoda üç önemli faktör var: ekonomi, iç veya dış politikada kriz ve muhalefetin seçime hazır olup olmaması. Ekonomi ve kriz çıkarma durumları muhalefetin etkileyebileceği faktörler değil ama hazır olup olmamaları muhalefetin elinde. Muhalefetin adil olmayan bu oyun içinde bir şekilde beraber hareket edip kendini seçime hazırlaması, Erdoğan’ın karşısına kimi çıkaracağını belirlemesi ve en önemlisi ekonomi, hukuk, dış politika, insan hakları, basın özgürlüğü vb. alanlarda seçmenlerin karşısına belli bir vizyonla çıkması gerekiyor. Aksi takdirde geleceğin 2021’den farklı olmasını beklemek çok mümkün değil.